İranlı Mehrdad Fellahi’nin iki görsel şiirinin Farsçadan yaptığım çevirileri:

İranlı Mehrdad Fellahi’nin iki görsel şiirinin Farsçadan yaptığım çevirileri:

Habib Abimin arkadaşı Murteza’nın bize geldiği gündü. Habib, Murteza’ya, bana anlatmasını söylemişti: “Dönmezsem, benim odamda, dolabımın üst rafında bir kutu var. İçinde bir mektup; çok şey yazılı… Alın yırtın. Kutu boş kalsın.” ‘Vasiyetim,’ demek istemiş belki de; ama neden boş kalacakmış ki… Bana neden boş bir kutu bırakmak istemişti? Vasiyetinden yoksunlaştırılmış bir kutu! Kutuda başka neler var diye merak etmiştim. Murteza gidince Habib’in odasına girdim. Daha önceleri, Habib yokken annem: ‘Odanın tozunu al!’ derdi. Sanki, Habib akşam gelecekmiş gibi… Ya ben… Ben de öyle. Murteza gidince Habib Abimin odasına girdim. Dolabını açtım. Kalmış elbise kokusu, ter kokusu çarptı yüzüme. Üsteki rafa yetişemedim. Bir sandalye çekip üzerine çıktım. Karton bir kutu arıyordum; ama yoktu. Defter kâğıtlarının yanında dikdörtgen, mavi desenli, teneke bir kutu vardı. Annenin, eskiden dikiş malzemelerini koyduğu kutu gibi. Aldım. Dolabın hemen yanına, halının üzerinde yere çöktüm. Yüreğim ağzımda çarpıyordu. Kapağını, zorlanarak açabildim; Okumaya devam et “Habib’in vasiyeti”
Bugün, “müzeye” dönüştürülmüş olan Ulucanlar Cezaevine gittim. Boyanmış, badanalanmış bir villa görünümünde. Tertemiz duvarlarıyla “hücreler”, “koğuşlar”! Tertemiz kap kacak, pırıl pırıl tuvaletler!! Müzeler, tarihin derinliklerindeki gerçekleri günümüze taşıyan tanıklardır. Tarihi badanalayan ve silmeye çalışan bir mekan müze olamaz. Cezaevleri olursa hiç olamaz. Ulucanlar olursa asla olamaz.

Fırtına kopmalı bu atların yelesinde diyorum
Yoksa nasıl ölürüm sensiz
Cehennemi kandırıp da geldim cehennemine
Bu kış mevsimi neden bu denli soğuk sevgilim
Saç saça vuralım diyorum bu gece bulut ayazken
Yemin yemine çarpalım bakırcılar çarşısı
Ya da çisele istersen Şeyh aşkına
Şeyh aşkına diyorum diz çökeyim eteğine
Sen şarkı söyle ben yazayım seni
Öyle derbeder Hallaç!
Çürümüşlüğün Geri Gelişimi: Sadık Çubek’in Sabır Taşı Adlı Romanına Kısa Bir Not
Şubat 1921 yılında İngiliz kuvvetlerinin yardımıyla İngiliz ajanı Ziyaiddin Tabatabai, Kacar Hanedanı’nın son kralı Ahmed Şah’ın Başbakanı ve kazak bir asker ise Savaş Bakan’ı oldu. Dört yıl sonra Ahmed Şah tahtından uzaklaştırıldı ve Aralık 1925 yılında kazak asker kendini kral ilan etti, Nisan 1926’da ise taç giyerek Rıza Şah Pehlevi olarak tarihe geçti (1878-1944). Yazıp okuması sıradan vatandaştan ileri olmayan bu askerin krallık döneminde büyük ağaların bir kısmı kraliyet ailesinin etrafında toplandı, bir kısmının ise topraklarına el konularak kralın mülküne dahil edildi. Ülke mezada çıkarıldı ve karanlık bir diktatörlük dönemi başladı. Hitler ile işbirliği yapan Rıza Pehlevi döneminde sayısız yazar, şair, düşünür hapsedildi, işkence gördü ve öldürüldü. İran tarihinin bu karanlık günlerinde komünistler ciddi mücadelelerini sürdürürken yazarlar da yeni söylemlere yöneldiler. Bunlardan biri de Sadık Çubek’ti (1916 İran-1998 Amerika).
Yazan: Selda Polat
(Bu yazı Roman Kahramanları dergisinin 7. sayısı, Temmuz 2011’de yayımlanmıştır)
Hayat’ı “evlerin dış kapısından itibaren başlayan ve binanın girişine kadar olan dört duvarla çevrili, çiçek ve ağaç bahçeleriyle süslü, genellikle ortasında havuz bulunan bölüm” diye tanımlıyor Hüsrevşahi, hayat’tan hayata geçememiş kişilerle örülü “Ölümü Gözlerinden Gördüm[1]” romanının küçük sözlüğünde.
Öykü Teknesi (Kanguru Yayınevi) ile Ölümü Gözlerinden Gördüm Üzerine
Soru: Uzun zamandır senin adını edebiyat etkinlikleri ve çeviri eserlerle duymaktayız. Bu yıl ise bir romanla Türkiye edebiyatseverlerin karşısına çıktın: Ölümü Gözlerinizden Gördüm. Bu romanı birçok açıdan ele almak mümkün. Örneğin romanın kurgusu üzerinde durabiliriz, onun kuramsal çözümlemesine ışık tutabiliriz, hatta dilsel olarak ele alabiliriz ve de fırsatımız olursa alacağız da. Ancak öncelikli olarak şunu sormak istiyorum madem roman Tebriz’de geçiyor ve sen de İranlı bir Türk olarak Azerbaycan Türkçesi ya da Farsça yazabiliyorsun neden Anadolu Türkçesi?
(Yazan: İbrahimi, Nadir; Çev. Haşim Hüsrevşahi, Kapı yayınları, Birinci basım, Ekim 2006, İstanbul, 57 s.)
İbrahimi’nin yapıtı (bu çağdaş İran yazınının önemli yazarı) neden hoşuma gitti diye soruyorum kendime. Şöyle bir sonuca vardım. Yalın bir metin olmasına karşın, bu yalınlığın aldatıcı görüntüsünün arkasında zengin Fars dilinin ve ekininin tüm bir birikimi, klasik çağdan bu yana (Sadi, vb.) büyük metinleri var gibi geldi bana. Bu kültürü tanıdığımdan değil, ama Doğu Ekininin parçası bir birey olarak, bu havayı koklamış biri olarak, sezgisel bir sonuçtu bu. Bu düz metin, klasik makamsal bir şiirdi.