seni yeniden seveceğim!

seni yeniden seveceğim
damdaki kuşları bulutlara uçurduktan sonra
hırsız babam fahişe annemi öpüp boğduktan sonra
enseme inen son yumruktan sonra
kırık kaburgalarım bir elimde öptüğüm zarlar ötekinde
seni yeniden seveceğim
 
sanki bahar yeni gelmiş gibi
güneş yeni parlıyormuş gibi yağmur sonrası bir ormanda
kuşlarımın ölüsünü sana göstermeden gideceğim
döndüğümde bekler bulacağım seni
yeniden seveceğim saçlarını koklamadan
bir öykü anlatacaksın gibi bakacaksın gözlerin ıslak
sümüğünü çekerek güleceksin
 
dişlerini öpeceğim yeniden
alaca bir mavilik esecek alnından
sanki martılar köpüklü dalgalara inip kalkıyormuş gibi
dudaklarım dudaklarından kanat çırpacak
seni yeniden seveceğim


(son şiirimden bir parça!, h.h.)

İlgili resim
credits go to http://tranquilitygoddess.tumblr.com/

1 Mayıs, bir anı!

Yıl 1980. Günlerden 1 Mayıs. İran’ın bütün büyük şehirlerinde olduğu gibi Şiraz caddeleri de on binlerce işçi ve emekçi yığınının oluşturduğu yürüyüş safları, kızıl bayraklar altında haykırdıkları şarkılar ve marşlarla inliyordu. Bu, görkemli Şubat Devrimi’nden sonra kutlanan ikinci 1 Mayıs’tı. Zaten ondan sonra bir daha emekçilerin özgürce caddelerde birlikte yürümeleri mümkün olmadı. O 1 Mayıs benim için başka nedenle özeldi. İlk kez gözyaşlarımı tutamamıştım. Hayır üzüntünden değil, sevinçten. Zira büyük bir işçi ve aydın yığını sözlerini benim Türkçe marştan da esinlenerek ve etkilenerek Farsça yazdığım 1 Mayıs Marşı’nın sözlerini haykırıyorlardı…

Okumaya devam et “1 Mayıs, bir anı!”

“sıcak bir öpücük gibi… kızıl bir gonca…”

Nazım Hikmet:

Çağdaş Farsça Şiirin Yol Işığı

1- Türkiye’ye gelmeden önce Türkiye’den ne biliyordum? İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi 4. sınıftayken Şah’ın gizli polisi SAVAK tarafından İstanbul’daki evinde yakılarak öldürülmeden önce amcamın oğlu Sadık ve onun yanında “okusun da adam olsun” diye babamın İstanbul’a gönderdiği ağabeyim Hasan yaz aylarında İran’a geldiklerinde hediye olarak getirdikleri, üzerinde zeytin dalı olan küçük yeşil teneke kutulardaki zeytinyağından ve beş-on litrelik bidonlardaki o meşhur üç harfli limon kolonyalarından başka ne duymuştum Türkiye hakkında? Ortaokulu bitirip de “büyüyüp” dergileri karıştırmaya başlayınca tanımadığım bu komşuya ait kulağıma başka sözcükler de değmeye başladı: Atatürk… Aziz Nesin… Zeki Müren… ve Nazı Hikmet! Atatürk, büyük bir savaş sonrasında Türkiye Cumhuriyetini kurmuştu, o kadar! Aziz Nesin (Samin Bahçeban’ın çevirileriyle) güldürürdü, o kadar! Zeki Müren (Kırık Plak filmindeki gözyaşlarıyla) “müthiş” şarkı söylerdi, o kadar. Ya Nazım?

nazım

Okumaya devam et ““sıcak bir öpücük gibi… kızıl bir gonca…””