bir cinayetin kehaneti: dudakların nerede?

Bir şair, yazar, düşünür nasıl öldürüldü?[1]

Bu yazıyı Mohammed Mohtari’nin doğum günü anısına yayınlıyorum

Şair ve yazar Mohammed Mohtari’nin oğlu Siyavoş Mohtari, babasının cesedini 9 Aralık’ta adli tıp morgunda tanıdı. Altı gün öncesinde bu şairin cansız bedenini, cebinde alış veriş kuponu ile Eminabad çöllerinde bulmuşlar. Enformasyon Bakanlığı’nın katillerinden Mehrdad Alihani, Mohtari’nin kaçırılıp öldürülmesini şöyle anlatıyor:
“30 Kasım 1998’de Enformasyon Bakanlığı çalışanlarından Musevi, Enformasyon Bakanı Dori Necefabadi’nin yanına gidiyor ve Dariyuş Fruher ve eşinin öldürüldükleri hakkında rapor veriyor. Ardından Musevi, Alihani’ye İran Yazarlar Birliği işinin bitirilmesini istiyor ve Birliğin işini en hızlı şekilde bitirilmesini önemle vurguluyor. Yazarlar Birliği’nin en önemli faal üyelerinden Huşeng Golşiri, Mohammed Mohtari, Mansur Kuşan, Ali Eşref Dervişiyan, Mohammed Ali Sepanlu, Mohammed Cafer Puyende ve ٍEmir Hasan Çehelten’e ait yedi dosya gündeme alınıyor. En önemliden başlanılmasına karar veriliyor.

Okumaya devam et “bir cinayetin kehaneti: dudakların nerede?”

görürsem seni…

Geçenlerde Mohsen Namcu’nun icrasıyla çok bilinen bir şarkıyı dinledim. Bu şarkıyı yıllar önce Feridun Foruği ve Mohammed Reza Şeceryan da icra etmişler. Mohsen’ın icrası kendine özgü.
Şiirlerine gelince. Şairi tartışmalıdır. Kimine göre Tahire Gorretülayn’a aittir. Ancak birçok araştırma bunun böyle olmadığını göstermekte ve Tahire İsfahani, Tahir Kaşani ve Mohammed Bager Sohbet Lari ve İkbal Lauri’nin de adları verilmektedir.
Şarkı sözlerini çevirmemin nedeni ise Youtube’da alakasız çeviriler olmasından dolayıdır. Şiirin özelliği tekrarlanan sözcükler ve dizelerin kulağa hoş gelen ritmidir.

 

Gözüm düşer de görürsem seni yüz yüze karşı karşıya / anlatırım üzücümü sana nükte nükte, ince ince
Gördükten sonra seni saba gibi düştüm yola / ev ev, kapı kapı, cadde cadde, sokak sokak
Gönül kanı firakında akar iki gözümden / Dicle Dicle, deniz deniz, çeşme çeşme, ark ark
Küçücük ağzının çevresi amber hatlı yüzün / gonca gonca, çiçek çiçek, lale lale, koku koku
Kaşın, gözün, benin senin gönül kuşun avlamıştır / istek istek, yürek yürek, sevgi sevgi, huy ve huy
Senin sevgini hazin yürek örmüş gönül kumaşına / iplik iplik, sap sap, çözgü çözgü, tel ve tel
Tahire kendi kalbinde, aradı görmedi senden başka / Sayfa sayfa, kat kat, perde perde, iç ve iç

Sohrab Tahran’dan mektup atmış…

Tahran,

5 Eylül 1962

Sevgili dostum, peş peşe gönderdiğin mektuplar bizden boşalan evin adresine geldi. Babam öldü ve biz yer değiştirdik. Babamın ölümü beni benden almadı. Huzuruma çabuk kavuştum. Bizim hayatımız kocaman bir uyumun bir parçasıdır. Kendimizi bu parçanın değişimlerine vermeliyiz. Babam yatağında ölüyor, bir arı ise evin havuzunda. Büyük dert ortaklığına kavuştuğumuzda, yakın bağlılıklar yerini her yanı içeren bağlılıklara bırakır. Bütün akrabaların bizim evde toplandığı ve gözlerin ıslak olduğu gün ben Nazımabad’da derelerde yalnız başıma dolaşıyordum. Kendimi her şeyle uyumlu görüyordum. Bazen bütün otları koklamak, ağaçların içine girmek, taşları kendimde yuvarlamak istiyordum. İçim güleç ve güzeldi. Seyretmenin hüznü, ki daha önce ondan söz ederdim, bir kenara çekilmişti ve onun yerini bir şey almıştı; onu dolaysız bakışın kaynayışı diye yorumlamak mümkün. Sabahın alacakaranlığında, dağlardan tırmanırdım, mehtapta dalların ve yaprakların serinliğine dokunurdum. Gece vakti, ırmağın sesi düşlerimin derzlerinden akardı. Bazen eskizler çıkarırdım.

Okumaya devam et “Sohrab Tahran’dan mektup atmış…”

Sohrab Sepehri: beni çağıran ses

Sohrab Sepehri’nin yazdığı Mavi Oda adlı uzun metinden bir parçadır.

Tümü yakında yayınlanacak!

Bağımızın dibinde bir ahır vardı. Ahırın üstünde ise bir oda vardı. Maviydi. Adı Mavi Oda’ydı (biz ona Mavi Oda derdik). Ahır hemzeminden biraz alçaktaydı. Öyle ki yemliğin üstündeki küçük pencereden hayvanların başı görünürdü. Mavi odanın koridoruna birkaç basamak merdivenle gidilirdi. Mavi oda, toprağın samimiyetinin hakikatinden uzak değildi. Biz bu odada yaşardık. Bir gün annem Mavi Oda’ya girer. Odanın bir nişinde çember olmuş bir yılan görür, korkar, hem de nasıl. Aynı gün Mavi Odadan göç ediyoruz. Evin kuzeyindeki odaya geçiyoruz. Beyaz bir pencderi[1] odaya. Sonuna kadar da bu odada kaldık ve Mavi Oda sonuna kadar boş.
**
**
Mavi Oda Mandalay’dı ve ben rahatça bu Mandala’nın içine yol almıştım. Dini söylemler havasında bir dram cereyan etmemişti. Mandala’nın doğu kapısının eşiğinde (Mavi Oda’nın doğu kapısı) Mandala’ya bir çiçek atayım diye gözlerimi kapatmamışlardı. Ama ben açık gözlerimle atmıştım: ilkbaharlar aklımda. Bazen bir kadife çiçek koparır ve Mavi Oda’nın ortasına atardım. Bilmiyordum neden.

Okumaya devam et “Sohrab Sepehri: beni çağıran ses”