
Görünmeyen bir şey var, bir el gibi, onu görmüyorum fakat duyumsuyorum. Beni o yana bu yana itekliyor…
“İşte! Başınızı biraz kaldırın… Kaşlarınızı çatmayın… Gülümseyin… Gözlerinizi kameradan ayırmayın… Üçe kadar sayıyorum… Dikkat! Kımıldamayın! Yoksa resminiz çok kötü çıkar… Hazır! Bir, iki, üç…”
İki gün sonra akşam vakti, resimlerini almak için fotoğrafçı dükkanının merdivenlerinden tırmanıyordu. Fotoğrafçının verdiği makbuzu avucunda sıkıyordu. Anımsıyordu; iki gün önce fotoğrafçı sormuştu: “Bayım, adınız?” ve o da adını söylemişti.
“Vesikalık? Kart postal? Nasıl olacak?”
“Bir tanesi… Örnek olarak…”
“Öbür gün akşama hazır olur… Saat sekizde…”