Kısa bir filme kısa bir bakış: İki kere iki!

Filme kirli beyaz duvara konmuş siyah bir tahtaya bakarak giriyoruz. Hapishane hücresine benzer bir sınıfta tek tip, siyah-beyaz elbiseler giyinmiş öğrenciler kendi aralarında konuşurlarken aniden kapı açılıyor elinde defter ve kitapla öğretmen içeri giriyor. Siyah takım elbise, beyaz gömlekli öğretmen asker duşundaki öğrenciler tam oturacaklarken parmak işaretiyle ayakta kalmalarını söylüyor. Öğretmenin bileğindeki saat tam sekizi gösterirken duvardaki hoparlörden –ki daha çok Nazi zamanından kaldığını anımsatır- tekdüze bir ses derslere yeni bir içerik kazandırıldığı ve bunu öğretmenlerin aktaracaklarını ve herkesten öğretmenin dediklerine uymalarını istiyor ve böylece kendileri ve okul için onurlar kazanacaklarını bildiriyor. Bu anons zihnimizdeki hapishane düşüncesini güçlendiriyor.

aynadayım…

aynadayım

orada eğilmiş biri

bir kadının dudaklarında rüya görüyor

gözlerinde şarap kadehleri.

aynadayım

orada rüyada biri

diline bir kadının saçları dolanmış

şiir söylüyor

orada bir kadın aynada

parmaklarında erguvan dalları

bahara inandırır

gülümsüyor

orada gözlerinde aynada

renkli cam kırıkları

delinin uyanmadan dilinde zincir

şarkı söylüyor

8 Mayıs 2022

Credit goes to: Rob Deslongchamps/Cincinnati Art Museum

Ben her zaman bir sosyalisttim…

“Ben her zaman bir sosyalisttim. Kitlelere saygı gösterirdim, onların dostuydum… Ben teorik sosyalizmin sağlığına inanırım ve hala da insanlığın karşısında sosyalizmden başka bir yol olmadığına inanıyorum.”

İran’ın büyük şairi Huşeng Ebtehac (Sayeh) bugün anavatnında uzakta, Almanya’nın Köln şehrinde hayata gözlerini yumdu. Yeri doldurulamayacak kadar büyük bir değerdi.

Nazım Hikmet açlık grevine son verip yurt dışına çıkmaya mecbur bırakılınca ve vatandaşlıktan dışlanınca, Farsça şiirin önemli adlarından Huşeng Ebtehac (H. Elif Saye) 1952’de yayımladığı Nazım Hikmet’e adlı şiiri yazmıştır. Bu şiiri çevirdim, veriyorum:

 Nazım Hikmet’e

Sıcak bir öpücük gibi
Kızıl bir gonca
Yengili kanlı bir bayrak gibi
Göndere çekilen yüreğimi
sana bağışlıyorum
Nazım Hikmet
Sadece benim kalbim değil
Her yer senin evindir, yuvandır
Bütün çocukların ve kadınların kalbi
Bütün erkeklerin kalbi,
Yaşamın başka renk aldığı, başka tarh aldığı
O geceler ve gündüzler boyunca
Senin umut şarkılarını duyan herkesin kalbi…
 
Yaşam, yaşam
                              ama böyle değil
hayır
şimdi senin ve benim yurdumda olduğu gibi
bu denli çirkin değil
onların yurdu ki
senin gibi dünyayı aydınlatan bir gece ışığını kırıyorlar
ve tan attığında onu yurdundan kovuyorlar.
 
Ama Nazım
Kimsenin vatanını
Kağıt üzerinde ondan alamazlar!
Evet Hikmet: ey koca güneş
Doğudan Batı’ya herkes seni övüyor
Bir uçtan bir uca dünyanın kulağında Senin can bağışlayan şarkıların dönüyor.
 
Baykuşlar
Bizim yurdumuzun hummalı gecesinde
Yanan her ışığı
Kara toprağa seriyorlar
Bizim bahçemizin goncasını
Zulümle yolup
Domuzların ayakları altına serpiyorlar
Ve yarasaların keyfince
Bu karanlıklar aydınlansın diye
Ruhuyla yanan
Arın her yıldızın önüne
Perdeler çekiyorlar.
 
Umudun tatlı ilacı ancak
Güneşin kanı gibi damarlarımızda çarpmaktadır bizim!
Ve yitik çiçekler dayanmanın toprağından boy vermekte
Aldanış goncası olmadan sürgün vermekte
Ve bu gonca bize muştu vermektedir
Sabahın mavi çiçeğinin muştusunu.
Güneş kan yatağında yatmakta.
 
Özgür bırak şarkılarını Hikmet!
Dönüp dursun diye dünyanın kulaklarında
Ve marşlarını
Güneşin gülüş çiçekleri gibi saç
Bir uçtan bir uca
Baykuşlar ve yarasalar
Umut şarkılarından korkuyorlar
Onlar tan yerinin iletisinden korkuyorlar.
 
Birlikte söyleyelim, okuyalım yoldaş
Şafağın kanının nağmesini
Tan gülüşlerinin nağmesini
Büyük yarının kulağı
Bizim nağmelerimizin perdesidir
Geleceğin arın dudağı
Bizim kalbimizin bestesidir

(Çev: h.h.)

