Sohrab Sepehri’den bir şiir ve de filmi!

aydınlık, ben, çiçek ve de su

sohrab sepehri

ç: h.h.

bir bulut yok.
rüzgar yok.
oturuyorum havuz kıyısına:
balıkların seyri, aydınlık, ben, çiçek ve de su
yaşamın tertemiz salkımları…

annem reyhan topluyor
ekmek, reyhan ve peynir
bulutsuz bir gök
ıslak petunyalar…
mutluluk çok yakın: hayattaki çiçeklerin arasında!

bakır kasede nur, ne güzel okşamalar dökmekte!
merdiven bu yüksek duvardan
sabahı yeryüzüne indirmekte
her şeyin gizli gülüşü ardında.
Okumaya devam et “Sohrab Sepehri’den bir şiir ve de filmi!”

boğuluyorum!

Boğuluyorum bu ikiyüzlü pisliklerin karanlık havasızlığında! Boğuluyorum söz bulamayınca haykırmaya, boğuluyorum söylediklerini duyamadığımda, söylediklerimi duyamadığında…

bir soluk almak için derin, derin dinliyorum şu anda:

Ahmedi Nejad Olgusu

Afgan bir gazetecinin, seçimlerde hileyle ikinci kez seçilen İran eski cumhurbaşkanı Ahmedi Nejad hakkındaki yazısı!

Ahmedi Nejad garip ve aynı zamanda tanıdık bir olgudur. Onun davranışı birçoğunun gözünde, elinde silahıyla bir Besic[1] gencinin kaba ve hakaret dolu davranışını canlandırır, saygın vatandaşları öyle küçük düşürür ki artık hiçbir şeyi gözü görmez; toplumsal onurları, kültürel değerleri ve beğeni ve tutumları ayaklar altında alınır, özel yaşamlarına tecavüz edilir ve propaganda sistemi sürekli damdan duvardan herkesin şükretmesi gerektiğini çığırır; güya ülkede üçüncü bin yılın mucizesi gerçekleşmiştir! Ahmedi Nejad varoşları organize gücün merkezini güçlendirsin diye organize ediyor, yoksul halkı kendi arabasının arkasından koşturtuyor ve onlar da koşuyorlar, bir birlerini itekleyerek, birbirlerine omuz atarak, gürültü patırtı kopararak, toz toprak içinde! Ahmedi Nejad sürekli cihat içinde olan sultanlar cinsindendir. O merkezin servetini, sınırların imarı için değil, sınırları yeniden ele geçirmek için ve kulluk halkasına eklemek için boşaltır. O düzenin mühendisidir; ama İslam hükümetinin ilk başındaki mühendisler gibi değil, hani mollaların hizmetine girdiler yapıcı olsunlar ve teknoloji ile imanın birleşmesinin mucizesini gözler önüne sersinler diye mühendisler vardılar ya! Önce teknik imanın hizmetindeydi. Ahmedi Nejad konu olunca iman kendisi bir teknik konu olur. O doktor-mühendis olmuş bir remmaldır[2]! Onun kafasında cin ve atom, mucize ve santrifüj, miraç ve füze yan yana dizilmişler. Ahmedi Nejad herkese ders verir, o anasının gözüdür, mollaların meclisinde bile din dersi verir, ayı oynatanın yanında külhanbeyidir!
Okumaya devam et “Ahmedi Nejad Olgusu”

bırak gideyim!

kaçıyorum senden
kaçtıkça kahretsin yaklaşıyorum
bırak öleyim.

o sokağı sen bilirsin bir de kirli sokak kedileri
bir de ben
o ki sarhoş bıraktın uzun bir hayat içinde
sokaklar dar
bir sen bilirsin ah
bu çarşıda beni de sat

sen orada öksüz ve lal
ben burada konuşkan ve yalan
bir ırmak akar
sonrası ölüm!

(düzeltmesiz bir öyle bir şey-h.h.)

seni unutmayı öğret bana!

birbirine susan yıllarca iki akkavaktık ayrıldık
bulutlar doluşmuştu saçlarına
gözlerimin yamaçlarında sis
ahu ürkmesi sesinde
ikindi vakti sahilde
bu yüzden seni unutmayı öğret bana

kimi öyküler var başlamadan biter
kimi öyküler bitince başlar
kimi geceler şarapla sabahladık
kimi sabahlar koynunda saklandım
pencereden bakarsın sokağın öte yanı matem
pencereye bakarım köz yağmuru gözlerime
işte bu yüzden seni unutmayı öğret bana

bu eski ahşap masa bulutlu bir boğaz vaktine konmuş
soluk küskün dudaklarına çalar
bir tadım peynir, bir dilim karpuz
parmaklarımızın ucuyla dokunuruz
bıraksan kayıp gidecek bir leylak kokusu
gibi çarşıda köz üstünde kahve cezvesi
demem o ki çaresiz bu bahar vakti
seni unutmayı öğret bana!
(h.h.)

Bir Yaradılışın Öyküsüdür!

“Sana mürtet oluyorum, sana ulaşmanın tadına yeniden varayım diye!”

Tebriz’li Şems

Seni ilk ne zaman gördüm bilmiyorum, unutmuşum, 1976 mıydı?  Hayır o ilk zamandı. Zamanın başlangıcı ve sen ilk kadındın, başlangıcın kadını. Hayat da oradan başlıyordu. Bunu sonra fark ettim. Sen: “Bu bizim Tebriz, Petersburg’un ikiz kardeşidir!” demiştin. Şehrin ortasından geçen Kuru Çay üzerindeki Taş Köprü’nün korkuluğuna dayanmıştın. Bir Mayıs gecesiydi. Yüzünde ay ışığı nereden başlıyor nerede bitiyor, kestiremiyordum. Gülmüştüm ve ilk zamanın mutlak karanlığı kalkmıştı ve yaradılışımın altı günü başlamıştı. “Ne?” diye sorunca gülmüştün. O gün Tebriz ayaklanmış, biz ölümden kaçmış, birkaç cop darbesiyle kurtulmuştuk. Bayraklarımız da yırtılmıştı. Köprübaşına ben geç kalmıştım. Sen: “Nerdeydin deli oğlan merak ettim.” demiştin ve elimden sıkıca tutmuştun. Sanki bıraksan Erk Meydanı’ndaki bütün güvercinler oradan uçuvereceklerdi.

Okumaya devam et “Bir Yaradılışın Öyküsüdür!”