Gül suyu ve Gül!

Ne zaman şen şiir söyler o dem ki gönül hüzünlüdür
Bir nokta dedik bu anlamdan o ise işte budur

Mey kadehi ve yürek kanı, her birini birine verdiler
Kısmet halkasında durum böyle olur budur

O çarşıda şahit ola bu ise perdede otura
Gül suyu ve gül işinde ezeli hüküm budur

Kim ki ilham veren bu kurgudan anlamaz
Çin ressamı olsa da nakşı boşunadır

(Şirazlı Hafız, H.H.)

sen gidince ve dönünce sen…

1-

ne zaman gitsen penceremde kar uçuşur soba soğur
avlu susar ayna susar
rüzgâr kapının pencerenin derzini bulur
sevdalı adam kepini sever bir de uzun yakalı paltosunu
 
ne zaman gitsen
çorba da ısınmaz bir türlü kâğıt küser kalem kırılır
dükkânlar birden kapanır şehirde
sevdalı adam kedilerin mırıltısını sever bir de resmini
 
ne zaman gitsen kıyametin bin yıllık saatleri başlar tik tak
duvardaki saat büyür odalar genişler saksılar pörsür
yastık ölümün öyküsünü anlatır sağır da olmaz kulaklarım
sevdalı adam senin ayak seslerini sever güneşi beklemez aya aldırmaz
 
sevdalı adam kendi masalındaki kuyulara iner sen gidince
kuyu dibinde devin canının camını kırar da kurtulmaz
ne zaman gitsen kuyu başında kimse yok kurtarmaya
sevdalı adam orada senin gözlerini sayar
 
 
2-

sen döndüğünde güz havalarını seviyorum gözlerinin
 
ışıltılı şehir vitrinlerine çalar yapraklar
sen döndüğünde kestane dumanı
merdivenli caddede kestaneci güler
 
boynundan üç kez öperim
 
sen döndüğünde ay ışığını seviyorum teninde
kollarını açınca
kumsalında uzanmanın rehaveti var gülüşümde
 
boynundan üç kez öperim
yeşil çayı seversin
ben de severim eteklerini
Karadenizlerin fırtınalıdır senin
 
seviyorum burgacını her dönüşünde
içine düşüp gitmeleri ve gelip uyumaları da
 
döndüğünde ölümümü saçlarında sakla
ben ölümle saklambacı da seviyorum koynunda
köşelerini senin kapmacayı da

(h.h.,dil tutulmalarım)

keşke sevdanın konuşkan dili olsaydı!

seni seviyorum diyen
şarkılarını yitirmiş
hüzünlü bir sarhoştur,
                       keşke sevdanın
                       konuşkan dili olsaydı.

bin şen püsküllü var
senin gözlerinde
benim gırtlağımda
bin suskun kanarya,
                       sevdanın keşke
                       konuşkan dili olsaydı.

seni seviyorum diyen
kendi ay ışığını arayan
bir gecenin hüzünlü kalbidir
                        keşke sevdanın
                        konuşkan dili olsaydı.

süzülüşünde bin güleç güneş var senin
bin ağlayan yıldız
yalvarışımda,
                       sevdanın keşke
                       konuşkan dili olsaydı.

(Ahmed Şamlu, h.h.)

burgazada öğretmenler evi ile ilgili görsel sonucu

unutulmayan şair

Tam yirmi sene önce bugünkü gün, Mohammed Muhtari (21 Nisan 1942-3 Aralık 1998) evinden ekmek almak için çıktığında İran Enformasyon Bakanlığı’nın profesyonel katillerince kaçırılıp katledildi. Muhtari, İran Yazarlar Birliği Yürütme Kurulu üyesi, şair, felsefeci bir devrimciydi. O kara günler boyunca onlarca yazar ve düşünür bu bakanlığın rezilleri tarafından sıralı cinyatlerde kurban gitmiştir. Anıları İran’ın yazarları, şairleri, düşünürleri, aydınları ve vicdan sahibi vatandaşlarının gönlünde ilelebet yaşayacaktır.
Burada onun katillerinin adlarını ve başlarına gelen olayları vererek bu güzel insanın adı ile yan yana gelmesini ve de sayfamın kirlenmesini istemiyorum.

Mohammed Muhtari’nin Son Balat adlı şiirini onun unutulmaz anısı için çevirip yayınlıyorum.

 

son balat
 
kimse durmamıştır orada ya da burada
öyleyse dudağının neresi özgür kılar beni?
hiçbir yerden iki nokta gözlerine değin
ki yer değiştirmiştir ancak
öylece kendini ıstırabına sürükleyen
uzun gölgemi görür
kuzey, mor bir kavistir güneye kadar
bulutta ve bir dalganın martısı yok olur
ve değişmiş olan sadece güneştir…
 
dudakların nerede?
gündüzün sesi yüksektir ancak dünya kısa
cümlenin bitişine tam da bir sözcük kala
ve ne kadar kulak kabartsam sadece
kendi suskumu süslerim
ve dama dayanan güneş öylece kendi ıslığını çalar
arkada köprüler yakılmış
ve önde
dünyanın külü olan kum
iç’in gölgesinde süreğen günbatımı yerleşmiş
ve dizlere varan gece dayancı kısaltır.
 
nasıldır dudakların?
ki çıplaklığın patlayışı, sessiz dur duraksızlıkta taşlaşır
kutup havası
İran halısını yıpratmış sanki
hiçbir eser yoktur
bakıyorum da
sadece o sözcük geçmiş olsaydı
bir göz açıp kapamada geçerdi yol
çocuk dönerdi haylazlığa
ve dört yolda kolunu atardı senin boynuna…
 
nerede dudakların?
toprağın gözü yolda!

(Çeviren: h.h.)

‫محمد مختاری‬‎ ile ilgili görsel sonucu

Bu bağlantıda ve bu bağlantıda konuyla ilgili diğer yazıları okuyabilirsiniz.