(https://sardunyalar.com/2017/05/01/sicak-bir-opucuk-gibi-kizil-bir-gonca/)

kalbimi Wounded Knee’ye gömün!

Stephan Vincent Benét (1898-1943) der ki: “Doğumunuzdan beş dakika sonra adınızı, milliyetinizi ve dininizi tayin ederler ve siz hayatınızın kalan kısmını sizin seçmediğiniz şeyleri savunmak için harcarsınız!” Benét’nin babası, dedesi, amcası hep üst rütbe askerler olarak Amerikan İç Savaşı yıllarında savaşa katılmışlardır. Çocuk Benét ise kendi deyişiyle “Ben çocukluğumu çeşitli askeri üstlerde geçirdim. (Hikayelerimde)… Sivil aile çocukları tek bir şehirde büyürlerken askeri çocuğun birkaç yıl arayla çeşitli askeri üstlere taşınmak zorunda olduğunu göstermeliydim.”[1]

“Pulitzer Ödülünü ona kazandıran John Brown’ın Bedeni adlı uzun anlatısal şiiri, ya da Şeytan ve Daniel Webster olmuştur. Belki de o şimdi Amarikan Adları adlı şiirinin son satırlarıyla anımsanır. Bu satırlar Dee Brown’ın 1970 yılında yayımladığı Kalbimi Wounded Knee[2]’ye Gömün: Bir Batı Amerika Kızılderi hikâyesi” adlı eserinden esenlenmiştir.”[3] Amerikalı yazar Dorris Alexander “Dee” Brown’ın (28 Şubat 1908 – 12 Aralık 2002) bu eserinin Türkçe çevirisinin tanıtım yazısında şöyle denir: “O zaman kaç kişinin öldüğünü anlayamamıştım. Şimdi kocamışlığımın şu yüksek tepesinden gerilere baktığımda, yerde birbirleri üzerinde yığılı duran boğazlanmış kadınları ve çocukları, hala o genç gözlerimle görebiliyorum. Ve orada, o kanlı çamurun içinde bir şeyin daha öldüğünü ve o kar fırtınasına gömüldüğünü görebiliyorum. Evet, bir halkın düşü öldü orada. Güzel bir düştü evet… Sonra bir ulusun umudu kırılıp paramparça oldu… Artık yeryüzünün merkezi yok, ölüp gitti kutsal ağaç. -Kara Geyik-”[4]

Benét adı geçen uzun şiirinin sonunda şöyle der:

Huzur içinde uyumayacağım Monparnas’ta

Rahat yatmayacağım Vinçelsi’de

Bedenimi belki Suseks çimenlerine gömersiniz

Belki dilimi Şamedi’ye gömersiniz

Ben orada olmayacağım. Kalkıp çekip gideceğim

Kalbimi benim “Wounded Knee’ye” gömün.

Dorris Alexander (Dee) Brown
S. Vincent Benét

[1] https://learningenglish.voanews.com/a/stephen-vincent-benet-1898-1943-one-of-americas-most-popular-writers-in-the-early-1900s-138714159/116638.html

[2] Bölge adı. Yaralı Diz anlamında.

[3] https://www.barnonegroup.com/2019/07/the-poem-that-inspired-title-for-bury.html

[4] Kalbimi Vatanıma Gömün. Yazar: Dee Brown, Çevirmen: Celal Üster, Yayınevi: E Yayınları, 2005.

Doğu edebiyatında Aşk- bir söyleşi

Bu makaleyi Haziran 2012’de yayımlamıştım. Bir kez daha yazım hataları da dahil hiçbir değişiklik yapmadan sunuyorum!

Soru: İran şiirinde aşk temasının farklılığından söze edebilir miyiz?

H.H.: Önce isterseniz aşk sözcüğünün içeriğinden ve de gönderilerine bir göz atalım. Sonra bu içerik ve gönderilerden hareket ederek İran şiirindeki tematik farklılığına ulaşalım. Sözü edilecek olan farklılık (şayet öyle bir noktaya ulaşırsak), batı şiirindeki aşk teması ile farklı olup olmadığını algılamadaki yola da bir nebze ışık tutar sanırım.

 Aşk Arapça bir sözcüktür. Farsça sözlüklerde aşırı sevgi, tutku, sevda vb olarak anlamlandırılmıştır. Buna en yakın sözcük ise Aşeke’dir. Aşeke, ağaçlara dolanıp yükselen sarmaşıktır.

 Eflatun’un aşk yorumundan sonra doğu felsefesi bu konuda büyük değişime uğramıştır. İslam âlimleri ve filozofları da Eflatun’un yorumunu kendi inanç ve kültürel-düşünsel süzgecinden geçirerek değişik yorumlara ulaşmışlardır. Özellikle “mecazi ve hakiki” diye aşka getirilen yorum bir diğerinin karşıtı olmaktan çok, “Ruhani” alemdeki yükseklik mertebesine göre ayrılmıştır. Mecazi aşk, kısaca maddi sevgi olarak ele alınır. Yani para tutkusu, makam tutkusu ya da karşı cinse duyulan cinsel istek! Hakiki olan ise mutlak ruha olan yöneliş ve cazbediliş olarak nitelendirilir. Görüldüğü gibi bu görüş de Eflatun’un işaret ettiği ruhun ezeldeki mutlak güzelliğe yönelişten başka bir şey değil.

