Saadetname: Saedi’den bir kısa öykü

Saadetname

Yazan: Gulamhüseyin Saedi

Farsçadan çeviren: haşim hüsrevşahi

1-
Ev, ırmağın karşısındaydı. Sade, küçük, ahşap bir köprü, ırmağın iki yakasını birleştiriyordu. Irmağın öte yakası, karanlık ve bilinmeyen bir ormandı ve evin balkonundan, sürekli çalkanan geniş, yeşil bir deniz gibi görünüyordu. Her gün, günbatımına yakın, ihtiyar adam gelir, balkondaki koltuğuna oturur, piposunu yakar ve ormanı seyre dalardı. Genç karısı, sırtı ona dönük, odada dikiş makinesinin arkasına geçer ve kendi kendine bir şeylerle meşgul olurdu. Bazen dikiş nakış yapar, bazen ise düşüncelere dalardı. Kadın, akşamları ormana bakmaya korkardı ve arka cephedeki küçük pencereden vadiyi seyrederdi. Adam, karısı dikiş ve ev işleri ile meşguldür diye düşünür, bu nedenle onu rahat bırakırdı ve arada bir yüksek sesle karısına seslenirdi: “Şeycan, şu sesi duyuyor musun? Şu kuşun sesini diyorum, nasıl Tanrım, çok tuhaf değil mi?”

Ve kadın adamın tekrarlanan sözlerinden ne zaman bıksa, gramofona bir plak koyar ve odayı müzik sesiyle doldururdu. Adam, sabahları malını, mülkünü, arazilerini gözden geçirmek için çıktığında genç kadın, balkonda oturur ve saatlerce ormana dalar, o tuhaf ve tanımadığı sesi dinlerdi. Sabahları, ormandan boğuk ve belli belirsiz bir aydınlık yükselirdi ve başka bir güneş, dalların, yaprakların arasından kendini gösterir gibi olurdu ve tanıdık olmayan, fakat umut saçan bir gülüş, güneşin yeniden doğduğunu orman sakinlerine müjdelerdi. Kadın, kocası olmadığında ormanı seyretmekten korkmaz, çekinmezdi. Böylece, karı-kocanın yaşamı, birbirilerinden ayrı, huzur içinde geçerdi. İhtiyar koca, tatlı dilli ve güleç yüzlü, az konuşan ve neşeli bir adamdı. Hep, güneş doğmadan uyanırdı. Mutlu ve memnun bir şekilde evin bir ucundan diğer ucuna koşturur, semaveri hazırlar, kahvaltı masasını kurar, sütü kaynatır, karşılıklı duran her iki pencerenin perdelerini çeker ve güneş ağaçların tepelerini altın rengine boyadığında yatağa gider, eğilir ve genç karısını çağırırdı: “Küçük hanım. Bebeğim, bebek canım, kalk artık; kuşlar uyandı; güneş uyandı; sen uyanmak istemiyor musun?”

Kadın gözlerini açar, omuzlarını ovuşturur ve adam evden gidinceye kadar da odanın tavanını seyrederdi. Sonra kalkar, düşüncelere dalardı. Öğlen saatlerinde, adam malını mülkünü teftişten yorgun argın döndüğünde birlikte yemek yerler ve sonra vadiye bakan pencerenin önünde otururlardı. İhtiyar adam gülünç şeyler anlatır ve geçmişten söz ederdi. Karısının sıkıldığını fark edince de onu yalnız bırakır, balkona gider ve ormanı seyretmeye başlardı.

Yine de yapabildiğince karısının nazını çeker, gençler gibi davranmaya çalışırsa da beceremezdi; yalnız kaldığında hep, yaşamının nasıl da boşa geçtiğini ve böyle ihtiyarladığını düşünür, acı çekerdi; kendisinden sonra genç dulunun peşine genç ve hoş adamlar takılacak ve o, hepsini güleç bir yüzle karşılayacak, yeni bir yaşama başlayacaktı…

