İran’ın en çok okunan öncü şairi

Bu yazı Sohrab Sepehri’nin doğum günü nedeniyle kaleme alınmıştır

Yazan: Yezdan Salahşur

Sohrab Sepehri (Doğum. 7 Ekim 1928 tarihinde Kaşan – Ölüm, 21 Nisan 1980 Tahran) İran’ın en kalabalık muhatabı olan modern şairidir. Tabi ki hep böyle olmamıştır. Gerçekte, kan kanserine yakalanınca ve Tahran’da Pars Hastanesi’nde hayatını kaybedince yeni bir doğum başladı onun için ve şiirleri için. Genel muhatapların dikkatini çekti. Öyle ki birkaç kuşak onun şiirleriyle yaşadı ve yeni bir bakış açısıyla çevrelerindeki dünyaya baktı. Tabi o, ölümünden önce çizdiği resimlerle sınır ötesi üne kavuşmuştu ama şiirleri İran aydınlarının oluşturduğu ortamın boykotu nedeniyle, geniş muhataba ulaşamadı. Sepehri elbette kendisi de çok da medyada görünme, bulunma heveslisi değildi, kendisinin ve şiirlerinin siyasi olmaması nedeniyle de şiirlerinin hayranı olan krallığın ikinci şahsına (İkinci Pahlevi dönemi) himayesine “Evet” demedi.

Sepehri, Nima’nın öğrencilerindendi ve bir süre onun zihninin ve şiirlerinin etkisi ile eserler verdiyse de kısa sürede bu etkiden kurtuldu. Birçoğu onun modern şiire olan en büyük etkisinin Furuğ Ferruhzad’ın dördüncü ve beşinci kitapları üzerinde görüyor. Furuğ’un Golestan Stüdyosu’nda bulunuşundan ve sinema ile tanışmasından daha da göze çarpan bir etki… Sepehri’nin Furuğ’a etkisi, hatta onun Golestan’ın düz yazı öykülerinin etkisinden de daha belirgindir, o öyküler ki düz yazısı aruz vezinleri çerçevesinde biçimlenmişlerdir.

Modern Şiirde Yeni bir Dünya

Kaşanlıyım
fena sayılmaz yaşamım…
bir parça ekmeğim, bir parça zekâ, iğne ucu zevkim var
bir anam var yapraktan da iyi
dostlarım var akan sulardan daha hoş
ve bir tanrım var buralarda bir yerde
bu şebboyların arasında, bu uzun çamın altında
suyun bilinci üzerinde, yasasında bitkilerin.

ben Müslümanım
kıblem bir kızıl gül
namaz yerim pınardır, alın koyduğum yerse ışık.
ovalardır seccadem.
ben pencerelerin kalp atışıyla alırım abdesti
namazımda ay akar
onda ışık tayfı akar
namazımın arkasında taş görünür
namazımın tüm zerreleri billurdan
ne zaman ki rüzgar servilerde ezan okur
kılarım ben namazı
ben namazı otların tekbirinden sonra
dalgaların kad-kametinden[1] sonra…

Şiirin genel muhatapları Sepehri’yi gerçekte yayınlamış olduğu sekiz kitaptan oluşan Sekiz Kitap adlı eserle tanıyorlar: Rengin Ölümü, Düşlerin Yaşamı, Güneşin Molozu, Üzüncün Doğusu, Suyun Ayak Sesi[2], Yolcu, Yeşil Oylum, Biz Hiç/Biz Bakış. Bu sekiz kitaptan ikisi “manzume”, ya da çok ince düşünürsek, uzun şiir biçimindedir: Suyun Ayak Sesi ve Yolcu. İlk dört kitap ne genel ne de özel şiir muhataplarının yanında ünlü ya da onların ilgisini çekmiştir. Yolcu ve Biz Hiç/Biz Bakış adlı iki kitap ise genel muhataplarca pek sevilmemiştir. Gerçekte şiirin genel muhatapları Sepehri’yi Suyun Ayak Sesi ve Yeşil Oylum adlı eserleriyle tanıyorlar. Bu iki eser -ki iki öncü şiirdir- sadece günümüz İran şiirinde “çok okunan” ve şiir alanında kendinden söz ettirmekle kalmayıp onun ötesinde yirmi yıla yakın toplumdaki bir kısım insanın depresyonlarının tedavisinde de rol almıştır. Bu nedenle de İran’ın psikanalizinde “Şiir tedavisi” olarak adlandırılan yöntem bu iki kitaba borçludur. Şayet postmodern dönemin (bu dönemin İran’da ortaya çıkışından önce) tavırlarını ve yaklaşımlarını en çok içeren en belirleyici modern şiirden söz etmek istersek o şiir Sohrab Sepehri şiiridir. Sepehri’nin şiiri modernitenin mekanizmalarından yoğun bir şekilde yaralanan, döneminin şairlerine öneri sunan, modern dönemden önceki şiirin özelliklerini içeren ve elbette şiddetle taklit edilemeyen bir şiirdir. [Gerçi şiire yeni başlayanlar için dürtükleyicidir; üzerinden kopyalanan ama şiir mahfillerinde rüsva eden]

