https://twitter.com/hasimhusrevsahi/status/1079020633722372097
Ne zaman şen şiir söyler o dem ki gönül hüzünlüdür
Bir nokta dedik bu anlamdan o ise işte budur
Mey kadehi ve yürek kanı, her birini birine verdiler
Kısmet halkasında durum böyle olur budur
O çarşıda şahit ola bu ise perdede otura
Gül suyu ve gül işinde ezeli hüküm budur
Kim ki ilham veren bu kurgudan anlamaz
Çin ressamı olsa da nakşı boşunadır
(Şirazlı Hafız, H.H.)
1-
ne zaman gitsen penceremde kar uçuşur soba soğur
avlu susar ayna susar
rüzgâr kapının pencerenin derzini bulur
sevdalı adam kepini sever bir de uzun yakalı paltosunu
ne zaman gitsen
çorba da ısınmaz bir türlü kâğıt küser kalem kırılır
dükkânlar birden kapanır şehirde
sevdalı adam kedilerin mırıltısını sever bir de resmini
ne zaman gitsen kıyametin bin yıllık saatleri başlar tik tak
duvardaki saat büyür odalar genişler saksılar pörsür
yastık ölümün öyküsünü anlatır sağır da olmaz kulaklarım
sevdalı adam senin ayak seslerini sever güneşi beklemez aya aldırmaz
sevdalı adam kendi masalındaki kuyulara iner sen gidince
kuyu dibinde devin canının camını kırar da kurtulmaz
ne zaman gitsen kuyu başında kimse yok kurtarmaya
sevdalı adam orada senin gözlerini sayar
2-
sen döndüğünde güz havalarını seviyorum gözlerinin
ışıltılı şehir vitrinlerine çalar yapraklar
sen döndüğünde kestane dumanı
merdivenli caddede kestaneci güler
boynundan üç kez öperim
sen döndüğünde ay ışığını seviyorum teninde
kollarını açınca
kumsalında uzanmanın rehaveti var gülüşümde
boynundan üç kez öperim
yeşil çayı seversin
ben de severim eteklerini
Karadenizlerin fırtınalıdır senin
seviyorum burgacını her dönüşünde
içine düşüp gitmeleri ve gelip uyumaları da
döndüğünde ölümümü saçlarında sakla
ben ölümle saklambacı da seviyorum koynunda
köşelerini senin kapmacayı da
(h.h.,dil tutulmalarım)
seni seviyorum diyen
şarkılarını yitirmiş
hüzünlü bir sarhoştur,
keşke sevdanın
konuşkan dili olsaydı.
bin şen püsküllü var
senin gözlerinde
benim gırtlağımda
bin suskun kanarya,
sevdanın keşke
konuşkan dili olsaydı.
seni seviyorum diyen
kendi ay ışığını arayan
bir gecenin hüzünlü kalbidir
keşke sevdanın
konuşkan dili olsaydı.
süzülüşünde bin güleç güneş var senin
bin ağlayan yıldız
yalvarışımda,
sevdanın keşke
konuşkan dili olsaydı.
(Ahmed Şamlu, h.h.)
son balat
kimse durmamıştır orada ya da burada
öyleyse dudağının neresi özgür kılar beni?
hiçbir yerden iki nokta gözlerine değin
ki yer değiştirmiştir ancak
öylece kendini ıstırabına sürükleyen
uzun gölgemi görür
kuzey, mor bir kavistir güneye kadar
bulutta ve bir dalganın martısı yok olur
ve değişmiş olan sadece güneştir…
dudakların nerede?
gündüzün sesi yüksektir ancak dünya kısa
cümlenin bitişine tam da bir sözcük kala
ve ne kadar kulak kabartsam sadece
kendi suskumu süslerim
ve dama dayanan güneş öylece kendi ıslığını çalar
arkada köprüler yakılmış
ve önde
dünyanın külü olan kum
iç’in gölgesinde süreğen günbatımı yerleşmiş
ve dizlere varan gece dayancı kısaltır.
nasıldır dudakların?
ki çıplaklığın patlayışı, sessiz dur duraksızlıkta taşlaşır
kutup havası
İran halısını yıpratmış sanki
hiçbir eser yoktur
bakıyorum da
sadece o sözcük geçmiş olsaydı
bir göz açıp kapamada geçerdi yol
çocuk dönerdi haylazlığa
ve dört yolda kolunu atardı senin boynuna…
nerede dudakların?
toprağın gözü yolda!
(Çeviren: h.h.)
Bu bağlantıda ve bu bağlantıda konuyla ilgili diğer yazıları okuyabilirsiniz.