Bunun içindi ki her gün birkaç kez ormana karşı: “Bana yardım edin,” derdi, “yardım edin ki bu kadar erken yok olup gitmeyeyim ve o kadar uzun yaşayayım ki karım da benim gibi ihtiyarlayıp çöksün, işte o zaman, en kötü ölüme bile razıyım…”
Ve her defasında duası bittiğinde ormandan bir canavarın kahkahaları arasında bağırdığını duyardı: “Amiiin ya rabbel-alemin!”
Genç kadın yalnız, yorgun, öfkeli, sessiz ve sakindi. Adamın, ‘kurbanların olurum’ları hiçbir işe yaramıyor, derdine derman olmuyordu. Kocasının güçsüzlüğü onu hasta etmişti. Sırtı ona dönük olarak ne zaman vadiyi seyretse, karşıdan gelen bir cenaze arabasını, ardından dostların, akrabaların arabalarını ve başlarını sallayan ve -siyah elbiseleri içinde, yanan sardunyalara benzeyen- ona, teselliyle gülümseyen geniş omuzlu, siyah kravatlı genç adamları hayal ederdi. Sonra,  derin bir iç çekiş, göğsünü yararak dışarı çıkardı: “Oooof Allah’ım!”

Evin ve ormanın sessizliği bu beklemeyi daha da uzun kılardı. Zavallı adam, karısının içinden neler geçtiğini bilemezdi. Sonunda bu uzun yalnızlıktan kurtulmak için, genç karısının da ısrarı ile evin alt katını bir kiracıya vermeyi kabul etti. Günlerden bir gün, ihtiyar adamın kâhyası geniş omuzlu, siyah kravatlı genç bir adamla eve geldi. Kapıyı çaldıklarında karı koca balkondan, onlara baktı. Kadın sevinçle. “Ah! Kiracı…” derken yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı. İhtiyar ona baktı. Kadın, sevincini gizlemek için, aldırmaz bir tavır takındı. İhtiyar onun gülümseyişini görmüştü, gerçi görmezlikten gelerek bir şey söylemedi; ama o gece ilk kez bir kitap aldı eline, kadınların hilelerinden söz eden bir kitap…
2-
Kiracı, memur olmasına rağmen, en fazla bir iki saat evden dışarı çıkıyor ve zamanının çoğunu evde geçiriyordu. Odasının geniş penceresini açıyor, ormanın sıklığına, ovanın genişliğine aldırmadan, ıslık çalıp sakal tıraşı oluyor, spor yapıyordu. İhtiyar, ne zaman eve gelse, önce genç adamın gürültüsünü duyar, sonra yukarı kata çıkar ve karısını, şen şakrak ve memnun bir şekilde yemek pişirmekle meşgulken görürdü. Kiracı geldi geleli yemeklerin de rengi, tadı değişmişti. Öğleden sonraları, adam kelebek yakalamak için ovaya çıkardı, ne zaman onların balkonlarının altından geçse kelebek yakalama ağını kaldırır, bay ve bayanı saygıyla selamlardı. İhtiyar, kalkar gibi yaparak selamını alır ve bozulduğunu gizlemek için de hafifçe gülümserdi. Ama gel gör ki kendini o kaygıların ve ıstırabın pençesinden kurtaramazdı.

Bir gece, genç adam ıslık çalarak merdivenlerden yukarı tırmandı, bir an kapının önünde durdu ve sonra kapıyı usulca tıkladı. Karı koca kalkarak kapıya geldiler, bir an birbirinin yüzüne bakakaldılar… İhtiyar, kapıyı açtı. Genç adam, izin isteyerek içeri girdi ve karı kocayı akşam yemeğine davet etti. Bu davet öylesine beklenmedik oldu ki ihtiyar adam hayır diyemedi. Genç adam onlar için tuhaf bir kuş avlamış ve masaya da esanslı bir şarap koymuştu. Yemekten sonra, birçok şey hakkında konuştular. Küçük, büyük şehirlerdeki yaşamından, memuriyetlerden ve özel yaşamlarından söz ettiler. Genç kadın gülüyordu ve ihtiyar, bu kahkahaların nedensiz olduğunu düşünüyordu. Birkaç kez, ormanın sırlarından, içindeki garip ve tuhaf yaratıklarından söz açmak istedi; fakat kiracı adam ve kadın onun bu laflarına pek aldırmadılar. Genç adam onlara, avladığı ve şimdi vitrinde, beyaz kadife üzerinde kanatlarını açmış ve cansız düşmüş kelebeklerini, ihtiyarın hiçbir zaman ilgisini çekmeyen kurutulmuş bitki albümünü gösterdi. Genç kadın, renk renk kelebekleri görünce tedirgin olup heyecanlandı. Genç adam, gecenin şen ve gündüzün üzgün kelebeklerini genç kadına uzun uzun anlattı.