Sepehri, bizim modern dönemimizin değil çevresindeki dünyayı yeniden onaran ya da yeniden yaratan şairi, o aynı zamanda her şeyi kendisine ait olan başka bir dünya yaratan tekçe şairidir. Bu dünya uzak ya da yakın doğunun kimi metinlerine benzerlik göstermekteyse de bu benzerlikler, kendi döneminin şairlerinin çevrelerinin gerçekleriyle olan benzerliklerinden daha azdır ve o eserlere göre oldukça daha az bir şekilde eskil örnekler ve eserlerden etkilenmiştir. Şayet şiirsel sahanın yeniliği ve yeni dünya yaradılışı şiirsel eleştirinin tekçe miyarı olarak kabul edilseydi, kuşkusuz Sepehri İran modern döneminin en önemli şairi sayılırdı, ama biliyoruz ki bu iki miyar yazınsal eleştirinin tekçe ölçeği değildir.

Yirminci Katta Asılı Duran bir Cam Silici

Gerçi altmışlı yıllarda İran’ın modern döneminin en ünlü eleştirmeni Sohrab’a “Budacı aristokrat çocuk” diye lakap takmıştıysa da Sohrab’ın yaşamı, hatta onun tablolarının Avrupa’da satışından ve Tahran Güzel Sanatlar’daki derslerinden elde ettiği hatırı sayılır geliri ona orta halli bir yaşam sunduğu dönemde bile o aristokrat değildi . Sadelik onun yaşamının gözde vitrinindeydi. Kaldı ki ondan önceki yıllar da bu orta halli yaşam için bile bir mali durumu yoktu. Ellili yılların ortalarında, kara yoluyla Avrupa’ya gitti ve yarım yamalak bir bursla Paris Güzel Sanatlar Okulu’nda, litografi bölümünde kaydoldu. Sonraları bu yarım yamalak burs da kesildi. Ellili yılların sonlarında yıkımlar bırakan savaşı daha 12 sene önce geride bırakmış bir Paris’te yaşam ve eğitim, bursu ve hiçbir mali desteği olmayan bir Asyalı için facia olmasa da çok zordu. O yıllarda Avrupa vatandaşları için bile iş imkanı pek azdı, hele ki çalışma izni olmayan bir yabancı öğrenci için… kala kala sadece karşılığında insanların canı pahasına çalıştığı işler kalıyordu; sigortasız, iş emniyeti ve güvenliği olmadan, Fransız bir işçinin aldığı ücretin üçte biri kadar bir ücret karşılığında çok yüksek binaların camlarını silip temizleme işi gibi… yerden 80-90 metre yükseklikte olan yirmi katlı binalarda havada asılı durmak ve aynı zamanda ders okuyup resim çizmek… Sanırım bu işleri aristokratlar yapmazlar. Bununla bile bu lakap aydınlar topluluğunun ona karşı uyguladıkları altmışlı ve daha sonra yetmişli yıllardaki politikanın bir parçasıydı.

Bizimle Olmayan Bize Karşıdır

Şiir, İran meşrutiyet döneminden sonra hep siyasete bulaşmış, karışmıştı. Bu karışmışlık 19 Ağustos 1953 darbesinden[3] sonra daha da arttı. Öyle ki romans yazan şairlerin bile -ki Nima’nın öğrencileri tarafından “romantik şairler” diye lanetlenmiş mürtetlerdi- işbirlikçilikle ve sağcılıkla suçlanmamak için karnelerinde birkaç siyasi şiir bulunuyordu. Buna karşın, Sovyet Birliği’nin kurucusuna atfedilen “Bizimle olmayan bize karşıdır,” ibaresine benzer olarak modern şiir, o dönemin sol ülküleriyle anlam kazanıyordu ve Sepehri onlarla değildi. Bu nedenle de sol aydınların medyası onu boykot etti. Bu arada sadece Sirus Tahbaz, Areş Dergisi ile onun eserlerini yayınlıyordu ve onun altmışlı yılların başında biricik hamisi Furuğ Ferruhzad’dı. Furuğ’un ölümünden sonra ise öyle bir inzivaya çekildi ki yetmişli yılların seçki toplu şiirlerinde adı zoraki bir şekilde ve şiirleri ise tek tük sayfalarda, seksenli yıllardan sonra adları genellikle unutulan şairlerin isimlerinden sonra kaydediliyordu.  Edebiyat tarihi ancak, en iyileri gelecek kuşaklara tanıtmak için genel olarak kendini ideolojik bağlardan kurtarır.

