Bir Törenin Ardından…

Ankara Tabip Odası’nın girişimi ile 22 Mart Cuma günü, hizmetlerinin 40, 50 ve 60 yılını dolduran hekimlere özel Hizmet Plaketi töreni düzenlendi. Ben de 50 yıllık hizmet plaketimi alacaktım. Aylar öncesinden haberimiz vardı. İlk günden itibaren tuhaf bir heyecan kaplamıştı içimi. Törene birkaç gün kala ne yazık ki iki sınıf arkadaşımızı daha kaybettik, çok acı duyduk. Kendilerini rahmetle anıyorum.

Şimdi törenin üzerinden dört gün geçiyor. Düşünüp durdum ne yazsam, nasıl yazsam? Kolay mı?

Karadeniz Ereğli’den geliyordum. Eşimle. O da Ankara Üniversitesi mezunu. Ankara’ya yaklaşınca kar lapa lapa yağmaya başladı. Aynı duyguya kapıldık. Eski Ankara’nın karlı kış aylarını özlemişiz meğer. Öğrencilik yıllarımızda kış günleri dolmuş bulamadığımızda ev arkadaşlarımızla Ayrancı’dan Kızılay’a, Sıhhiye’ye yürürdük.

kendimle söyleşi!

  • Merhaba kendim!
  • Merhaba!
  • Seninle bu son durumun hakkında kısa bir söyleşi yapmak istiyorum!
  • İyi olur. Ben de içimi dökerim.
  • Başlayalım öyleyse.
  • Başlayalım!
  • Sen ne zaman yazar oldun?
  • Çok komik bir soru!
  • Olsun yine de anımsar mısın?
  • Sen de bilirsin. Çocukken çok okurdum. Elime ne geçerse ne görürsem okurdum.  Önceleri Büyük Anneannemizin (annaannenin annesi yani… biz ona Hanım Nene derdik) ve annemin ve tabi bizimle birlikte yaşayan anneme her yıl sayıları artan çocukların ve evin işlerine yardımcı olan “Nene’nin” ve daha sonraları ablamızın anlattığı masallar belleğimde yer etti. Kitaptan masal, hikâye okuma, babamızın Tebriz’in uzun kış gecelerinde çocukları toplayıp masal kitaplarından birini eline alıp kürsü başında okumaları ile başladı. Yıllar geçince ve okumayı sökünce çocuk dergilerinin resimli masallarına, hikayelerine kaptırırdım kendimi. Sonraki yıllar kitaplar… kitaplar. Kelile ve Dimne’den, Merziban Name’ye, Sefiller’den, polisiyelerden romantiklere kadar içeren kitaplar, çağdaş romanlardan tefrikalar halinde ya da bir hikâyenin tümünü basan popüler dergilerdeki hikayelere kadar elime ne geçerse, geniş bir merak coğrafyası içinde okumak! Sosyal ve dini içerikli “okumalar” da bu edebiyat “okumalarıma” eklenmişti.
  • Hatırlarım. Gerçek bir kitap kurduydun. Neyse. İlk öykünü ne zaman yazdın?

Taş

Yağmur dinip güneş çıkınca içime neşeli bir ferahlık doluştu. Çıkıp ıslak kaldırımlarda yürümek geldi içimden. Fotoğraf makinemi de yanıma aldım. Islak ağaçlar, kaldırımlar, insanlar, kediler, köpekler güzel temalar ve kompozisyonlar oluşturur çoğu kez. Bulvarda ilerlerken yoksulluğu giysisinden belli bir çocuk, elinde irice bir taş,  küçük projektörlerle aydınlanmış lüks bir mağazanın vitrini önünde durmuş, vitrindeki kocaman tabloya dalmıştı. Vitrindeki tabloda bir çocuk sağ elindeki irice bir taşı kulakları hizasına kadar kaldırmış karşısındaki aynaya bakıyordu. Karşıdan gelen bir polis çocuğu görünce durdu. Ben de durdum. Kamerayı gözüme yapıştırdım. Elim deklanşörde bekledim. Vitrine bakan çocuğun eli kımıldadı. Polisin eli copuna doğru hareketlendi. Benim içimde bir ip gerildi. Koptu kopacak. Polisin kaskından bir damla yağmur suyu yüzüne damladı damlayacak. Tablodaki aynada şöyle yazıyordu: “Taş der ki, ben aynaların düşmanı değilim.”