Peyman Moadi’nin En İyi Yabancı Film dalında Oskar ödülünü kazanan Nadir’le Simin’in Ayrılığı (Ayrılk– h.h.) filminin yönetmeni Asker Ferhadi’ye yazdığı uzun mektuptan kısa bir kesit: “Woody Allen, kız kardeşi ile sana mesaj gönderdiğinde ve her zamanki gibi Golden Globe törnelerine gelemeyeceğini –ya da gelmek istemediğini- ilettiğinde ve fakat bizimle New York’ta buluşmak ve film hakkında konuşmak istediğini belirttiğinde onun ağzından film hakkında duyduklarımın ne anlama geldiğini anladım. Woody Allen, yıllardır sadece bizim sinemamızdan değil, genel olarak sinemadan, bu dönemde onun üzerinde böyle bir etki bırakacak bir beklentisi olmadığını söylemişti! Artist filminin yapımcısı ve bir yığın ödülün sahibi Thomas Longmann, “Herkes benim yapıtımdan söz ediyor, ama ben senin filmini gördüğümde, keşke bu filmin yapımcısı ben olsaydım diye diledim,” dediğinde her şey daha bütün bir anlama kavuşuyordu. Brad Pitt, Golden Globe’ın basın toplantısının tertiplendiği geceden bir önceki akşam, Nadir’le Simin’in Ayrılığı (Ayrılık) DVD’sini cihaza koyduklarında ve filmin ortalarına doğru, yani ilk mahkeme sahnesinde Angelina Jolie’nin birkaç anlığına cihazı durdurduğunu, üzüldüğünü, ara verdiğini ve daha sonra yeniden filmi seyrettiklerini söylediğinde daha çok emin oldum. Angelina Jolie senin sonraki projen hakkında sorduğunda ve çok basit ve rahatça senin filminde oynamak istediğini dile getirdiğinde ve senin onu yanıtlayarak, filminin kadın karakterinin Fransız olduğunu söylediğinde ve onun da, o zamana kadar Fransızca öğrenebileceğini söylediğinde, ben olağanüstü gurur duydum. Maryl Streep, yönetmenliğinin ya da değişik sahnelerinin oyununun ayrıntıları hakkında soru sorup çok istekli bir şekilde seninle çalışmak istediğini dile getirdiğinde, Steven Spielberg, Nadir’le Simin’in Ayrılığı açık ara bu yılın en iyi filmidir dediğinde, David Fincher yarım saatini seninle konuşmaya ve görüşlerini açılamaya ayırdığında, birkaç tanınmış sinemacı, senin filmini görmediklerini ancak methini Ford Coppola’dan duyduklarını ve bu filmi görmek için sabırsızlandıklarını dile getirdiklerinde…” (tümü farsça: http://www.cinemaema.com/module-pagesetter-viewpub-tid-26-pid-6464.html)
Ay: Şubat 2012
bayan!
tak tak puslu Karadeniz sabahıyla geldim öpüşleriniz ıslak çam havası bayan! benim yörüngem hep Neyneva hep serkeş köz evsiz kitap doğumdan doğsanız da hep size doğru batarım kaldı ki avucunuzun çukurundan bağışlarsınız belki ha! sırtımdaki tırnak değil dikenli tel bir de eliniz uzaktayken saçlarım mahpushane akşamları gurbet dizleri daha çok da Mozart dinlerim Pir Sultan değilse neden gözlerime boca oluyorsunuz durmadan! (h.h.)
ellerin
Sabah kokusu var ellerinde Sapandan yorulmayan çocuk ellerin İlk yonca senin parmaklarının çukurundan sürgün verecek İlk hilal senin gerdanından İki avucumla tutarım yanaklarından şarap böyle içilir Meyhaneden şafağa beş adım körfez Seni düşünürken yalnızlık utanır Kahvemin tadı tırnaklarına çalar Ay aya ortasında soluksuz kalırım Çağımın kasvetini nasıl da silersin bir gülüşünle hayret Çağımın acımasız arsızlığını nasıl… (h.h)
nar olmalıyım
...kararmış yüzüm ol ay tutulmam bu hüzünde gölgelerim ol durup dururken ağlamalarımda acım ol parçalanmış yanımda yoldaşım kirpiklerinden yeşile çalan tütsü içiyorum Buhara şiirleri aaah nar olmalıyım sert kabuğumla sarmalıyım tanelerini yürek zarımla kararırken bulutlarım sen kana içime ben sana kana kana ağlayayım yastığımdaki çukuru soluklarınla doldurayım bir leyla ki ay sarhoş eski kitap kokar ebcet saatlerim bunca yıl sonra neden çıktın karşıma ahuların ürker avlanırım ... (h.h.)
kendine yalan söylemiş olacaksın
Sirus’un odasına gelene kadar dudaklarında aynı gülümsemeyi taşıdı. Kapıyı tıklattı ve ardından kulak kabarttı. Aralarındaki tek ortak nokta belki de Beethoven ve Mozart’a olan ilgileriydi. Yanıt beklemeden içeri girdi. “Ne kadar tembelsiniz Küçükbey! Daha elbiselerinizi giymemişsiniz!”
“Aceleniz mi var?”
“Bırak elbiseyi şimdi, yemeğin soğuyacak.”
Sirus, yemek tepsisini Mandana’dan alarak duvar kenarındaki yer minderine çöktü. Yemeye başlamadan: “Teşekkürler! Affedersin ben bu bornozla…”
Mandana, “Boş ver şimdi bunları, özür vakti değil,” dedi ve ardından, köşedeki bardan bir kadeh şarap getirdi. Kendine doldurduğu kırmızı şaraptan bir yudum aldı. Kadehi Sirus’a uzatırken nazlanarak içini çekti: “Hmmmm, ne kadar hoş bir koku seçmişsin!” Okumaya devam et “kendine yalan söylemiş olacaksın”
Gülistane’de
Sohrap Sepehri’den çevirdiğim bir şiir:
Gülistane (Golestane) şair Sohrap Sepehri’nin doğduğu, İran’ın Kaşan’a bağlı Çınar kasabasının küçük bir köyüdür. Aşağıda Sepide’nin Gülistane’den çektiği bir fotoğrafı ekliyorum…
Aaah! ne geniş vadiler! aaah! ne yüce dağlar! Mis gibi ot kokardı Gülistane ne hoş! Ben bu vilayette, bir şeyin peşindeydim: Belki bir düş Bir ışığın, bir çakılın, kim bilir belki de bir gülüşün.
anlatamam
mübarek yüzleri var onların mevsimler onların mübarek sesleri ile canlanır onların susmaları var susunca duyarsınız bakışları var onların anlatılmaz görülmez de kar yağmur rüzgâr ve yaprak dökümü ve gül açması mübarek soluklarıdır onların
önce söz vardı
zeynep ilknur:
sonra aktı durdu köz beni cehennemle sına acıyla yoğur Mina’da taşla göm beni öcünü al sahte peygamberlerin göz çukurlarıma ateşi düşür küllerimi serp Kudüs’teki tapınağa ilk suçu ben işledim ilk günah benim…
rivayet
ben o çıplak fırtınayım kara kutsal nehirlerden geliyorum anılarından şamanlarımın ben o ateşten ağan büyücüyüm o kadim ilk erdişil cadı bak gözlerimin içine bak ben ilk kadının kollarının gerildiği o sedir ağacıyım ben senin terk edilmiş ruhunum