Kavruk Kına

Şehla Pervin Ruh’tan çevirdiğim bir öykü:

Kavruk Kına


Dün geceden beri tekrar başladım tırnaklarımı yemeye; tam Büyük Kapı’nın aslan kafalı kapı tokmağı yeri göğü birbirine kattığından beri… Kapı, uzun zamandır sessizdi. Rüzgârın süpürdüğü hayatın tozu toprağı kapının altında küme olmuş açılmıyor.

Mirab[1], deniz fenerini almak için odaya dönüp bir misafir olduğunu, yanlışlıkla Büyük Kapı’yı çaldıklarını söyleyinceye kadar, ağzım geceden kalma kavruk kınanın kokusuyla ve kanın tuz tadan acı tadıyla doluydu.

Küçük kapıdan girdiklerini gördüm; Mirab yollarını aydınlatıyordu. İçeri almamalıydı. Kimse gelmeyeli yıllar oldu. Bir zamanlar misafir atlarının ahırı olan koca ambar, şimdilerde haftada bir eşeklerin, yakıt için getirdikleri odunların kırpıntılarıyla dolu. Ben aşağıdayken, küçük kapıdan girip çıkıyorlar. Kopmuşum; Mirab’a göre dünyanın göbek bağından kopmuşum. Gündüzleri,  aşağıda herkes benim için aynı; hepsi de anadan doğma elimin altından geçip gidiyor ve her biri hamamın sıcaklığından bir parça alıp götürüyor ve geceleri, eskiden yukarıda sabahlara kadar yanında olmamı o kadar çok seven Mirab, artık benim için Mirab değil.

Okumaya devam et “Kavruk Kına”

Sohrab Sepehri: susyun ayak sesi

Suyun Ayak Sesi, Shorab Sepehri’nin en bilinen şiirlerinden biridir. Yaptığım çevrinin bir bölümünü aşağıda aktarıyorum… iyi okumalar!

Kaşanlıyım
fena sayılmaz yaşamımsohrab
bir parça ekmeğim, bir parça zeka, iğne ucu zevkim var
bir anam var yapraktan da iyi
dostlarım var akan sulardan daha hoş
ve bir tanrım var buralarda bir yerde
bu şebboyların arasında, bu uzun çamın altında
suyun bilinci üzerinde, yasasında bitkilerin

Okumaya devam et “Sohrab Sepehri: susyun ayak sesi”

Saadetname: Saedi’den bir kısa öykü

Saadetname

Yazan: Gulamhüseyin Saedi

Farsçadan çeviren: haşim hüsrevşahi

1-
Ev, ırmağın karşısındaydı. Sade, küçük, ahşap bir köprü, ırmağın iki yakasını birleştiriyordu. Irmağın öte yakası, karanlık ve bilinmeyen bir ormandı ve evin balkonundan, sürekli çalkanan geniş, yeşil bir deniz gibi görünüyordu. Her gün, günbatımına yakın, ihtiyar adam gelir, balkondaki koltuğuna oturur, piposunu yakar ve ormanı seyre dalardı. Genç karısı, sırtı ona dönük, odada dikiş makinesinin arkasına geçer ve kendi kendine bir şeylerle meşgul olurdu. Bazen dikiş nakış yapar, bazen ise düşüncelere dalardı. Kadın, akşamları ormana bakmaya korkardı ve arka cephedeki küçük pencereden vadiyi seyrederdi. Adam, karısı dikiş ve ev işleri ile meşguldür diye düşünür, bu nedenle onu rahat bırakırdı ve arada bir yüksek sesle karısına seslenirdi: “Şeycan, şu sesi duyuyor musun? Şu kuşun sesini diyorum, nasıl Tanrım, çok tuhaf değil mi?”

Okumaya devam et “Saadetname: Saedi’den bir kısa öykü”

Musa dedi, kim benden daha âlimdir âlemde?