Birkaç gece sonra, yemeğe davet etme sırası ihtiyar adama gelmişti. Gün batmadan genç adam yukarı kata çıktı ve ihtiyarın önünde oturdu. O iki adam, küçük, büyük şehirlerdeki, memuriyetlerden ve özel yaşamlarından konuştular. İhtiyar korkuyordu ve birkaç kez kafası karışık bir şekilde yerinden kalktı, balkona çıktı ve ormana doğru dualar okudu: “Tanrım! Sen bizi koru ya Rabbim!”

Kadın mutfaktan döndü, masanın diğer ucunda oturdu ve genç adamla sohbete başladı. İhtiyar, genç adamın karısına kendi geçmişi ve tahsili hakkında sorular sorduğunu ve karısının da, akrabalarının onun eğitimine nasıl engel olduklarını, aklı ermeden kocaya verildiğini anlattığını duydu. Genç adam, “Geç değil, eğitiminize devam edebilirsiniz,” dedi.

Kadın içini çekti ve ihtiyar, genç adamın gülümsediğini görür gibi oldu. Orman sessiz ve karanlıktı ve ihtiyar, o güne kadar herhangi birinin köprüden geçtiğini görmüş değildi. O köprünün ne işe yaradığını düşünüp dururdu hep. Ama o gece kendine, “Köprü boşuna yapılmamış,” dedi, “bir el onu bir amaç için, birisi için yapmış. Henüz gelmemiş ve oradan geçmemiş birisi için… Köprünün kendisini beklediği o kişi kim olabilir ki?” döndü ve odaya girdi. Kadın kendini toparladı ve aldırmaz bir tavır takındı. İhtiyar, “Ormanın havası çok nemlidir,” dedi “hem de çok soğuk ve köprü hâlâ…” Genç kadın ve kiracı dönerek diğer pencereden ovaya baktılar, caddeden bir araba geçiyordu ve arka farları arada bir kaybolup görünüyordu. Akşam yemeğine ızgara balık yediler ve ihtiyar, ızgara balığı çok sevdiği halde öyle fazla iştahlı olduğunu göstermedi; yoğurttan birkaç kaşık aldı sadece. Yemekten sonra genç adam bir deste oyun kâğıdı çıkardı ve masanın üzerine yayarak oyun oynanmasını önerdi. İhtiyar, “Vakit çok geç, bu saatte oyun mu olur?” dedi.

Genç adam kâğıtları topladı, “Zamansız bir teklifti… başka gecelere kalsın,” dedi.

Kadın başıyla onayladı, ihtiyar tedirgin oldu ve göğsüne bir ağırlık çöktü. Sonraki geceler mi? Bitmedi mi yani? Perişan halde yeniden balkona çıktı; kabarmış ve bir duvar gibi yükselmiş ormanı seyretmeye başladı. Kendi kendine usulca, “Bu kurtların elinden nereye gidilir? Ne yapmalı?” dedi.

Sonra yeni yaktığı piposunu aşağıya boşalttı. Tütünün tutuşmuş zerreleri, altın renkli pullar gibi yere serpildi. İhtiyar, ırmağın kıyısındaki loş ışıkta kocaman bir kuşa benzeyen bir canavar gördü, uzun bacakları vardı; ama hiç tüyü yoktu, çırılçıplaktı. Kuş durmuş onu seyrediyordu, ancak az sonra başını hafifçe sallayarak ırmağa doğru yürüdü, bir dalın üzerine oturdu, ırmaktan geçerek ormana gitti. İhtiyar, dehşet içinde odaya döndü. “Haberiniz var mı?” dedi, “Tuhaf bir kuş pencerenin altında durmuş beni seyrediyordu. Uzun, çıplak bacakları, çıplak bir gövdesi vardı, sudan geçti ve ormana girdi.”
Kiracı adam, “Her halde bir tilki gördün,” dedi.
Kadınsa kocasına dönerek, “Dinle bak, ne diyorum,” dedi, “ben yarından itibaren başlamaya karar verdim. Beyefendi de yardım edecek.”
İhtiyar, “Neye başlayacaksın?” dedi.
Kadın, “Tekrar okumak istiyorum,” dedi.
Adamı korku sarıverdi. Sabaha kadar yatağında titredi durdu. Gerçi uzun yıllarını gaip âlemlere inanmamakla geçirmişti; ama Tanrım, Tanrım deyip dua etti.
3-