Onun adı birkaç on yıldır beş İran modern şairi arasında ışıldamaktadır ve onun o yıllardaki karşıtlarının birçoğu, şimdi onun gözüyle dünyaya bakmak istiyorlar, siyasi kavramları ve politik cepheleşmeyi pek de kala almıyorlar ve o zamanki hatalarını soğuk savaş yıllarının toplu zihniyetinin etkisine bağlıyorlar. Heinrich Böll, “İkinci dünya savaşı yıllarında, şayet bir Alman’dan o günler boyunca ne yapıyordun diye sorarsanız, size Naziler vardı, biz yoktuk der. O zaman sormak lazım Hitler’i ve yaptıklarını alkışlayan o korkunç büyük kalabalık kimlerdi?” diyor.

Nimai Vezinlerde Muazzam Başarılı bir Şair

seyre yemin olsun
kelamın başlangıcına
güvercinin zihinden uçuşuna
kafeste bir sözcük var!
 
sözlerim bir parça çimen kadar aydındı
ben onlara söyledim:
kapınızda bir güneş var
açarsanız davranışlarınıza ışır
 
ve onlara söyledim: taş dağın süsü değil
metalin kazmaya süs olmadığı gibi
yeryüzünün avcunda nadir bir cevherdir
ki bütün peygamberler onun ışımasına hayrandı…

Sepehri, Şamlu ile aynı zamanda vezinsiz şiire yüz tutar ve bunun sonucu ise Düşlerin Yaşamı’dır. Ama Şamlu gibi o yola devam etmez. Geçerli nedeni de şu ki Şamlu o alanda pek başarılı olmadı ve onların yaratmak istedikleri dünya için Nimai vezinler daha fazla yaşam olanaklarına sahipti.

Şiirin genel muhatapları tarafından hiçbir zaman ilgi görmeyen Sepehri’nin mensur şiirleri, kendi zamanındaki avangart şairler için bile ilham kaynağı değildi. Gerçi o klasik şiirle başlamıştı ama onun eserlerinin bu bölümü söz müzikalitesinden tamamen boştur ve tümceler birbirleriyle uyumsuz söz müzikalitesine sahiptir. Gereksiz çetrefillik Sepehri’nin mensur şiirlerinin bir diğer özelliğidir ve çevirisi yapılmış şiirlerin dili (özellikle de Tagor ve eskil Hint eserleri) bu şiirlerin dili üzerine gölge düşürmektedir.

İmgelem bakımından da bu şiirler bir şeyi “göstermek”ten çok, onları “açıklıyor”. Öyle görünüyor ki Sepehri kendisi bile çok erken bir dönemde (10 yıldan daha kısa bir süre içinde) kendisinin bu tür şiirdeki güçsüzlüğünün farkına vardı ve Üzüncün Doğusu şiirlerinde kendisine özgü müziği o şiirlerin sözlerinde kullanarak “açıklamaktan” uzaklaşmaya çalıştı. Şayet Suyun Ayak Sesi’ni söylememiş olsaydı ve aniden şaşılası ve ulaşılmaz (kendi dönemindekiler için) birine dönüşmemiş olsaydı, Üzüncün Doğusu altmışlı yıllarda, o dönemin avangart şiiri için en etki bırakan kitap olurdu. Üzüncün Doğusu‘nun etkilerini, ister Yeni Dalga şairleri isterse Yalın Dalga şairlerinin eserlerinde görmek mümkündür. Öyle ki doksanlı yıllarda Rıza Beraheni’nin varıp ve onu kemale götüren avangart şiirinin manevi babası Üzüncün Doğusu kitabıdır denebilir. Ve belki de bu, Beraheni’yi Yunan söylencesi gibi gösterir; -eleştirmen olarak- reddettiğine daha sonra tutuldu.

Umutlarından dolayı Sevilen

Sekiz Kitap”ın son dört kitaplarından beşinci ve yedinci kitaplar çok sevilen eserlerdir ve esasen Sepehri’nin 1980’den bu yana gafil avlayan ünü, genel okurların bu iki kitabı yeniden keşfetmelerine borçludur; bu iki kitap ki 1965ve 1967’de yayınlandı ama şiirleri öyle taze duruyordu ki seksenlerin şiir okuru o on yıla söylenmiş şiirler olduğunu sanıyordu. Suyun Ayak Sesi’nin tam metnini Tahbaz 1964 yılında Areş’te yayınlamıştı, ama kitap basıldığı zaman Sepehri onun kimi bölümlerini değiştirdi ve bu düzelti eserin daha iyi olmasına yardım etti. Yeşil Oylum’un bazı şiirleri de toplu olarak basılmadan önce yayınlanmıştı ve az bir kuşkuyla denebilir ki tüm bu şiirlerin çoğu 1966’dan önce söylenmişti. Her iki kitap yaşama karşı umut ve daha yaşanabilir bir dünyayı görmek ümidiyle doludur. Öyle bir dünya ki onun dönemi aydınlarınca “sahte” ve “sömürülen halkları uyutmak”tan başka meyvesi olmayan bir dünya diye tanımlanıyordu! (Biraz insaflı olalım! Avrupa’nın özgürlük beşiği olan Fransa’da bile ki yüksek değerli sanat eserlerine karşı böyle yaftalar ve anti-reklam çok yaygındı, ancak bu yaftalar sanatçının susturulmasına ve boykotuna yol açmazdı.)

