(şiir ve fotoğraf h.h.)
Ay: Eylül 2012
yaz dedi terra incognita’m, yazdım
selamlarımla geldim sana gözyaşlarımla ezberlediğim aşk şiirleriyle ayetlerimle en şehvetli öpüşmelerle geldim inlemelerimle sana alevlerden çaldığım söylencelerle geldim dualarımla sana kırık bir güz akşamıyla leylak kokulu sokaklarımla geldim alın terimle geldim sana yalanlarımla sana ihanetlerimle sana öldürdüğüm havarilerimin kanı elimde sana unutulmuş dağ kovuklarındaki son kibritle sana şahin inişlerimle geldim güvercin korkularımla suskularımla geldim sana saksılarımdaki bahar sözcükleriyle ağrılarımla geldim fırtınalarımla yattığın sere serpe yatağına ölümlerimle geldim her bakışında yeniden dirilmelerimle dokunamadığım dokundukça doyamadığım benim sen benim buldukça yitirdiğim ben en ustalığımda bir siteminle çaylak keşifçi sen benim yüzyıllarımın terra incognita’m hep terra incognita’m sevgilim (h.h., 21/09/2012, foto Alıntı: They don't make flying horses like the used to..., Photo Credit: Warner Bros.)
Gelin Damat Oyunu
Öykü, Yazan: Belkıs Süleymani, Farsçadan çeviren: haşim hüsrevşahi
Zerican otuz altı yaşındaydı ve evlenmemişti daha. Küçük kardeşi eğitim için batıya gittikten sonra Zerican da yedi düvelden azat oldu. Önce mahallenin sandviççisi Ferzin Bey’e evlenme teklif etti. Sonra mahallenin manavı Ahmed Ağa’ya. Zerican sabahtan akşama gelinlik satan mağazanın vitrini önünde durur, gelinliklere öyle bakar öyle bakardı ki görenlerin ciğeri kavrulurdu. Sonunda bu çetin konu için aile meclisi toplanmak zorunda kaldı. Yaşlı ana, bütün kızlarından ve oğullarından Zerican’ın haline bir çare bulmalarını isteyerek, “Zerican her gün bin kere mezardaki babasının kemiklerini sızlatıyor,” dedi. Zerican’ın ağabeyi Ferhad, Zerican yatışır diye onun için sahte bir koca bulabileceğini ve düğün yapabileceğini söyledi. Ferhad’ın atölyesinde çalışan Abbas, Zerican’la evlenmeyi kabul etti. Görkemli bir evlilik ve düğün töreni düzenlendi ve Zerican fiilen gelin oldu. Ertesi günü, Zerican yeniden gelinliğini giydi ve Abbas Ağa’yı da damatlıklarını giymeye ve düğün töreni sofrasına oturmaya zorladı. Yeniden birbirinin ağzına bal sürdüler ve yüzükleri karşılıklı verdiler, taktılar. Bir ay içinde Zerican yirmi yedi kez gelin damat oyununu icra etti. Abbas Ağa, Ferhad Bey’e yakındı. Aile meclisi yeniden toplandı. Abbas Ağa’nın bir trafik kazasında ölmesine ve Zerican’ın dul kalmasına karar verildi. Abbas Ağa öldü ve herkes, bu arada Zerican da karalar giyindi ve ağıtlar yaktı. Zerican kırk gün karalarını çıkarmadı. Kırk birinci gün önce mahallenin sandviççisi Ferzin Bey’e sonra da manav Ahmed Ağa’ya evleneme teklif etti. Gelin damat oyununu çok özlemişti.
insan biraz da…
şarkımsın
gönlüm düşünce döşlerinin gülizarine/ terk ettirir dilin hicran hicazını / teninde tan atar kâh ye-gâh kâhsa se-gâh sürgün verir dudaklarında dilkeş gülümsemen / şehnaz geçer baharım ellerinde aaah / teninde tan atar kâh ye-gâh kâhsa se-gâh vurmazsa suzidil bil hayat teline / saçında tar susar yüzün hüzzame yüz koyar / teninde tan atar kâh ye-gâh kâhsa se-gâh inince gerdanının rastını buselik görünür / kürdi tefin çalar acemi ney nevasını / teninde tan atar kâh ye-gâh kâhsa se-gâh yıldızlarım ağar saçının saz semai’sine / sultan alevlerin düşer kanımın can dügahına / teninde tan atar kâh ye-gâh kâhsa se-gâh (h.h., 2005 ve sonrası şiirlerinden, musiki makamlarıyla düzenlenmiş bir şiir)
Joee’nin kaçıncı ölümü
-neden gecenin karanlığını döktün içime ayrılık diye o gece yıldızları eledin gözlerinden? yinelenen türkü… bank üstünde ölümünden habersiz düştüğünü söylemiştim, kara bir adamın siyah küçük bir düğüm gibi sabahın alaca karanlığından yoksun kocaman garda kör bir düğüm gibi, hiç bir dişlinin çözemediği hiç bir tırnağın söküp kanala atamadığı sabahın alaca karanlığında, yoksul bir türkü akarken kanalın bulanık sularına " Joee neredeydin dün gece?"[1] diye
sıra tabutlar ortasında
beni parkanın hangi cebinde taşıdığını unutma yeter! yanağımı tepinen cehennemine yaslamışım sıra tabutların öyküsü sevgilim… dağ eteğinden sıçrayan kaya parçaları çarpar acılarıma kulaklarım çıldırmış patlamalar ortasında sesini tanır toprak, barut ve kan kokularından geçer de gelir kokuların Yusuf’un kör kuyularında beklemem hep Mayıs aylarımsın kavruk yüzünle gelincik sürüsü dişinle yanağın arasında tütün acı emersin beni bırak beni unuttuğun cebinden geçsin kurşun sıra tabutlar ortasında yanında yatarım sevgilim (h.h.13/09/2012, Bolu) Photo: Three Soviet guerrillas in action in Russia during World War IIhttp://www.theatlantic.com/infocus/2011/09/world-war-ii-women-at-war/100145/