1.Musa dedi ki “kim benden daha âlimdir alemde?”
Yuşâ dedi ki “Biri vardır âlemde senden daha âlim.” Öfkelenmedi ve onunla kızgınlık eylemedi ki, “Bu ne sözdür?” diye, illa ona dedi, “Ha, ha! Nasıl söyledin?” Çünkü talipti.
Yuşâ da nebi idi, illa ki hüküm etmezdi. Hüküm o zamanlar Musa ile idi. Ve bu sözü de kendi yanımdan söylüyorum:  Ben de şayet bir matlup bulursam, aynısını yaparım ve saklarım ki eyleyeyim, bir hicap oluşmaya.
Musa’nın bu öyküsünü ki sıcaktı –ki sıcaklığı gökyüzünü yakardı- soğuk mu soğuk söylerler.
Mecmeülbahreyn’e geldiklerinde, ehl-i zahire göre, Antakya yakınlarında, Haleb’e aykın, ya bir daha, bir kavle göre namaz kılardı, bir kavle göre at üstünde, su üzerinde sürerdi.
Uzaktan, gördü onu.

Okumaya devam et “Musa dedi, kim benden daha âlimdir âlemde?”

Kırılır Kadınlar

Öykü

Mercan Riyahi

Farsçadan çeviri: h.h.

Hiç kimse, önemli bir olay olduğunu tahmin etmiyordu. Bir kadın, ayağı kayarak caddede düştü ve kırıldı. Haber bu kadar basitti. Ama, aradan bir hafta geçtikten sonra, caddede başka bir kadının da kırıldığının görüldüğü söylendi. Ve sonraki hafta, tüm gazetelerde şöyle yazıldı: “Kadınlar, caddelerde kırılıyorlar.” Öncelikle Belediye, caddelerin durumu hakkında rapor hazırlamakla görevlendirildi. Öyle anlaşılıyordu ki kadınlar, daha önce de evlerinde kırılıyorlarmış. Ama, böyle bir olayın caddelerde görülmesi yeni bir hadiseydi. Sonra, kadınların yaşları, görme yetenekleri üzerinde tartışmalar yapıldı. Meteoroloji, hadisenin olduğu günlerdeki hava durumuna değindi ve muhtemelen, caddeler, yağmur nedeniyle ıslaktı, dendi. Psikologlar da kadınların sinirlerinin ve ruhlarının ve tüm bunların, onların yere düşmelerine olan etkilerini incelediler ve…

Okumaya devam et “Kırılır Kadınlar”

Büyükannenin Doksan Yaşlılığı

Belkıs Süleymani

Öykü, Farsçadan çeviri: h.h.
yaşlı kadın

Macera büyükannenin doksanıncı yaş gününden sonra başladı. Bir gün ablam büyükannenin bir adamla konuştuğunu fark etmiş. Sonraki günlerde, ailenin yeniyetmeleri ve gençleri büyükannenin erotik betimlemeleri ve konuşmalarını gizlice dinlemeye başladılar. Büyükanne her sorunu en ayrıntısına kadar çekinmeden ve yüksek sesle anlatıyordu. Bazen erkeğiyle kavga ediyor ve çoğu zaman da sevişiyordu.

Anne baba, kısa bir aile toplantısı sonrasında Büyükanneyi odalardan birine hapsetmeye karar verdiler. Büyükanne odaya taşınınca, yeniyetmeler ve gençler ona hizmet yolunda yarışmaya ve odasının kapsında sürekli kulak kesilmeye başladılar. Bu sefer anne baba, bahçenin öteki köşesindeki depoyu büyükanneye vermeyi kararlaştırdılar. Ayrıca anneden başka kimsenin de büyükannenin yanına gitmemesi de karara bağlandı ve kimse depoya yaklaştırılmadı.

Birkaç ay sonra –ki hepimiz büyükanneyi hemen hemen unutmuştuk- bir gece baba yokken, büyükanne annesini ve tanrıyı haykırarak çağırırken hepimiz depoya koştuk. Anne herkesten önce depoya girdi ve kapıyı arkadan sürgüledi. Büyükanne durmadan bağırıyordu, Tanrım yardım et, öldüm, diye. Hepimiz deponun kapısı ardında duruyorduk ve büyükanne kuşkusuz ölüyor diye düşünüyorduk. Ablam ağlamaya başladı ve ağabeyim halama haber vermeye hazırlanıyordu. Büyükannenin bağırmaları giderek uzayan inlemelere dönüştü ve sustu. Annem dışarı çıktığında, ağabeyim sordu: “Öldü mü?”

Annem, “Hayır, doğurdu!” dedi.

