Ana dilde eğitim: Hikayenin özü!

Anadilde konuşma, anadilde yazıp okuma ve eğitim bir haktır. Verilen değil, doğuştan kişiyle var olan bir haktır. Göze sahip olma ve görme hakkı gibi, buruna sahip olma ve koklama hakkı gibi! BU hak sonradan birileri tarafından insanlara bahşedilmez!!

Anadilde konuşma ve eğitim hakkı verilmez ancak gasp edilebilir! Çoğunluğun egemen olduğu düzenlerde bu hak önceden gasp edilmişse sahiplerine iade edilir. Azınlık sermaye sahiplerinin düzeninde ise oyun başlar. Birkaç perdede oynanır bu oyun. Ama oyunu kısaca şöyle özetlemek mümkün: Aptal sermaye ana dilde konuşma, yazıp okuma ve eğitim haklarını gasp eder, korkar insanların en doğal haklarına kavuşmalarından. Böylece halkları kendilerine düşman eder! Akıllı sermaye o hakkı resmiyete tanır zira bilir böylece halkların yanında kendisini özgürlükçü tanıtabilir ve daha önemlisi o halkları kendi dilleriyle zehirleyebilir ve böylece onlar üzerindeki egemenliklerini sürdürmeleri kolaylaşır!

Şu anda yaklaşık 70 milyonluk İran’daki halkların % 75’nin ve bu arada %40 (yaklaşık 32-33 milyonluk) Türk nüfusunun bu hakları gasp edilmiştir. İran’ı parçalamak isteyenler için bulunmaz bir fırsat!

DSC_0009

şimdi gitmeliyim!

Bu şiiri Vehdan Abla’m için yazmıştım. Kış bitmedi, bahar gelmedi ve o gitti!

avuçlarımda yaktığım bu buruşmuş kağıt benim kaderimdir
kurşun kalemle yazdım      dumanı ondan karadır        kaşları çatık yağmur!
 
hep susturulmuş on dörtlük ölü gelinler vardı sesimde          duydunuz duymadınız
sizinle dağı aşmaya nefesim yetmedi             siz gidin bensiz
dağın diğer eteğinde beklerim           eteğimde yabani vişne dalları
 
gittiğiniz kumsaldan çakıl taşları toplayın benim için
duvar kenarlarındaki kimsesiz çiçeklere basmayın
onların gözüne benzer benim gözlerim
 
bahar ne zaman gelecek                   saçlarım bilirdi
ama bu kış belki hiç bitmeyecek                  
bahar belki de hiç gelmeyecek
bunu gelincikler söyledi         
sarhoş rüzgarda salınan o kırılgan öfke
 
bir daha geldiğimde soframız için kır çiçekleri toplayacağım
temizlikçi kadın çöp toplama abla diyecek biz güleceğiz…
 
şiir ezberleyemedim sevgilim senin için
seni ve beni yaktım
küllerimizi saçlarıma serptim
 
bilirsin avuçlarımda kınalı keklikler saklanırdı
gözyaşlarımda sarı sıcak günbatımı
eteklerimi çırptığımda günebakanlar bakardı
 
ben hiç doğmadım
ama ağladım hep
dokuzunda kardeşlerimin annesi ben
gönlümü sesini susturan ben
on yedisinde satılan ben
seni sevdiğimde sevmediğimden beş çocuk annesi ben
 
isyanım geç oldu geç
hücrelerim çürümeye başladığında baş kaldırdım
geç oldu adsız sevgilim!
 
böyle biteceğini hiç bilmezdim
 
şimdi gitmeliyim
sessiz ve mazlum
dökülen saçlarımı sabah rüzgarına veriyorum
güzelliğimi sana veriyorum kırlar
sana kumsallar dağlar
 
şimdi gitmeliyim        
bir avuç çakıl taşı bir de yol kenarındaki çiçeklerden alarak

yol kenarı

(foto, şiir: h.h.)

O ağlama!

Çünkü sen biliyorsun “başkalarının” özgürlüğü için ayaklanmayanlar her daim tutsak kalacaklar…

Kim ki Seyit Hamze Kabristanı’na gitmemiş, ki yaz olsun, öğlen saati olsun, rüzgar da hafiften essin, o rüzgar ki sadece mezarların tozuna toprağına gücü yeter, yetsin ve kaldırsın mezarların tozunu toprağını ve akkavakların -ki birileri onlara tebrizli der- dalına yaprağına kondursun ve o dallar ağır ağır kımıldasın ve toprağın altındaki Tebrizliler şarkılar söylesin ve o birisi ki bu şarkıyı duymamış ve çevresine örülmüş olan görünmeyen o büyülü ağı görmemiş, gurbetin ne olduğunu anlamaz!

Gurbet sadece uzaklık değil! Uzaklıktır. Sokaklardan, hayatın ve avlunun günbatımına yakın kokusundan, seni, çok uzaklarda kalmış olan seni kendi oyunlarının içine sürükleyen çocukların çığıltılı cıvıltısından, yakın uzak zamanlardaki varlardan nişan ve nişane olan şimdiki yoklardan uzaklıktır… Kaldı ki bu da değil! Gurbet uzaklara gitmek, uzak düşmek, uzak kalmak, uzaklara atılmak da değil sadece. Gurbet fırlatılmışlıktır da! Çizgilerden, anlamlardan, kelimelerden ve kelamdan fırlatılmışlık, zamandan…

Okumaya devam et “O ağlama!”

