Doktor, yazar, şair, çevirmen Haşim Hüsrevşahi, Farsça, Azerbaycan ve Anadolu Türkçesiyle şiirler yazdı, yazmaya devam ediyor.
“Siz Farsçaya hakimsiniz ama ruhunuz Farsça değil. İnsan hangi dilde rüya görür? Tabii ki ana dilinde. Türkçeyi 17 yaşında geldiğim İstanbul’da öğrendim. Azerbaycan Türkü olduğum halde Türkçe okuyup yazmıyordum. Anadilimi bilmiyordum.”
“Hiçbir şair bilmiyorum ki, zihinsel şizofrenik olmasın” diyen Hüsrevşahi: “Ama buradaki şizofreni yanlış anlaşılmasın. Burada akıl hastalığından bahsetmiyoruz. Şairler akıl sınırını geçtikten sonra halüsinasyon görüyor ve yazabiliyor. Ama hastalık olarak bahsettiğimiz ise akıl sınırına gelmeden ortaya çıkıyor. Birisi bilgelik, diğeri hastalık…”

Bir etkinlik için Trabzon’a gelen Prof. Dr. Haşim Hüsrevşahi ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik…
*******
Tıp eğitimi aldınız ama bunun yanında aktif bir şekilde de edebiyatla uğraşıyorsunuz. Şiirler, kitaplar yazıp çevirirler yapıyorsunuz. Edebiyata olan ilginiz nereden geliyor?
Edebiyata olan ilgim, yakınlığım, sevgim ortaokuldan itibaren başladı. Ağabeyim evimizde büyükçe bir kütüphane oluşturmuştu, herkesin o kitaplıkta bir yeri vardı ve biz de cep harçlıklarımızla aldığımız kitapları oralara koyardık. Ağabeyim sayesinde kitaplarla tanıştım. Ağabeyimin bir kaşesi vardı, ‘en iyi dostunuz kitaptır’ yazan, bizler de aldığımız kitaplara o kaşeyi vururduk. Ağabeyim üniversitede okuyordu, siyasal bilimlerde sonra Şiraz Üniversitesinde siyasal bilimler dalında hocalık yapmaya başladı. Yani kitapla çok iç içeydi. Kaldı ki İran’da herkes edebiyatla iç içedir. Bu yüzyıllardır böyle…
Bir İran evine gittiğinizde orada mutlaka kitaplık görürsünüz ve o kitaplıklarda İran’ın yetiştirdiği büyük şairlerin divanları vardır. En başta da Hafız’ın divanı bulunur.
İran’da evlerde yemekler yenilir çaylar içilir arkasından Hafız’ın divanı açılır, şiirler okunur. Kahvehanelere gittiğinizde de bu böyledir, şiir sohbet iç içedir.
TÜRKÇE YAZMAK OKUMAK YASAKTI
Bu gelenek günümüzde de devam ediyor mu?
Bu gelenek hiç ölmedi, günümüzde de devam etmektedavvir. Tahran’a gittiğinizde Ramazan ayında kahvehanelerde oturduğunuzda biri gelir Firdevsi’nin Şahname’sinden, Tebriz’e gittiğinizde Şehriyar’ın div
anından şiirler okunduğunu görürsünüz. İran’da edebiyat ile halk iç içedir. Bu nedenle ben de otomatik olarak kendimi böyle bir dünyanın içinde buldum. Ama tabii ki İran’da o zamanlar Türkçe yazıp okumak yasaktı. Otuz sene önce İran halkının yüzde 40’ının Türk olmasına rağmen Türkçe yazıp okumak yasaktı. İran’da Farsça, nüfusun yüzde 25’in oluşturan halkın anadilidir. Yani yüzde 70’in üzerine Farsça olmayan diller var bunlar; başta Türkler, Beluçlar, Kürtler, Araplar, Maziler Lorlar gibi çok büyük bir mozaik. Ve bunlar hep kardeşçe, bir arada yaşadılar. Ortak dil olarak Farsçayı kullandılar. Edebiyat da Farsça olarak ortaya çıkmıştır. Örneğin anadili Azerbaycan Türkçesi
olan Farsça şiir yazan şairlerin bin yüzün üzerinde divanı vardır. Bu çok büyük bir
değerdir. Bu nedenle biz Farsça edebiyat dediğimizde bu açıdan bakıyoruz. Anadili Farsça olan veya olmayan edebiyatçıların ortaya koymuş oldukları bir değer…
ANADİLİMİ BİLMİYORDUM
Türkçeyi nerede öğrendiniz?
Türkçeyi İstanbul’da öğrendim. Türkiye’ye 1967 yılında 17 yaşında geldim ve İstanbul Edebiyat Fakülte
sinde Türkçe öğrendim. Ben Azerbaycan Türkü olduğum halde Türkçe okuyup yazmam yoktu. Anadilimi bilmiyordum. Evde Türkçe konuşuyorduk, okulda Farsça eğitim alıyorduk. Bir çocuğun bir objeye bakıp onun isminin ikiye ayrıldığını görmesi aslında onun zihninin ikiye yarılması demektir. Zihinsel yarılmalar, zihinsel parçalanmalar anadili Farsça olmayan İranlı çocukların ben de dahil hepsinde oluştu. Dolayısıyla bizler, tırnak içerisinde söylüyorum ‘şizofrenik’ bir zihinle büyüdük.