Ders başlamıştı. İhtiyar, derse nereden başladıklarını bilmiyordu. Kadının elinde sürekli bir kitap vardı ve o, kitaptan ziyade kendi hayallerine dalıyordu; artık daha az müzik dinliyor, daha az renkli yemekler yapıyordu, ormana bakan pencerenin perdelerini kapatıyor ve ovaya doğru oturuyordu. Dikiş makinesini bir kenara bırakmış, yakasını birçok işten sıyırmıştı. İhtiyar, eve geldiğinde genç kadın her zamankinden daha sevecen kalkıyor, onu karşılıyordu. Ama ihtiyar adam, eskisi gibi karısının nazını çekmiyor, kendisini koltuğa bırakmıyordu. Ona, her şey daha kalabalık ve karmaşık görünüyordu. Yıllar sonra yine dua kitaplarına gömülüp, karanlık ve bilinmedik bir mağaraya giren birisi gibi, gaipten yardım alması gerektiğini duyumsuyordu. Sanki ona karşı komplolar yapılıyordu ve onun, bataklık rengindeki sık ormandan ya da ona garip haberler getiren o çıplak kuştan başka sığınağı yoktu. Yeniden namaza, duaya başlamıştı. Bu yolla bir teselli bulacağını umuyordu. Birkaç gece düşündü ve sonunda, ders saatlerinde onların yanında oturmaya karar verdi. Geceleri kiracı adam onlara geldiğinde, ihtiyar ormanı seyretmekten vazgeçiyor, onların yanında oturuyordu. Tüm o süre boyunca ise genç kadın, dudaklarını büzüp aldırmaz bir tavır alıyor ve genç adam, onun tırnaklarını seyrediyordu. İhtiyar, gözlerini onlardan ayırmıyor ve hep de ne zamana kadar sürdürecekler diye düşünüyordu. Acaba o ikisi birbirlerini başka bir yerden tanıyorlar mıydı? Sabahları, evden çıktığında evde bir şeyler oluyor muydu? Bu arada, genç kadın her gün biraz daha güzelleşiyor ve genç kiracı her gün yeni bir elbise kuşanıyordu. Acaba genç adamın onlar için her gün renk renk kuşandığı başka birileri de var mıydı? İhtiyar, geceleri geç vakit uyuyor, sabahları erkenden uyanıyor ve karısını uyandırmadan evi terk ediyordu. Karısının uykuda olmasının ve genç kiracının o evi terk ederken onu görmemesinin daha iyi olacağını düşünüyordu. Fakat ihtiyar, evden çıkar çıkmaz genç adam birkaç dal çöl çiçeği ile usulca merdivenlerden yukarı çıkıyor, yatak odasına giriyor, çiçekleri masanın üzerine bırakıyor ve sessizce oradan uzaklaşıyordu. Arkasından kapıyı kapatınca kadın gözlerini açıyor ve vazoda hafifçe sallanarak ona günaydın diyen çiçeklere gülümsüyordu.
4-
Bir gün, ihtiyar adam eski bir kitaptan garip bir duayı bulduğunda çıplak kuş ortaya çıktı. Günbatımına yakın, küçük feneriyle bir dala binerek ırmağı geçti ve balkonun altına gelerek, balkonda koltuğuna oturmuş ve piposunu içen ihtiyarı gösterdi. Adam, eğilip baktığında kuşu tanıdı ve görmezlikten geldi. Kuş, feneri sallayarak onu aşağıya çağırdı. İhtiyar kalktı ve kadınla kiracı adamın bakışları arasında odadan geçti. Kadın, “Nereye?” diye sordu. İhtiyar, Hiç, hemen dönerim!” dedi.