Doruk

Azerdoht Behrami’den kısa bir öykü

Farsçadan çeviri: Haşim Hüsrevşahi

DT: 1966, Tahran

Eğitim: Dramatik Edebiyat, Senaryo Yazarlığı

Kitap: Çarşamba Geceleri (2010, toplu öykü), Günlerden Bir Gün (edebiyat ödlülü birincilik, Behram Sadıki Ödülü ikincilik

Diğer eserler: Televizyon ve sinema için yazdığı birçok dizi ve film senaryosu, Cemalzade ve Ferrohi Yezdi adında Parlak Çehreler serisinden iki kitap 2007 ve 2010

Doruk

Birlikteyken, yalnız olunca, başlardık. Birlikte giderdik. Birlikte gelirdik. Önce yavaş giderdik. Giderdik, giderdik. Giderdik ve gelirdik. Gelirdik ve giderdik. O giderdi ve ben gelirdim. Ben giderdim ve o gelirdi. Birlikte dururduk. Birlikte yürürdük. Hızımızı artırırdık, ya da daha yavaş giderdik. Gülerek giderdik, sessizce gelirdik. Sessizce giderdik, gülerek gelirdik. Öyle hızla giderdik ki soluk soluğa kalırdık. O kadar yavaş giderdik ki kendimize geldiğimizde durmuş olurduk. Birlikte dururduk. Derin soluklar alırdık. Kalp atışlarımız yavaşladığında, yola koyulurduk. O durunca ben de dururdum. Ben durunca o da yürümezdi. Az ilerlediğimizde birlikte dönerdik, yeniden başlamak için. Ben yorulunca, o beni kucaklardı ve devam ederdi. O yorulunca, yerimizi değiştirirdik. Doruk önce yakın görünürdü, ama gittikçe daha uzak daha uzaklaşırdı. Hızla gittiğimizde de daha da uzaklaşırdı.

Giderdik ve gelirdik. Gelirdik ve giderdik. O gelirdi, ben giderdim. Ben giderdim, o gelirdi. Bazen sadece ben giderdim, bazen sadece o giderdi. Bazen otururdum onun gidiş gelişlerini izlerdim. Bazen o uzanır ve benim gidiş gelişlerimi görürdü. Ya da görmezdi, gözlerini kapatır benim gidiş gelişlerimi düşünürdü.

Okumaya devam et “Doruk”

Gelin Damat Oyunu

Öykü, Yazan: Belkıs Süleymani, Farsçadan çeviren: haşim hüsrevşahi

Zerican otuz altı yaşındaydı ve evlenmemişti daha. Küçük kardeşi eğitim için batıya gittikten sonra Zerican da yedi düvelden azat oldu. Önce mahallenin sandviççisi Ferzin Bey’e evlenme teklif etti. Sonra mahallenin manavı Ahmed Ağa’ya. Zerican sabahtan akşama gelinlik satan mağazanın vitrini önünde durur, gelinliklere öyle bakar öyle bakardı ki görenlerin ciğeri kavrulurdu. Sonunda bu çetin konu için aile meclisi toplanmak zorunda kaldı. Yaşlı ana, bütün kızlarından ve oğullarından Zerican’ın haline bir çare bulmalarını isteyerek, “Zerican her gün bin kere mezardaki babasının kemiklerini sızlatıyor,” dedi. Zerican’ın ağabeyi Ferhad, Zerican yatışır diye onun için sahte bir koca bulabileceğini ve düğün yapabileceğini söyledi. Ferhad’ın atölyesinde çalışan Abbas, Zerican’la evlenmeyi kabul etti. Görkemli bir evlilik ve düğün töreni düzenlendi ve Zerican fiilen gelin oldu. Ertesi günü, Zerican yeniden gelinliğini giydi ve Abbas Ağa’yı da damatlıklarını giymeye ve düğün töreni sofrasına oturmaya zorladı. Yeniden birbirinin ağzına bal sürdüler ve yüzükleri karşılıklı verdiler, taktılar. Bir ay içinde Zerican yirmi yedi kez gelin damat oyununu icra etti. Abbas Ağa, Ferhad Bey’e yakındı. Aile meclisi yeniden toplandı. Abbas Ağa’nın bir trafik kazasında ölmesine ve Zerican’ın dul kalmasına karar verildi. Abbas Ağa öldü ve herkes, bu arada Zerican da karalar giyindi ve ağıtlar yaktı. Zerican kırk gün karalarını çıkarmadı. Kırk birinci gün önce mahallenin sandviççisi Ferzin Bey’e sonra da manav Ahmed Ağa’ya evleneme teklif etti. Gelin damat oyununu çok özlemişti.