Musa dedi ki “kim benden daha âlimdir alemde?”
Yuşâ dedi ki “Biri vardır âlemde senden daha âlim.” Öfkelenmedi ve onunla kızgınlık eylemedi ki, “Bu ne sözdür?” diye, illa ona dedi, “Ha, ha! Nasıl söyledin?” Çünkü talipti.
Yuşâ da nebi idi, illa ki hüküm etmezdi. Hüküm o zamanlar Musa ile idi. Ve bu sözü de kendi yanımdan söylüyorum: Ben de şayet bir matlup bulursam, aynısını yaparım ve saklarım ki eyleyeyim, bir hicap oluşmaya.
Musa’nın bu öyküsünü ki sıcaktı –ki sıcaklığı gökyüzünü yakardı- soğuk mu soğuk söylerler.
Mecmeülbahreyn’e geldiklerinde, ehl-i zahire göre, Antakya yakınlarında, Haleb’e aykın, ya bir daha, bir kavle göre namaz kılardı, bir kavle göre at üstünde, su üzerinde sürerdi.
Uzaktan, gördü onu.
Şimdi Yuşâ dedi “Ben Hızır’ın işinin inceliğini bilirim. Konuşmaya dayanamam -ki bunu da yapabilirim-. Sen öyle uzak düşersin ki bir daha onu hiç görmezsin!” O döndü.
Şimdi, onlar kaldılar. Bir birleriyle sözler ettiler. Ondan şeyler sorar ve der ki “Ne buyurursun?” Hakka varmış Kelimullah’ın niyazına bak!
“Uyandırırım seni!” İnsanları uyandıranı diyor. “Nebi” uyandıran demek. Öyleyse, hakka uyanmıştı o. Uyandırır hakkın hakikatine.
İkinci kez sorunca, öfkeyle yanıtladı. O öfke nefsani değildi. Tanrı kullarında nefsani öfke ne gezer! Neuzibillah! O tanrının öfkesidir. Ondan sakınmalı.
Hızır alkış tutup sevinçten oynamaya başladı ki “Söyle artık! Kurtar beni! Bitir!”
Dedi, “Benden senin aranda uzaklık var,”
Musa uyandı. Dilber olduğunu gördü, mum sönmüş, saki uykuda!
Ne mutlu ona ki bir kul buldu ve Musa ile Hızır’ın hikayesini yüreğinde sakladı ve kendine imam eyledi.
Hazret-i hakka yalvarıyordum, “Beni evliyalarınla karışma nasip eyle onlarla hemsohbet olmayı!”
Rüyamda gördüm, bana dediler ki “Seni bir veli ile hemsohbet eyleriz.”
“Nerede o Veli?” dedim.
Başka bir gece gördüm, “Rum’da” dediler.
Bir müddet sonra gördüm. “Daha zamanı değil,” dediler.
(Makalat-i Şems, Farsçadan çeviri: h.h.)
Şems’in Tebriz yakınlarındaki Hoy şehrindeki Mezarı