Kadın, ihtiyarın kaygılı yüzüne baktı ve kiracı adam içinde rahatlık duyumsayarak gülümsedi. İhtiyar, aşağıya indi. Kuş, fenerini bir taşın üzerine koyarak ihtiyarın karşısına geçti, “Ne istiyorsun? Benimle ne işin var?” diye sordu.
İhtiyar, “Yardım et bana!” dedi.
Kuş, “Çok mu rahatsızsın?” dedi.
İhtiyar, “Çıldıracağım,” dedi.
Kuş, “Yüzünden belli, çok yorgunsun, örselenmişsin,” dedi.
İhtiyar, “Evet. Çok yorgunum ve yıprandım. Kuşku, beni çaresiz düşürdü,” dedi.
Kuş, “Neden dur duraksızsın?” diye sordu.
İhtiyar, “Peki ne yapabilirim?” dedi.
Kuş, “Sana güzel bir haberim var. Senin dualarını ormanda duymuşlar,” dedi.
İhtiyar, “Şimdi ne yapmalıyım?” dedi.
Kuş, “Devam et. Tam kırk gece tekrarla. Sana kırkıncı gün görünecek,” dedi.
İhtiyar, “Kırk güne kadar mı?” sordu.
Kuş, “Evet, kırk güne kadar. Katlan ve umutsuzluğa düşme,” dedi.
İhtiyar, “Yaşlılıktan acı çekiyorum, ölümden korkuyorum,” dedi.
Kuş, “Korkunun ecele faydası yok, akıllı ve uzak görüşlü ol.”
İhtiyar, “Ben akıllı ve uzak görüşlüydüm, ama artık hasta ve çaresizim,” dedi.
Kuş, “İşte bunun için yardım ediyorlar ki rahat edesin.”
İhtiyar, “Sözlerin beni sevindiriyor, umutlandırıyor,” dedi.
Kuş, “Umudunu yitirme, yarın gece yine geleceğim,” dedikten sonra birbirlerinden ayrıldılar.
İhtiyarın, merdivenlerden çıktığını duyunca genç kadın kiracı adamdan uzaklaşarak kitaba eğildi. Ama ihtiyar onlara aldırmadan odadan geçti, balkona çıkarak gözünü ırmağa dikti. Kuş, elinde feneriyle bir dala binmiş ırmağı geçmekteydi. Irmağın karşı kıyısına geçince ihtiyar, elini kaldırarak bağırdı: “Güle güle çıplak kuş!”
Kuş da, “Hoşça kal çıplak!” diye yanıtladı.
Kadın, kiracıya baktı. Kiracı, “Neler oluyor?” diye sordu. Kadın, “Anlamıyorum,” dedi.
İhtiyar onları duymuyordu, bütün dikkatini ormana vermişti. Kuş, fenerini söndürdüğünden beri ormandan anlaşılamayan bir gürültü, uğultu duyuluyordu. Ormandaki tüm canavarlar kuşu çevrelemişler ve onu soru yağmuruna tutmuşlardı sanki. Tatlı bir gürültüydü bu. İhtiyar, başını ellerinin arasına aldı ve kendi kendine, “Beynimin orman canavarları, bu habersiz çıplaktan ne istiyorsunuz?” dedi.
5-
İhtiyar, olup bitenlere aldırmadan her gece dualarını tekrarlardı; her gün su verdiği masa üzerindeki vazodaki çiçeklere aldırmadan, genç kadının hayranlığına aldırmadan, kiracı adamın yüzsüzlüğüne aldırmadan… Güneş doğmadan kendini evden dışarı atar ve telgraf direklerine tünemiş genç serçeye, “Merhaba sevgili dostum, bu gün yirmi dördüncü gün, on altı gün sonra bana görünecek,” derdi. Genç serçe ise ormana doğru uçardı. İhtiyar, akşamları eve daha da neşeli döner, yemek yer ve çıplak kuşu beklemeye koyulurdu. Fakat çıplak kuş, her gece gelir, genç kadınla kiracı adamın daha fazla zamanları olsun diye yaşlı adamı aşağı çağırır ve onu orada oyalardı. Kuş öyle sıcakkanlı, tatlı sözlüydü ki ihtiyar adam onunla konuşmaktan kendini alıkoyamazdı. Bazen zamanın nasıl geçtiğini fark etmeden konuşmaya dalarlardı. Kuş, dünyanın en samimi ve en gizemli yaratığıydı.

