sevgi dünyamızı ne éyledin

Gülüşlerim donub qaldı üzümde
Gözyaşlarım buz bağladı gözümde
Söz vérmişem men qlamışam sözümde
Sense mene vefasızlıq éyledin?

Men yolunda dağdan axıb çay oldum
Qaranlıqda senden ötür ay oldum
Üşüyürdün qışda sene yay oldum
Söyle görüm sen menim üçün ne éyledin?

Nefesimle ağ dumanı dağıtdım
Nur gözümle gözlerine baxırdım
Seni sonsuz bir asiman sanırdım
gözüm görmür asımanı ne éyledin?

Senden uzaq çıxıb gédebilmirem
Bu ayrılıq neğmesini sévimrem
Sen dünyamsan dünyanı men ne éylirem
Sevgi dolu dünyamızı ne éyledin?

Murathan Mungan’ın bir şiirinin çevirisi

ترجمه شعری از مراد خان مونگان

!بِمون


گفتم بکِش اسلحه تو پدر
بزن چشممو از جایی که می گِرید
پدر، صورت من مثل پیاده رو بارون خورده میمونه
از روی من بگذر، سرنوشتم سکوت دوئِللو
گفتم بکِش اسلحه تو پدر
ببخش

Kal!

Çek silahını dedim baba
vur gözlerimi aglayan yerlerinden.
Yüzüm ıslak bir kaldırım gibi baba
bas üzerimden geç, kaderim duello sesizliği
çek silahını dedim baba
affet.

Çocuk Yaştaki O Kahraman!

Yazın bu sıcağında o soğuk ve karanlık günleri unutmamak için!

Daha 17 yaşındayken, faşist Alman işgaline karşı savaşmak için Haziran 1941’de kadın partizan kollarına katılan Zoya’nın yaşamının son günlerine ait dokümanı İngilizceden çevirisini vererek bir borcu eda etmek istiyorum. Ancak biliyorum sermayenin çıkardığı savaşlarda ölen milyonlarca insanın yanısıra kahramanlıklarıyla faşizmin bel kemiğini kırıp mahveden insanları da anmak bir insanlık borcudur. İkinci dünya savaşında, İspanya’dan Fransa’ya, Yunanistan’dan Çin’e, İtalya’dan Sovyetler’e kadar uzanan geniş topraklarda can veren bu kahramanların fedakarlıkları olmasaydı Alman Faşizminin daha nice yıllar, nice cinayetler işleyecekti. Zoya’nın öyküsü bir örnektir, halkın direnişine ve faşizmin barbarlığına ve tarihin halk zaferleriyle dolu olduğuna… O bir tanıktı ve  sonsuza kadar tanık kalacak. İşte Zoya.

Zoya Kosmodemyanskaya

13 Eylül, 1923 – 29 Kasım, 1941

“Zoya, Almanların işgalindeki Rus köyü, Petrişevo’da bir ahırı ve birkaç evi ateşe verdi. Ancak, işbirlikçi bir Rus onu fark ederek patronlarına ispiyonladı. Patronlar işbirlikçiyi bir şişe votkayla mükâfatlandırdılar. Ardından Almanlar Zoya’yı başka bir evi ateşe vermek üzereyken yakaladılar. Onu, kumanda merkezi olarak kullandıkları askeri barakaya götürdüler. Ev sahibi mutfağa gitmek istediğini söyledi.  Komutan bizzat kendisi Zoya’yı sorguladı, Rusça konuşarak.

“Kimsin?” diye sordu Albay.

Okumaya devam et “Çocuk Yaştaki O Kahraman!”

Neden AVM… ve daha çok AVM?

Bir bilgisayar kaç insanın işini görür?

