yaz dedi terra incognita’m, yazdım


selamlarımla geldim sana            gözyaşlarımla
ezberlediğim aşk şiirleriyle             ayetlerimle
en şehvetli öpüşmelerle geldim          inlemelerimle
 
sana alevlerden çaldığım söylencelerle geldim          dualarımla
sana kırık bir güz akşamıyla           leylak kokulu sokaklarımla geldim
alın terimle geldim sana
yalanlarımla        sana             ihanetlerimle
sana öldürdüğüm havarilerimin kanı elimde
sana unutulmuş dağ kovuklarındaki son kibritle
sana şahin inişlerimle geldim              güvercin korkularımla
  

suskularımla geldim sana
saksılarımdaki bahar sözcükleriyle
ağrılarımla geldim            fırtınalarımla

yattığın sere serpe yatağına           ölümlerimle geldim
her bakışında yeniden dirilmelerimle
dokunamadığım              dokundukça doyamadığım benim
sen benim buldukça yitirdiğim
ben en ustalığımda bir siteminle çaylak keşifçi
sen benim yüzyıllarımın terra incognita’m
hep terra incognita’m sevgilim

 (h.h., 21/09/2012, foto Alıntı: They don't make flying horses like the used to..., Photo Credit: Warner Bros.)
 

Joee’nin kaçıncı ölümü


-neden 
gecenin karanlığını
döktün içime
ayrılık diye
o gece
yıldızları eledin gözlerinden?

yinelenen türkü…

bank üstünde
ölümünden habersiz
düştüğünü söylemiştim,
kara bir adamın
siyah küçük bir düğüm gibi
sabahın alaca karanlığından yoksun
kocaman garda
kör bir düğüm
gibi, hiç bir dişlinin çözemediği
hiç bir tırnağın söküp kanala atamadığı
sabahın alaca karanlığında, yoksul
bir türkü akarken kanalın bulanık sularına
" Joee neredeydin dün gece?"[1] diye

Okumaya devam et “Joee’nin kaçıncı ölümü”

sıra tabutlar ortasında


beni parkanın hangi cebinde taşıdığını unutma yeter!
yanağımı tepinen cehennemine yaslamışım
sıra tabutların öyküsü sevgilim…
 
dağ eteğinden sıçrayan kaya parçaları çarpar acılarıma
kulaklarım çıldırmış patlamalar ortasında sesini tanır
toprak, barut ve kan kokularından geçer de gelir kokuların
 
Yusuf’un kör kuyularında beklemem
hep Mayıs aylarımsın         kavruk yüzünle gelincik sürüsü
dişinle yanağın arasında tütün       acı emersin beni
 
bırak beni unuttuğun cebinden geçsin kurşun
sıra tabutlar ortasında yanında yatarım sevgilim

(h.h.13/09/2012, Bolu)
Photo: Three Soviet guerrillas in action in Russia during World War II
http://www.theatlantic.com/infocus/2011/09/world-war-ii-women-at-war/100145/

Ay benim alın yazım

Ay benim alın yazım
Kederli şiirim
Yalın ayak koşmalarım
Ağlar güler yüzüm
İnadına sümüğümü çekip gözyaşımı yuttuğum
İnadına dik durduğum
Ay benim ilk sevdam kadim sevdam son sevdam 
Ay benim dualarım virtlerim
Sabahım akşamım
Her an ezbere söylediğim
Saçının düğümü
Ay benim sessizim
Uslu isyanım
Alevim yangınım dumanım
Ay benim lal dilim geveze dilim
Ölümüm yaşamım
Ay benim gülüşünde serçeler
Gözyaşında dünya kara
Bildiğim bilmediğim
Üzdüğüm incittiğim
Sevdiğim seviştiğim
Ay benim kitabım mendilim kalemim
Ay benim sabah ekmeğim akşam suyum
Ay benim günahım vebalım
Tekçe vazgeçemediğim
(h.h.)

gözlerinde senin

gözlerinde senin bir panter yangına oturmuş
gözlerinde senin ceylan sürüsü
meyhane kalabalığı var gözlerinde
senin gözlerinde güneş yıldızları çalar
 
gözlerinde senin ormanlar denizlere vurur
senin gözlerinde başsız sevdalı adamların cesetleri dalgalanır
 
senin gözlerinde kahkahalı çocuklar günebakan sokaklarından geçer
senin gözlerinde o eskil taş ayaklanmış alnındaki tanıdık yeşil yazıtlarıyla
senin gözlerinde analar doğmakta,
ve bütün sevdalı çingeneler şiire göçmekte
ve aşk o biricik yeşil tomurcuk sürgün vermekte
senin kendi oylumunda
senin gözlerinde yarın olmayacak!

 

(h.h., 1995, Toronto)

deli bak bana!

deli bak bana
deliliğini özledim        siyah ve biber
 
el çırpmaların keklik çırpınması          
saçların
yavaşça yanaklarıma
gizlice kulaklarından
 
azca unut beni
azca anımsa
delice ve karmaşık
 
evimi terk edince arkandan bakıyorum            bakmıyorum
sırt çantan sırtında             yollara mahur
evimi terk edince bak delice ve şebboy   
başka şarkılar da var ezberimde!
 
koyu harflerle dişlerinin arasında şiirler
kaşını çatınca gözlerinde cesedim çalkar
koyu harflerle yan yat bu yana         süt yanına
öpmeliyim bir daha sıla yerini
öpmeliyim bir gurbet…         
 
kağıtlarımda unutulmuş mürekkep kırmızısı!
(h.h., 26/12/2010)

ey insan

ey insan
ey kesilen dilini çiğneyen insan
kazı kendi mezarını
gözlerini kimin oyduğunu göremeyeceksin
dilini kimin kestiğini
 
ne güzel ölüyorsun
felaketinden habersiz ne güzel
ne güzel toplu mutlu mezarlar
 
ben senin de kafirinim bilesin
uyanma bir efsaneye dönmüştür
idamları izleyen izdihamın ne güzel
 
ey habersiz acıları içinde mutlu insan
kimin kıstırdığını da bilmeyeceksin
ey elleri kanlı
ellerin kanlı öl ve mutlu
ey masum cani!
(haşim hüsrevşahi, Rüzgar Şiir Yaşam syı VIII)

Nişabur sokaklarında ölmek

yağmur yağmış sesinizde güneş doğmuş gibidir       gözlerinizde renkli balonlar havalanmış
siz eski tapınakların büyüsünü serpiyorsunuz güvercinlere
ağaçlar diyor ki sus ve dinle               susup ve dinliyorum sizi bayan
ezan sizin günbatımınızdan yükseliyor
közlere dağılan üzerlik kokusu havada
 

Okumaya devam et “Nişabur sokaklarında ölmek”

ormanlar tutuşmuştu saçlarında

ormanlar tutuşmuştu saçlarında
sesinde okul çocukları
kalabalık bir caddenin ortasında
sesinde dağ sığınağı
parmak aralarında serçe yuvası
gözlerin sisli Kandahar
dudaklarında tüm kadınların genç şarkıları
bu yandan gidelim dedin

bir kayanın üzerinde durduk
herkesten diri ve boylu
gülüşlerinle şebboyları çağırdın
sesinde seni seviyorum
kalabalık bir caddenin ortasında
bu yanından gidelim dedin
seni sevmenin büyülü yollarına
elimden tutup götürdün
kalabalık bir caddenin ortasında
sesinde seviyorum seni hâlâ
(dil açmalarım, h.h.)