Şubat 2017 tarihinde kaleme alıp yayımladığım bu makaleyi, hissettiğim önemi nedeniyle bir kez daha yayımlıyorum. Yeniden okumaya değer diye düşünüyorum! (h.h.)
Put tapılan bir nesnedir. Put tapılan bir nesneye atfedilmiş olan putu yapan birey(ler)in değerlerinin tümübirdenidir. Put tapılmayı süreğen kılan tapan tarafından içeriğine göre değersiz nesneden yapılmış hükümranlık-kölelik ilişkisinin sürdüğü yaratılmış zihinsel bir alandır. Put boyun eğmeye gönüllü olan tarafından yaratılan boyun eğmenin simgesidir. Put, kendisine yaratan tarafından ona atfedilen ve kökleri putu yapanın korkularından/inanışlarından su içen dokunulmazlıkların bütünsel somutlaşması ve bunun devamlılığını sağlama aracıdır.
Putu tanımlamaya devam edebiliriz, ancak putun ne olduğundan daha önemli olan onun ortaya çıkışının sürecini tanımlamaktır. Birey (ve de aynı zihinsel değerler ve inanış paylaşımı olan bireylerden oluşan toplum) bir çamurdan, tahta parçasından, taştan veya başka bir maddeden bir şekil, bir heykel, bir simge oluşturur. Bunu oluştururken zamanını harcar, emeğini harcar, ruhsal ve zihinsel enerjisini harcar ve tüm bunları gönüllü olarak yapar. O taş parçası, bir taş parçası olmaya devam eder ta ki onu yontan, biçimlendiren ve oluşmasına emek harcayan birey(ler) tarafından, görünmez bir değer aktarımıyla, ona bir erk kazandırılıncaya kadar.
O andan sonra, sanki o cansız nesneye “ruh” üflenir. Cansız nesne, odanın rafında durmaya devam ederken artık o değer aktarımı öncesindeki nesne değil. Birey ona erk, yetki, güç ve elinde ne varsa bağışlamıştır. Birey iradesinden, gücünden, bağımsızlığından ve birey olma yetisinden gönüllü olarak vazgeçtiği, yoksunlaştığı, boşaldığı, bittiği ölçüde o nesne bireyin gözünde daha da anlamlı olmaya, büyümeye, güçlü olmaya, dokunulmaz olmaya ve onu oluşturan bireyin (ve toplumun) her şeyine hükümran olmaya başlar. Öyle ki birey onun önünde diz çöker ve ondan hastalığının iyileşmesini, akşamın ekmeğinin eksik olmamasını, bir çift çocuk vermesini, evini selin harap etmemesini, bunca fırtınanın artık sürmemesini, denizin sakinleşip balığın bol olmasını, tarlasının bereketli olması için yağmurun yağmasını ve ardından güneşin parlamasını, ateşler içinde yatarken içindeki ateş ve hastalık şeytanının onun vücudundan uzaklaşmasını sağlamasını vb şeyler diler. Yalvarır. Önünde mum yakar, gözyaşı döker… Böylece birey yarattığı putun hükümranlığından çıkmanın dehşet korkunç olacağını, bunun bireyin hayatını mahvedeceğini, mutluluğunu sona erdireceğini düşünmeye ve dahası ona göre davranmaya başlar. Birey bitmiş ve put bireyin hayat gemisinin dümenine geçmiştir. Toplum da aynı şekilde. Artık birey/toplum yoktur! Birey/toplum ölmüştür: yaşasın put!
Boyun eğmelerimiz aslında, kendi değerlerimizin, gücümüzün, özgürlüğümüzün, muhakeme erkimizin, kısaca insan olma yetimizin gönüllü olarak bir başkasına, bir değersize atfetmemiz, aktarmamız, temsilen ve gerçek olarak ona vermemiz sonucu ve bunun devamında ona verdiğimiz kadarıyla, ya da kendimizden yoksunlaştığımız ölçeğinde oluşturduğumuz zihinsel ve davranışsal coğrafya ve alanda ortaya koyduğumuz bir davranış biçimidir. Birey olarak da toplum olarak da bu böyle olmuştur.