No other love can warm my heart…

The Master filiminden bir parça:

No Other Love can warm my heart
Now that I’ve known the comfort of your arms
No other love.
Oh the sweet contentment that I find with you
Every Time
Every Time.
No other lips could want you more
For I was born to glory in your kiss.
Forever yours
I was blessed with love to love you
Til the stars burn out above you
Til the moon is but a silver shell
No other love, Let no other love
Know the wonder of your spell.

yarın diye bir şey yok!

***

Getirdiğin mor çiçekleri vazoya koymak için mutfağa geçtim. Arkamdan geldin. Çayı pencerenin önünde içtik. ‘Bugün mesai yok mu?’ diye sordum. Sen, ne yani der gibi, ‘Vaaar!’ dedin. İçten içe sevindim. Demek acelen yoktu. Hemen kaçmayacaktın! Sigaranı yakarken, ‘Bir telefon etmeliyim,’ dedin. Doktor arkadaşınla bir hasta hakkında konuştun, biraz geç kalacağını eklemeyi de ihmal etmedin. Çaylarımızı alıp benim odama geçtik. Sen, yine cam kenarına attığım yatağımın baş kısmına yaslanarak uzandın. Teybim cam kenarındaki aralıkta duruyordu. Senin üzerinden abanarak teybin düğmesine bastım. “When I dream…” diye bir şarkı çalmaya başladı. Sonra, üzerine upuzun uzandım ve elinden sigaranı alarak sehpanın üzerindeki kül tablasına attım. ‘Sen kımıldamayacaksın,’ dedim. Kendini benim ellerime bırakmıştın. Kravatını açtım, sonra gömleğinin düğmelerini çözdüm. Açığa çıkan her yeri öpüyordum ve senin kımıltısız durman gerekiyordu. Yanakları alev alev yanan, yüreği ağzında çarpan ve çıldırmakta olan bir ölü gibi kımıltısızdın. Az sonra, çırılçıplaktın yatağımda. Seninle ilk sevişmemizin üzerinden bir yıl mı geçiyordu? Bu kez kendi yatağımda seni teslim alıyordum. Karnının üzerinde, dizlerimin üstünde durdum ve o, ‘komik’ dediğin sabahlığımı üzerimden attım.

Okumaya devam et “yarın diye bir şey yok!”

cesaret delirebilmektir

Cesaret unutulmuş bir bodrum katında karnına, yüzüne inen tekme tokatlara gülmek de değil!
Cesaret delirebilmektir. Bilerek, hissederek aşık olmaktır cesaret. Beni korkutan belki de Huriye’nin cesaretini görmekti.

Havuzun etrafına dizilen saksılardaki çiçeklerin sarardığı sıcak bir yaz günüydü. Huriye’ler bize misafir gelmişlerdi. O benden dört yaş küçüktü. Onlar geldiklerinde esas şenlik benim içimde başlardı. Huriye’nin adını duyunca karnımda bir şeyler ezilirdi. O kadar insan doluşurdu eve ama ben sadece onun sesini duyardım sanki. Sadece onun gözlerini görmek isterdim. Siyah iri gözlerini. Gülerken kirpikleri kaşına değerdi. Dilinin ucu, ısıracak gibi görünürdü. Yemekten sonra herkes öğlen uykusuna çekildiğinde, yüklüğün olduğu odaya geçerdim. Serin olurdu orası. O günlerde Verter’in Acıları’nı, Matissen’in Tüy adlı romanını yeni bitirmiştim.

Okumaya devam et “cesaret delirebilmektir”

Nevruz Bayramımız kutlu olsun!

heftsin

Binlerce yıldır ateşi Odlar Yurdununda ayakta tutan ve bölgeye ilk yerleşen halk olarak bilinen Azerbaycan Halkının yaratıp ve Farsından Arabına, Kürdünden Hindlisine bütün halklara armağan ettiği Nevruz Bayramı kardeşliğin, barışın, eşitliğin ve insanın insana olan egemenliğinin, ırkçı ve dinci bağnazlıkların son bulduğu günün umuduyla bütün insanlığa, özellikle de bütün bölge halklarına kutlu olsun!

ateş

Benim yaralarım tuzum tuzum der!

1 Mayıs Marşı:

Muhabbet bağında bir gül açıldı
Bir derdim var bin dermana değişmem
Yüküm lal’i gevher mercan saçarım
Bir derdim var bin dermana değişmem

Cümle kuşlar dile gelir yazım der
Gövel turnam Şam’a gelir güzüm der
Benim yaralarım tuzum tuzum der
Bir derdim var bin dermana değişmem

Şah Hatayi’m muhabbete bakarım
Ben doluyum ben dolana akarım
Güzel pirim bir dert vermiş çekerim
Bir derdim var bin dermana değişmem

Garipbülbül gönlüm eğler ses ile
Nicelerin ömrü gitmiş yas ile
Arayıp bulduğum gür heves ile
Bir derdim var bin dermana değişmem