Teknoloji, üretimde insana olan ihtiyacın düzeyini ve şiddetini ne düzeyde azaltır? Bunun bir sınırı var mı? Günümüz dünyasına egemen olan sermaye sisteminde insanın ürettiği teknoloji insanın yerini alır ve o insan çöpe atılır! Ancak yine de sormadan edemiyoruz:

Neden işçiler ve çalışan insanlar, emek vererek ürettikleri teknoloji ve bilgisayarların onların yerini almalarıyla daha az çalışıp aynı maaşı alarak daha insanca bir yaşam sürdürmek yerine işten atılıyor ya da sigortasız, güvencesiz, emekli hakkı olmayan, toplu sözleşme hakkı olmayan yani bir hiç olan “yarım gün çalışma” denen barbarlığa mahkum ediliyorlar?

Neden teknoloji insana hizmet etmiyor da insan teknolojiye hizmet ediyor?

Neden insanların ürettikleri ürünler, onları mutlu edeceğine daha da mutsuz ve kaybedilmiş yaşamlara neden oluyor?

Neden hükümetler ormanları koruma, nehirleri koruma, denizleri koruma, insanları zehirli atıklardan, gıdalara katılan zehirli katkı maddelerden ve bin bir sorundan koruma yerine o zehirli ürünleri tüketilmesini teşvik ediyor ve bu tüketim sonucunda oluşan bin bir hastalığı ve özellikle de kanser hastalığını bile bir ürün olarak pazarlama yolunu tutyor ve yine ilaçları bu insanların emeklerine el koyarak satmayı yeğliyor?

Neden park ve gezi ve dinlenme mekanları yerine, spor salonları, kültür merkezleri, tiyatro, sinema, opera, kütüphane, yüzme havuzu ve insanları daha mutlu edecek mekanlar yerine Alış Veriş Merkezleri yapıyorlar?

Neden AVM onlar için kutsaldır?

Neden vatandaş reklamlar ve bin bir hile, beyin yıkama ve teşvikle AVM’lere yönlendiriliyor?
Bütün bu indirim aldatmacaları, sevgililer günü, anneler günü, babalar günü, yılbaşı, yaz indirimi, kış indirimi, moda, outlet ve benzeri saçmalıkları tüketim çarkını çalıştırmaktan başka neye hizmet ediyor?

Neden bir kesim için tüketim kutsaldır ve “Tüketmeyin!” sözüne sanki onların kutsallarına saldırılmış gibi çok ama çok kızıyorlar?

Ve bu tüketim çarkı içinde devletlerin işlevi nedir, ne yapıyorlar?

Bu sorular neden beyinlerimizden silinmek isteniyor?

Bütün kolluk kuvvetleri, mahkemeleri, yasaları, bankaları, medyaları, teknolojileri ile devletler ne yapıyorlar? Kutsallık nerede saklıdır?

Bir düşünmek gerek! Sadece biraz! Derin bir soluk alıp düşünmek ve de bu filmi sonuna kadar çok dikkatlice izlemek gerek!

h.h.

 

bu şehrin delişmen kanı

şiir: h.h.

bu şehrin delişmen kanı

foto: etralik photography:

http://www.flickr.com/photos/58776552@N04/with/9035813391/

bu şehrin delişmen

Foto: Anonim (?)

gezi-kadın-su

aha işte bak yine alt ediyor bu kıvrak aşk
özlem saklıdır külünde zira
hele göreceksin kaç bar suda yıkanır uykusu
kaç zehirli buluttan geçer yağmuru
öyle bereketli açar ki kızları göğsünü
oğlanlar ölüme halay çeker
gözlerini öyle ansızın açar ki bu şehir
herkes paylaşmayı öğrenir bir anda
aşkı ve acıyı

(h.h.)

Bunun adı adalettir!

Bugün düşündüm ki:

    Halk ya kaybedeceğinden korkar ya da korktuğu için kaybeder!
    Kaybedeceği bir şeyi olmayan halk korkmaz!
    Halk ya kendi gücünü düşmanına devrettiğinde yenilir ya da yenildiğinde devreder!
    Kaybettiklerini geri alabilmesi için sahip olduklarının çalındığının ve kimin çaldığının bilincine varmalıdır.
    Her şeyinin çalındığının ve kimin çaldığının bilincine varmış olan, düşmanına devrettiği gücü devralmak için sonuna kadar savaşır.

    Bunun adı adalettir!