Kuş sorardı, “Sen onların, yukarıda beraber oturmalarından rahatsız mısın?”
İhtiyar, “Tabi ki rahatsızım,” derdi.
Kuş, “Neden?” diye sorunca, ihtiyar, “Çünkü dersin dışında aralarında başka şeyler olduğunu anlarsam ben çok ama çok aşağılanmış olurum,” derdi.
Kuş, “Sen ömrün boyunca hiç böyle aşağılamadın mı?” derdi.
Adam, “Hayır,” derdi.
Kuş, “Hakikati söyle! Ormanda her şeyi biliyorlar,” derdi.
İhtiyar sonunda mecbur kalır ve “Sanırım… bir kez…” derdi.
Kuş, “Anlat bakalım…” derdi.
İhtiyar anlatırdı, “Eskiden ben gençken, komşuluğumuzda genç karısı olan yaşlı, kocamış, zavallı bir adam vardı…”
Kuş gülerdi, “Sonrası belli… Pekâlâ… dün gece kaçıncı duayı okudun?”
İhtiyar, “Otuz üçüncü duayı,” derdi.
Kuş gülerdi, “Pek bir şey kalmamış… yedi gün daha, yedi gün sonra sana görünecek…”
Ve onlar köprünün karşısında beraber yürüyüp konuşurlarken kiracı, kadının elini eline alır ve ısrarla sorardı, “Bu yaşlı adamla yaşamaktan bıkmadın mı?”
Kadın, “Başka çarem yok, ne yapabilirim ki?” derdi.
Adam, “Neden bırakmıyorsun onu?” derdi.
Kadın, “Günah… acıyorum ona,” derdi.
Genç adam, “Kendine acı, bu kadar güzelliğe acı ki boşu boşuna yok olup gidiyor,” derdi.
Kadın, “Kısmet böyleymiş,” derdi.
Adam, “Bırak. Başka bir yol bul…” derdi.
Kadın, “Korkuyorum,” derdi.
Adam, “Neden korkuyorsun? Bütün dünya seni sevebilecekken, ben hep seni düşünüyorken…” derdi.
İhtiyar adam, kuştan ayrılır, merdivenlere geldiğinde piposunu yakar ve odaya girerdi. Genç adamla kadın, birbirinden uzaklaşırlardı. İhtiyar, “Durum ne âlemde? İlerleme var mı?” derdi.
Kiracı yüzsüzce, “Mükemmel!” derdi.
6-
Kırkıncı günün akşamında, ihtiyar, kaygı ve merakla balkonda oturuyordu. Kiracı ve genç kadın onun tedirginliğinin farkındaydılar. İhtiyar, durmadan ayağa kalkıyor, ileri geçiyor ve ellerini balkonun korkuluklarına dayıyor; ormana, köprüye, ırmağa dalıyor, sonra geri gelip koltuğa bırakıyordu kendini. Genç kadınla kiracı adam masanın altından birbirinin ayaklarına basıyor, birbirine kaş göz işaretleri yapıyorlardı. İhtiyar, şayet o verdiği sözü yerine getirmezse başına gelecekleri düşünüyordu. İşte o zaman caddenin sonundan yükselen cenaze arabasının tekerlek seslerini ve cenaze arabası geçtikten sonra kitapları bir yana fırlatan ve birbirlerine sıkıca sarılan genç kadınla kiracı adamın kahkahalarını duyuyordu.

Ama hava kararmadan, ormanın sık ağaçlarının ortasından, omzunda bir dilenci torbası ve uzunca bir asası olan bir adam çıktı. Köprüyü geçerek balkonun altına kadar geldi. İhtiyar adam, titreyen bacaklarıyla kalktı, odadan geçerek aşağı indi. İhtiyar, çekinerek yaklaştı ve ’O’ -ki uzun boyluydu- elini ihtiyarın omzuna koyarak, “Ey zavallı insanoğlu, sorunun nedir? Dileğini bana söyle!” dedi.

