O!

“Şiddetli yağıyor haaa,” diyor.

“Şiddetli,” diyorum ve sadece boş bir şeyin yerini gizlemek için söylediğini hissediyorum. Gözlerinin rengi… sanırım her şeyden önce gözler giderler. Eşi, “Bahar yağmuru muhteşemdir,” diyor e ben kafamda birkaç kez muhteşem diyorum ve bunun ne kadar şen bir sözcük olduğunu düşünüyorum.

Yemekten sonra, kahveyi getirmeden önce, onlardan beni davet ettikleri için teşekkür ediyorum. O neden teşekkür etmem gerektiğini anımsamıyor. Masanın üzerinde sakin ve kımıltısız duran kemiksi elini parmaklarımın ucuyla okşuyorum. “Neden teşekkür?” diye sorunca masanın üzerindeki süngerimsi keke işaret ederek, “Bu ağırlamalardan dolayı teşekkür!” diyorum. “Hmmm,” deyince kendime soruyorum acaba anımsadı mı diye? Eşinin bakışları sıcaktır. Bizim ayrılmamız ve onların evlenmelerinden geçen bunca yıldan sonra, arkadaş olmuşuz ve artık benim ara ara ortak mekânlarda bulunmamla omuzlarını toplamıyor, kaygılanmıyor.

O sağ eliyle kahve fincanını masanın ortasına doğru itiyor ve geri oturuyor. Eki alışkanlık. Akşamdan beri kaç kez adımı sorumuş. Üçünde de ilk kez yanıtlamışım gibi hemen “Hatırlamıyor musun?” diye sormak istemişim. Başkalarının biz yaşlılarla konuştukları gibi, çocuklarla konuşur gibi. Fincan tabakta titriyor. Gülümsüyorum ve yavaşça tekrarlıyorum, adımı sadece. Donup kalan elini yumruk yapıyor ve masadan hafif kaldırıyor: “Dilimin ucundaydı ha!”

“Seksen ikinci yaş günümdür. Seninkisi geçen seneydi, benimkisi bu yıl,” diyorum.

Eşi, “Tam peşinde!” diyor.

Başını oynatarak onaylıyor.

“Ben daha mı büyüktüm?” diyor soruyor.

Yüksek sesle gülüyorum: “Hala da öylesin!”

“Hmmm…” peş peşe göz kırpıyor. Kirpiği yok arık, sadece boş göz kapaklarını kırpıyor. Bakışları bulanıktır. Çenesi titriyor ve dudakları her zamankinden daha ince görünüyor. Faydasız bir “Hmmm…” daha diyor.

“Sorun değil… İnsan unutuyor işte. Önemli olan şu ki bu gece çok güzel geçti, geçmedi mi?”

Başını onay için yukarı aşağı hareket etmesi, salyasını yutması ve bir şeyi algılaması için ondan yardım istercesine göz ucuyla eşine bakması otuz kırk saniye sürüyor. Eşi gülümsüyor ve başını eğiyor ve “İyi yanı şu ki yarın hava iyice açacak!” diyor.

“Hmm…”

Buruşturduğum mendili fincanın yanına bırakıyor ve kalkıyorum: “Artık geç oldu…”

Eşi, “Ben taksi çağırayım!” diyor. Onun sözünü kesiyor: “Taksi?”

Eşi susması için işaret ediyor telefon konuşması bitinceye kadar. O dönüp pencereye bakıyor: “Bu akşam bir yere gidemeyiz, yağmur şiddetli!”

Eşi ahizeyi koyuyor ve “Misafirimiz için taksi çağırdım,” diyor.

O kalan bakışını şimdi ayakta durmakta olan bana doğru kaldırıyor ve sandalyeden kalkmak istermiş gibi yerinde kımıldıyor. Yaklaşıyorum ve ellerimi arkasından omuzlarına koyarak engel oluyorum: “Kalkmana gerek yok. Yolu biliyorum!” diyorum. Başımı önüme eğiyorum ve omuzunun kıyısından yüzüne bakıyorum. Ona, “Yıllarca burada yaşadım, hatırlamıyor musun?” demek istiyorum. Hayır. Hiçbir şey demek istemiyorum. Gecenin geç vaktinin boş lafları. Unutuyorum.

“Maalesef< hatır… adın…” Gülümsemesi silinmiş. Omuzunu hafifçe sıkıyorum. Göz ucuyla ellerime bakıyor. “Ne de olsa her ikinize de teşekkür ederim ki doğum günümü anımsadınız, beklemiyordum!” Şayet bir yanıtı varsa da beklemiyorum ve koridora doğru hareketleniyorum. Eşi pardösümü hazırlamış ve yüzünde gülümsemeyle bekliyor. Pardösüyü omuzlarıma atınca fısıldıyor, “Gün geçtikçe daha az…” Bakışımla sözünü kesiyorum. Yani ki farkındayım. Taksinin kornası havamızı değiştiriyor. Dönüp ona bakıyorum.

Pardösümün düğmelerini kapatıyorum ve giriş kapısına doğru dönüyorum. Kapıyı açınca onun sesi geliyor ve yağmurum hufffffffffffffffffff sesiyle yüzümde eriyor: “Ama ben… Sanıyorum bir gün sana aşıktım!”

Ç: H.H.

Sudabeh Eşrefi, 21 Aralık 1959. İran.

O!” için bir yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s