Güle güle 2023! Hoş geldin 2024…

Sermaye düzeninin yıkılıp insanca bir düzenin kurulduğu, her çeşit sömürünün, yoksulluğun, yobazlığın, ırkçılığın yok olup, savaşların köklerinin kuruduğu, doğanın, hayvanların ve elbette ki insanların mutlu olduğu, sağlıklı, huzurlu bir yaşam, eşitliğin ve mutluluğun şarkılarının söylendiği nice yıllar diliyorum. H.H.

Belki ben
o günden
çok daha evvel,
köprü başında sallanarak
bir sabah vakti gölgemi asfalta salacağım.
Belki ben
o günden
çok daha sonra ,
matruş çenemde ak bir sakalın izi
sağ kalacağım…
Ve ben
o günden
çok daha sonra:
sağ kalırsam eğer,
şehrin meydan kenarlarında yaslanıp
duvarlara
son kavgadan benim gibi sağ kalan
ihtiyarlara,
bayram akşamlarında keman
çalacağım…
Etrafta mükemmel bir gecenin
ışıklı kaldırımları
Ve yeni şarkılar söyleyen
yeni insanların
adımları… (Nazım Hikmet)

beni namazsız verin toprağa!

1/06/2022

Şiirsel Düzyazı konusuna kısa bir not

14 Kasım Mozaik Edebiyat Grubu’nun (MEG) “Şiir dili ve Şiirde Ses bağlamında günümüz İran kadın şairlerin şiirlerine bir bakış” başlığıyla düzenlenen edebiyat söyleşi toplantısına konuşmacı olarak katılma şansım oldu. Söyleşinin sonunda, değerli dostlardan biri şiir gibi yazılan düzyazıyı adlandırma ve onun özellikleri bağlamında ne düşündüğümü sordu.

Bu soruyu T.S. Elliot ve Wittgenstein’dan verdiğim iki örnekle kısaca yanıtlamıştım. Burada düşüncelerimi biraz daha açarak aktarmak istiyorum. Önce Eliot’tan verdiğim örneğe bakalım. Elliot der ki: “… Dize (verse) ile düzyazı (prose) ayırımı açıksa da şiir (poetry) ile düzyazı (prose) arasındaki ayırım siliktir, belirsizdir.”

Başka bir yazımda da değindiğim gibi Elliot’ın ünlü Hysteria adlı kısa şiirsel düzyazı metni onun bu görüşüne tipik bir örnek olarak ele alınabilir:

As she laughed I was aware of becoming involved in her laughter and being part of it…” ile başlayan metni Türkçeye şöyle çevirdim:

O gülünce kahkahasına bulaştığımın ve onun bir parçası olduğumun farkındaydım, ta ki dişleri bir manga talimi ustalığıyla sadece rastgele yıldızlar gibi parlayana değin. Ben kısa iç çekişlerle içe çekilmiştim, her kısacık toparlanmada soluyarak, onun gırtlağının karanlık mağaralarında kayboldum, görünmeyen adalelerin seğirmeleriyle yaralı. //…//” (ç: h.h.)

İkinci örnek Wittgenstein’ın Tractatus Logico-Philosophicus’tan: Almancasını okumak maksadımızı gösterdiğinden çevirisine gerek görmüyorum:

“1- Die Welt ist alles, was der Fall ist

2- Was der Fall ist, die Tatsache, ist das…”

Bu iki örnekte dikkat çeken birkaç özellik var. Bu özellikler, Elliot’un deyişi ile örneklerdeki düzyazılar ile şiir metinleri arasındaki sınırı “silikleştiriyor”:

1- Her iki metin metaforik ögelerden yararlanmıştır (Elliot’ın metni daha çok)

2- Her iki metin şiirde rastlayabildiğimiz “uyaklar” ve onların içsel melodisinden yararlanmıştır.

3- Her iki metin sessel yinelenmelere dayalı müzikaliteden yararlanmıştır. (Witgenstein’ın metni daha çok)

4- Her iki metinde anlam yer yer geri plana itilse de esasen ön plandadır.

Birçok kuramsal önermeye göre şiirde esasen hisler ön plana çıkarılıp anlam geri palan itilirken ve metnin içinde adeta saklanırken düzyazı da anlam ön plana çıkarılır. Düzyazı metinleri olan fakat şiirin araçlarından yararlanan yukarıdaki metinlere de “şiirsel düzyazı” denebilir. Wittgenstein kendisi bu konuda şöyle der: “Felsefe sadece şiirsel kompozisyonda yazılmalıdır!”

Şiirsel düzyazıya bir örnek daha eklemek istiyorum. Aşağıdaki metinde metaforik anlatım, uyak, sessel yinelenmeler, devrik cümle gibi şiirin araçlarından yararlanılmıştır. Ayrıca metnin ikinci paragrafı “metinlerarasılık[1]” açısından da örneklenebilir:

Şafak sökerken kardeşler iki ayrı yola koyuldular. İsmail ve İbrahim, Erdebil’e kaderlerinin kapılarını açmaya; diğeri Akkoyunlu Rüstem’le vuruşmaya. İbrahim suskun. Kuran’ı anadili Türkçeye çevirten Şah Uzun Hasan’ın gözünün nuru, kızı Halime Begüm Aga Alemşah Hatun, elinde Kuran, Erdebil’de tan yerinin kızılını omuzlarına alarak yola vuran üç oğlunun yolunu bekler. İsmail’i ve İbrahim’i çevreleyip ateş çemberinden kaçırıp çıkaran yedi halife, yedi şahindi, yedi mürit!

Diğer cengâverler Sultan Ali’nin peşinden çektiler kılıçlarını, ya Hu deyip çağırdılar. Atlarını naralar atarak mahmuz vurup dehlediler. Omuz omuza. Atlar nefes nefese… Atlılar ses sese… ‘Velleyli iza as’ase, vessobhi iza teneffese!’[2] Sultan Ali bu ayetleri mırıldanırken atların toynakları çarptıkça yolun taşlarına kıvılcımlar saçıyordu kara toprağa… Şafak sökmek üzereydi. Bu küçük fakat inanmış atlı grubu gözleri alaca karanlığın perdesini delerek ilerliyordu. ‘Yemin olsun!’ diye mırıldanıyordu Sultan Ali bu kez. ‘Yemin olsun bu atlara, sabah vakti saldıranlara, yemin olsun bu kıvılcımlara…’[3]Ve aniden bağırdı: ‘Yemin olsun bu kıvılcımlara!’

Ve bu ateş beklenmedik bir anda vurdu İbe Sultan’ın atlılarının kalbine. Yıl 1494 idi.

(Höbek Güneşi: Şah İsmail, roman, Haşim Hüsrevşahi, Totem Yayınları, 2022)

——————————————–

[1]Intertexuality.

[2]Kuran. 81. Sure, 17. ve 18. ayetler: Yemin olsun dönen geceye ve yemin olsun ışıyan sehere!

[3]Kuran’daki Adiyat suresine işaret edilmiştir. “Dörtnala giderken atların nallarından ateş yaktılar, seher vakti düşmana vurdular, tozu dumana kattılar, düşmanı çembere aldılar… Bu düşmana dalanlara yemin ederim ki…”