Agni’ye sekizinci mersiye!

Sen, denizlerimden ağan ve denizlerime geri dökülen o mutlak ateş. Dilimin ilk sözcüğü. Ezberlediği tekçe öyküsü. Şimdi kara bakışlarını görebiliyorum. Kara gecelerimde yanıp sönen parlak yıldızlarını…

Yedi yönden esen rüzgâr senin saçlarında çiftleşir. Senin rüzgârın yılanlarıma ıslık çalmayı öğretti, buğday başaklarıma esmeyi, çalgılarıma nağmeyi, acılarıma iniltiyi, kulaklarıma mırıltıları! Sen bana merdivenleri tırmanmayı öğrettin. Uzak bir kentin, uzak bir semtinde, uzak bir binanın uzak bir odasına tırmanan merdivenleri…

Sen iki dölyatağından çıkıp iki annenin eline doğan o kutsal erkek değilsin. Sen o iki annenin iki dölyatağından doğan ilk ve son kadınsın! Daha yaşın üç olmadan her gözünle başka görmeye başladın. Sağ gözün ağlarken sol gözün gülmeye mecbur. Sen gayrı muhal bir efsane. Sen gerçek bir acı, sonsuz bir sevda.

hep öyle bak

dağ karanfilleri topladım dudaklarından                 saçından tarçın rüzgarı      

öyle koyuldum yola: bunu yaz!

ellerin küçüktü yüzüme bastırıp ağlarken                              

yavrusunu çağıran dişi atmacalar dönüyordu sesinde                         düşüyordum bulutlarından

kokunu saklayan bir çarşaf gibi kal üstümde                          beni üzerine ört ya da

bana atkı örmedin daha             

diyorum istersen serçe besleriz dilinin ucunda     

pazar sabahları evimizin balkonuna bir yıldız bir şiir bir de senin sevmelerini dizeriz         

öyle bir curcuna yani

sokağımız birden kaybolunca gözünde öyle gülüyorsun ki güneş çarpıyor balıklarımın sırtına

her sağanaklı düşümde gerilmiş kanatlarının ebemkuşağı

seni sevmek başka bir masaldır                               

ilk okulunda kollarının ilk dersim                    bunu da yaz!

mağrur bir sipahi dayanır kapısına küskün saatlerinin                 hep unutkan çocuk

ateşi derinden yakarsın kuyularının melikler masalında         ipi kes öyle düşeyim

bundandır mahallenin delikanlıları senin adımlarınla tespih çeker

senin hırsız bakışlarınla arılar kelebekler

boynun taze buğday başaklarını sürer dudaklarıma

ben ölünce hep öyle bak

bir yanım boştu çünkü sana yıkıldığımda

obamı yakıp çıkınımı boşaltırken bir yanım boştu

geceler hep böyle sessiz miydi böyle kahır çiçekleriyle kara?

taze ekmek pişiriyorsun bize

kurşun kalem veriyorsun elime

yanlışlarımı dişil dilinle siliyorsun

çocuklar doğarken gülüşlerinde bir sırım ipek olurum

seninle oynamaya yürek ya da![1]

seni sevmek başka bir masaldır

yazılarına duvar olurum istersen

hep öyle bak


haşim hüsrevşahi


[1] Köyümüz Hüsrevşah yöresinden bir koşmacadan: “ördeği bağlamaya ipek gerek, yar ile oynamaya yürek gerek.”

Rıza Beraheni’nin 70. yaş gününe gönderilen mesajlar

Rıza Beraheni’nin yetmişinci doğum günü nedeniyle Toronto’da bir kültür merkezinin 2005 yılında düzenlediği geceye kimi edebiyatçının ve düşünürün ilettikleri mesajları burada vermek istiyorum:

Eugene Benson (PEN Kanada dönemsel başkanı)

Rıza Beraheni’ye bir yazar, yazın kuramcısı ve özellikle ülkesi İran’da demokratik özgürlükler yolunda gösterdiği özveriler nedeniyle selamlarımı gönderiyorum. Onun, arzularının ve hedeflerinin yeni ülkesi Kanada’da hep yaşamasını umut ediyorum.

Hélène Cixous (Yazar, eleştirmen, kadın insan hakları, yazın kuramcısı, filozof)

Kitap okuma ömründe bir eserin keşfi sevilen bir ölünün mezarından kalkması kadar nadir bir olaydır. Böylesi bir olay her beş yılda ya da on yılda cereyan eder. O gün insanın edebiyatın gerçeğini algılayabileceği bir güçle. Bu macera birkaç sene önce benim için cereyan etti. Benim için kıyametin kıyamı idi. Ne mutlu o insana ki ansızın başka bir gezegenin başka bir dünyanın varlığını öğrenir.