Yolcu adlı uzun şiiri Suyun Ayak Sesi kadar sevilmedi. Son kitabına da (bazı şiirleri hariç) Sepehri’nin muhatapları ilgi göstermedi. Neden? Her iki kitap öneren eserlerdir. Biz Hiç/Biz Bakış’ta şairin biçimsel kabuk değiştirmekte olduğu çok hissedilmekte, fakat ne Yolcu -ki tuhaf bir hüzün içerir- ne de ezici bir hüzün içeren son kitap genel muhatapları kendine çekememiştir. Belki de bunun nedeni Sepehri’nin Suyun Ayak Sesi ve Yeşil Oylum’daki en büyük başarısı yeni öneriler ve yeni biçim denemeleri ve tekrarlanmayan gözerimleri değildi, onun en büyük başarısı, yeni bir dünya yaratmış olmasıydı; bu eserlerin temeli ümitsizliğe dayalı bir yüzyılda umutla şekillenmiş olmasıydı.
 
her dağın başında bir peygamber gördüler.
yadsıma bulutunu omuzlarında getirdiler
rüzgarı indirdik
başlarından şapkayı alsınlar diye
evleri kasımpatıyla dolmuştu
kapattık gözlerini.
zeka dalının ucuna vardırmadık ellerini
ceplerini doldurduk alışkanlıklarla
uykularını aynaların yolculuğunun sesiyle kaçırdık.

Kısa Bir Göz Atım

Şayet postmodern dönemin (bu dönemin İran’da ortaya çıkışından önce) tavırlarını ve yaklaşımlarını en çok içeren en belirleyici modern şiirden söz etmek istersek o şiir Sohrab Sepehri şiiridir. Sepehri’nin şiiri modernitenin mekanizmalarından yoğun bir şekilde yaralanan, döneminin şairlerine öneri sunan, modern dönemden önceki şiirin özelliklerini içeren ve elbette şiddetle taklit edilemeyen bir şiirdir

Gerçi altmışlı yıllarda İran’ın modern döneminin en ünlü eleştirmeni Sohrab’ı “Budacı aristokrat çocuk” diye lakap takmıştıysa da Sohrab’ın yaşamı, hatta onun tablolarının Avrupa’da satışından ve Tahran Güzel Sanatlar’daki derslerinden elde ettiği hatırı sayılır geliri ona orta halli bir yaşam sunduğu dönemde bile o aristokratça değildi. Sadelik onun yaşamının gözde vitrinindeydi.

Onun altmışlı yılların başındaki tekçe hamisi Furuğ Ferruhzad’dı ve onun ölümünden sonra öyle bir inzivaya çekildi ki yetmişli yılların seçki toplu şiirlerinde adı zoraki bir şekilde ve şiirleri ise tek tük sayfalarda, seksenli yıllardan sonra adları genellikle unutulan isimlerden sonra kaydediliyordu.  Edebiyat tarihi ancak, en iyileri gelecek kuşaklara tanıtmak için genel olarak kendini ideolojik bağlardan kurtarır.

Sekiz Kitap”ın son dört kitaplarından beşinci ve yedinci kitaplar çok sevilen eserlerdir ve esasen Sepehri’nin 1980’den bu yana gafil avlayan ünü, genel okurların bu iki kitabı yeniden keşfetmelerine borçludur; bu iki kitap ki 1965ve 1967’de yayınlandı ama şiirleri öyle taze duruyordu ki seksenlerin şiir okuru o on yıla söylenmiş şiirler olduğunu sanıyordu.

[1] Namaz kılmak için ayağa kalkmayı bildiren ibare.
[2] Bu şiirin tam metninin çevirini sardunyalar.com’da bulabilirsiniz.
[3] CİA’nin İran’da Başbakan Musaddık’ı devirip Şah Mohammed Rıza Pahlevi’yi ülkeye geri getiren darbe.

Farsçadan çeviri: h.h.

Bu makalenin kaynağına buradan ulaşabilirsiniz.

yalinizligimin-cinisi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s