Mevlana’dan (h.h.)
Şemsim kamerim geldi kulağım gözüm geldi
Gümüş tenlim o altın ocağım geldi
Serimin hoşluğu, gözüm ışığım geldi
Başka şey istersen o başka şeyim geldi
Poems I’ve translated from Farsi (Persian)
Şemsim kamerim geldi kulağım gözüm geldi
Gümüş tenlim o altın ocağım geldi
Serimin hoşluğu, gözüm ışığım geldi
Başka şey istersen o başka şeyim geldi
Evin aydınlığısın bırakıp evi gitme sakın Şeker gibi işretimizi koru fakat gitme sakın Baş düşmanım işve eder işvesini dinleme sen Can evimi hüzne gama sen bırakıp gitme sakın Bizim ve öz düşmanını tanrı için şad eyleme Dinleme düşman hilesin dostu üzüp gitme sakın Hasteli kimse sanemim güzel konuşmaz arkadan Dost kereminden neyin var, var ise ver gitme sakın Saman gibi her soluğun her rüzgara salma sakın Vesveseyi bir kerede yak fakat gitme sakın
Öldüğüm nefeste seni arzularken ölürüm / sokağının toprağı olurum umuduyla can veririm
Kıyamet sabahı kaldırdığımda başımı topraktan / seninle konuşmaya kalkarım seni arar dururum
İki âlemin tanıkları tanık oldukları o cem’ide / senden yana bakarım tekçe senin kulun olurum
Yokluk yatağında uyursam da binlerce yıl ne gam / sonunda senin saçının rayihasıyla uyanırım
Ravza hadisini söylemem, koklamam cennet çiçeklerini / Huri cemalin aramam sana, sana koşarım
Rıdvan sakisinin elinden içmem cennet şarabını / bana şarap ne gerek yüzünün sarhoşu olurum
Sen var iken gitmek bin çölü aşmak kolay / hata yaparsam eğer Sadi sana doğru gelirim.
kendim gibi bir aşık küçük memeleri ve soluk teniyle gövde üzerinde sevdalıca dönmek karanlık ve yalnızlıkla dolu dörtnala gitmek babaya karşı ayaklanmış bu hatalı yılların analığının anası olduğunu bilen bir annenin anılarına karşı ayaklanmış
suskumuzu öldürdüler ağızla caddeye sürüklediğimiz gövdemizi soğuk silahımız olan elimizi sesimizi öldürdüler hayır! biz hiçbir şeyi saklamadık ne ceplerimizde ne yumruklarımızda sadece bu hıncın karanlığını aydınlatan bir ışık istiyorduk gözyaşlarımızı mendilinin köşesine teyelleyecek bir el adımızı anımsayacak bir kelam istiyorduk
bin dallı tubayım Tuba biricik yol kalmış ben senin sütünü kendimle paylaştım yalnızca senin yuvarlak yapraklarını emerim ellerimin sumağı ve gözlerim göğsünde Tuba! erimiş karların kadınısın her iki göğsünü koy ağzıma aşkı paylaşıyor musun? başsızım ve uykusuz senin o yan yatışının hazzı var ya? koynumu saksı yapayım senin için en yüksek dalının bibere bulaşmamış olduğunu söyle son güneşi senin için yerim sonuna değin bitmeyen Tuba ve o adsız dalı koy ağzıma
Ber mefreşe xak xoftéqan mibinem der ziré zemin nehoftéqan mibinem
Çendanké bé sehrayé edem minégerem na amedeqano reftéqan mibinem
Toprak halıda çok uyuyanlar gördüm altında yerin ne saklananlar gördüm
Yokluk çölüne baktığımda ben heyhat hiç gelmemiş ile gitmiş olanlar gördüm
benim omuzlarımda bir güvercin var senin ağzından su içer benim omuzlarımda bir güvercin var boğazımı tazeler benim omuzlarımda bir güvercin var ağırbaşlı ve iyi benimle aydınlıktan söz eder ve insandan-tüm Tanrıların Tanrıçası olan- ben insanla yıldız dolu sonsuzlukta yürüyorum (Ahmed Şamlu, bana aydınlıktan söz et, ç:h.h.)
benim sevgilim o arsız çıplak teniyle güçlü bacakları üstünde ölüm gibi durdu Okumaya devam et "benim sevgilim"
bu yolu buraya mavi otobüsle kasten getirmişler tuhaf güvercin dalgalarıyla ve gömleğin, eteğin ve çizmelerin dur duraksızlığı aynalarda bir şeyler olmuş galiba ne oldu sana İstanbul? sen birisini giyinmişsin ve bu sevgilinin kokusudur omuzlarından toprak ve sardunya kokusu kendi uçarı renginin kokusu Okumaya devam et "İstanbul’u seyrediyorum sarhoş kulaklarla"