İhtiyar adam, onun yırtık hırkasına sarıldı. “Uzun ömürler istiyorum,” dedi.
O, “Uzun ömrü niçin istiyorsun?” diye sordu.
İhtiyar, “Benden sonra karım bu canavarların eline düşsün istemiyorum,” dedi.
O, “Senin gitmenle yaşam bitmez ki… senden sonra olacaklar senin durumunu nasıl etkiler?” dedi.
İhtiyar, “Sen orasına karışma,” dedi.
O, “Neden?” diye sordu.
İhtiyar, “Kıskançlık, kıskançlık beni öldürüyor,” dedi.
O gülerek, “Pekâlâ, şimdi benimle gel,” dedi. İhtiyarın elinden tuttu, köprüden geçtiler ve ormana girdiler. İhtiyar, ormanın havasının ağır ve nemli olduğunu duyumsadı. Ağaçların arasından geçiyorlardı, ihtiyar korku içinde tanıdık bir işaret bekliyordu. Korkuyla ve titreyerek sordu, “O nerede?”
Yanıt aldı, “Çıplak kuş başka bir iş için gitti.”

Bu haber, ihtiyarın korkusunu daha da artırdı. Arkasına baktığında ormanın sık dalları arasından kendi evini gördü, ışık, odayı, balkonu ve boş koltuğunu aydınlatıyordu. Geri dönmek istedi, fakat O, koluna sıkıca sarılmıştı. Ormanın daha da sık koyuluğuna geldiklerinde, uzun boylu zayıf bir adam gördüler; sırtı onlara dönüktü ve ağacın gövdesine, kocaman bir bisiklet yaslamıştı. Ayak seslerini duyunca elini uzatarak ihtiyarın kolundan yakaladı, ileriye doğru çekti. Bisiklete bindirdi ve kendisi de atladı bisiklete. Ormanda hızla giderlerken,  ihtiyarı kollarının arasında sıkıca tutuyordu. İhtiyar, dönüp de adamın suratına bakmaya cüret edemiyordu. Bisikletçinin soğuk ve sık solukları ensesine geldikçe onu kımıltısız ve güçsüz kılıyordu. İhtiyar kaç kez inledi ve bisikletçiye sordu, “Nereye gidiyoruz?”

Sanki göğsünde, soğuk soluğundan başka bir şeyi olmayan bisikletçi onu yanıtlamadı. Gece çoktan ilerlemişti ve orman, yumuşak bir ışıkla aydınlanıyordu. İhtiyar, gece böceklerinin hareketlerini,  yaprakların, dalların üzerinde görüyordu. Büyük bir geceydi ve onlar rüzgâr gibi gidiyorlardı. Güçsüz düşen ihtiyar yalvararak sordu, “Yalvarıyorum, ne olursun söyle… beni nereye götürüyorsun?”

Bisikletçi sanki bakır bir borudan çıkan bir sesle, “Oraya,” dedi ve çok uzun parmaklarıyla, birkaç adımlıklarında beliren, derin bir bataklığı gösterdi.
7-
Genç kadın ve erkek, ihtiyarın orada olmadığını saatler sonra fark ettiler. Balkona çıktılar. Dilenci bir adamı gördüler; köprüde oturmuş ve bir şeyler yiyordu. Genç kadın ona seslendi, “Bu taraflarda yaşlı bir adamı gördün mü?”
Dilenci, “Evet. O uzun bir yolculuğa çıktı,” dedi.
Kadın kaygılandı, “Yolculuk mu? Ne yolculuğu?” dedi.
Dilenci, “Onu merak etmeyin. Yakında da dönmez!” dedi.
Kadın tedirgin oldu, ancak genç adamın kolları onu sarınca içinde yeni bir dingilik duyumsadı. Çıplak kuş, bir dala binmiş, köprüye yaklaşınca kiracı adam, genç kadını içeriye götürdü. Kadın, adamın kollarından ayrıldı, bir plak çıkararak gramofona koydu. Uzun zamandan sonra, oda yeniden müzik sesiyle doldu.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s