ben de karıncayım…

yazdığım son şiir…
“… sen de karıncasın bilirim. ondan böyle durduraksız kalmışız!…”

ithaftır! 

h.h.

ben de karıncayım 

ben de karıncayım senin gibi
yangınımı yerin dibinde taşırım
kökünde kalbimin
bin yıl geçmiş her güneşe baktığımda gözlerim sanki
dört kolla sarılırım toprağa ondan
nişanlarımdan ne kaldı sana
dağılmışım tespih taneleri gibi
ben de karıncayım karınca senin gibi

Okumaya devam et “ben de karıncayım…”

Furuğ’un arkadaşına yazdığı mektuptan…

51 sene önce bu gün Furuğ aramızdan ayrıldı. Parlayıp sönen bir ışık gibi… ancak o aydınlık her gün daha da parlak bir şekilde zihinlere ve canlara işlemekte… 13 Şubat 1967’nin acı anısına karşın Furuğ’un arkadaşı Mehri Rahşa’ya yazdığı uzun mektuptan bir bölümünü Türkçeye çevirerek burada veriyorum:

“Canım Mehri. Umarım iyisin. Bu kadar geç mektup yazdığıma şaşırma. Sana mektup yazmamanın tadının ne olduğunu anlatmak istiyordum. Ama şaka, şaka. Sen kendin de biliyorsun ki ben öyle biri değilim. Bilmiyorum neden bu akşam canım seninle konuşmak istiyor. Hava bir tuhaf olmuş. İnsan bahar delişmenliğini cildinin altında duyumsuyor. Bir süre caddede yürüdüm. Sonra eve geldim. Sen gittiğinden beri yaşamım her gün başka biçimde. Ama genel olarak her şey olması gerektiği gibi olmakta. Demek istediğim şu ki bütün olayları oldukları biçimde ve formda kabulleniyorum ve başka beklentim de yok.

Hatırlarsan ben o konser gecesinde daha yeni yeni rahatlamıştım ve sonradan olanları da biliyorsun. Gecenin karanlığında ışıyıp sönen bir parça elmas gibiydi ve ben bittiğini sanmıştım. Bende uğursuz bir şey uyanmıştı ve ben ona teslim oldum. Bir süre kendimi boş ve boğulmuş olarak görüyordum. Bir çukurda biriken, üzerini çalıların örttüğü, kendi içinde kokuşup uçan bir avuç su gibi. Bir şeyler olabileceğini hiç düşünmüyordum ta ki geçenlerde bir gece senin eve gittim, her zaman olduğu gibi radyonun düğmesini çevirdim, yine onun sesi. Bilmiyorum nedense, uzun zamandan sonra aniden kendimi buldum. Kendim oldum. İşte o zaman onu aradım. Senin bildiğin deliliklerden işte. Onun, bir çeşit şaşkınlık ve beklenmedik sevinçle karışık telefondaki ilk sözcüğü beni sarstı, sarhoş etti ve bende saçma bir emniyet ve güven duygusu oluşturdu. Yani yine koşarak gittim ki ömrüm boyu ondan duymadığım sözleri duyayım diye. Bana, “Diğerleri su gibiler, gelirler, giderler… ama sen arkın dibindeki kumlar gibisin. Kalırsın, kalırsın ve ben tekrar baktığımda var olduğunu görürüm,” dedi. Dilsiz, belirsiz ve aşina olmayan bir durumum vardı. İlkbaharın ilk günlerinde uzun ve soğuk bir uykudan uyanan, tomurcuklarının kımıldanışını ve gelişimini ince kabuğu altında duyumsayan, sessiz ve uğultulu bir bekleyişte soluyan bir ağaç gibi olmuştum. Ondan ayrıldığımda bilmiyorum nedense caddelerde koşup kafamı duvarlara vurmak istiyordum. Bilmiyorum neden birsi yüzümü tokatlasın istiyordum. Bende bir şey uyanmıştı ve bir deniz gibi kabarıyordu ve benim cismim ona yetmiyordu. O zaman kendime dedim ki aptal, onun sana bağışladığı bunca aşk ve bunca yaşamdan sonra sen neyin hesabını gidiyorsun, neye değer veriyorsun? Bende şiir kaynıyordu ve ben yine delilik ettim. Yani sevdiğim bütün aptal insanları bir kenara attım. Bütün planlar ve inşa programları alt üst oldu. Çocukların dediği gibi, aile kurma programları, hepsi öyle kun-fe-yekun oldu.

Artık ömrümün sonuna kadar kimse beni almaz. Ama Mehrican bunun ne önemi var ki?…

…”

(h.h.)

Etkinlik:

Otomatik alternatif metin yok.

froughi

 

Şiir ve çeviri!

Ben dili anlamıyorum. Ve çok masum görünen ve insanı hemen rengârenk ışıltılarla örülen ağına çeken şiir ve çeviri gibi hilekâr ve bir o kadar fettan bir konuya yazı yazmam konusunda dostane bir davete olumlu ve samimi yanıtımı verdikten sonra şu anda siz burada değilken sizin buradalığınızda yazmakta olduğum –ki kabul görürse ben olmadan benim buradalığımla okunacak- bu yazıyı düşünürken ve yazarken, çeviri eyleminde Tsunami dalgaları gibi zavallı çevirenin zihnine saldıran iki dilin tümübirdeninin birinin diğerine nasıl çevirebilirliliği (translation) ve dönüşebilirliliği (transformation) olanaklarını ve olasılıklarını ve aynı zamanda olanaksızlığını açıklama konusundan nasıl kıvırıp sıyıracağımı düşünüyorum! Bencilce tabii. Ama düştüğüm bu cazibenin merkez çekinden kaçış olmadığına göre, konuyu alt edebilme görüntüsüne girmem açısından, kendimce şu noktadan başlamayı daha uygun buldum: Derrida der ki “… çeviri gerekli olduğu kadar imkânsızdır!”

Okumaya devam et “Şiir ve çeviri!”