Agni’ye sekizinci mersiye!

Sen, denizlerimden ağan ve denizlerime geri dökülen o mutlak ateş. Dilimin ilk sözcüğü. Ezberlediği tekçe öyküsü. Şimdi kara bakışlarını görebiliyorum. Kara gecelerimde yanıp sönen parlak yıldızlarını…

Yedi yönden esen rüzgâr senin saçlarında çiftleşir. Senin rüzgârın yılanlarıma ıslık çalmayı öğretti, buğday başaklarıma esmeyi, çalgılarıma nağmeyi, acılarıma iniltiyi, kulaklarıma mırıltıları! Sen bana merdivenleri tırmanmayı öğrettin. Uzak bir kentin, uzak bir semtinde, uzak bir binanın uzak bir odasına tırmanan merdivenleri…

Sen iki dölyatağından çıkıp iki annenin eline doğan o kutsal erkek değilsin. Sen o iki annenin iki dölyatağından doğan ilk ve son kadınsın! Daha yaşın üç olmadan her gözünle başka görmeye başladın. Sağ gözün ağlarken sol gözün gülmeye mecbur. Sen gayrı muhal bir efsane. Sen gerçek bir acı, sonsuz bir sevda.

hep öyle bak

dağ karanfilleri topladım dudaklarından                 saçından tarçın rüzgarı      

öyle koyuldum yola: bunu yaz!

ellerin küçüktü yüzüme bastırıp ağlarken                              

yavrusunu çağıran dişi atmacalar dönüyordu sesinde                         düşüyordum bulutlarından

kokunu saklayan bir çarşaf gibi kal üstümde                          beni üzerine ört ya da

bana atkı örmedin daha             

diyorum istersen serçe besleriz dilinin ucunda