bırak gideyim!

kaçıyorum senden
kaçtıkça kahretsin yaklaşıyorum
bırak öleyim.

o sokağı sen bilirsin bir de kirli sokak kedileri
bir de ben
o ki sarhoş bıraktın uzun bir hayat içinde
sokaklar dar
bir sen bilirsin ah
bu çarşıda beni de sat

sen orada öksüz ve lal
ben burada konuşkan ve yalan
bir ırmak akar
sonrası ölüm!

(düzeltmesiz bir öyle bir şey-h.h.)

seni unutmayı öğret bana!

birbirine susan yıllarca iki akkavaktık ayrıldık
bulutlar doluşmuştu saçlarına
gözlerimin yamaçlarında sis
ahu ürkmesi sesinde
ikindi vakti sahilde
bu yüzden seni unutmayı öğret bana

kimi öyküler var başlamadan biter
kimi öyküler bitince başlar
kimi geceler şarapla sabahladık
kimi sabahlar koynunda saklandım
pencereden bakarsın sokağın öte yanı matem
pencereye bakarım köz yağmuru gözlerime
işte bu yüzden seni unutmayı öğret bana

bu eski ahşap masa bulutlu bir boğaz vaktine konmuş
soluk küskün dudaklarına çalar
bir tadım peynir, bir dilim karpuz
parmaklarımızın ucuyla dokunuruz
bıraksan kayıp gidecek bir leylak kokusu
gibi çarşıda köz üstünde kahve cezvesi
demem o ki çaresiz bu bahar vakti
seni unutmayı öğret bana!
(h.h.)

sessizim

sessizim
sessiz gözyaşlarımsın
boy veren hayıflanmalarım her sabah vakti

geceler senin şarkılarınla çöker
şarap senin dudaklarınla esrik
bir de o masum öfkelerin
o zamansız küskünlüğün!

işte bundandır şiir yazmayalı yıllar oldu!

odamda gülüşlerine karışan el çırpmaların yoktur diye
kış bitmez
deli bakışların yoktur diye
sobada köz kalmaz

ne zaman boş bir sıra görsem
şehrin güz parklarında bir yerde
içim üşümesin diye
ikimizin olan ağıtları yakarım
o tenha adaya götürsün diye
kargaların tünediği o ağaca…

o ağacın altındaki masa
şarkılarımızı unutmaz!
belleğinde çay bardağındaki rakı tazelenir
yakamozlu dalgaları dinler!

sonra bir şiir yazarım belki!

(h.h.)

gözlerinde senin!

gözlerinde senin bir panter pusuda
ceylan sürüsü gözlerinde
gözlerinde senin meyhane kalabalığı
gecenin bir yarısı yıldızlar çalgı çalar
gözlerinde senin akreplerim ateş çemberinde sarhoşlar!
 
gözlerinde senin ormanlar denize vurur
aynalar kırılır senin gözlerinde 
sevdalı adamların başsız cesetleri dalgalanır
 
senin gözlerinde kahkahalı çocuklar günebakan sokaklarından geçer
alnındaki tanıdık yeşil yazıtlarıyla
senin gözlerinde o eskil taş ayaklanması var
senin gözlerinde analar doğar,
ve bütün sevdalı çingeneler şiire göçer
ve aşk o biricik yeşil tomurcuk
senin oylumunda sürgün verir
 
senin gözlerinde yarın olmayacak!

(h.h., 1995, Toronto)

Minyatür, Üstad Ferşçiyan’dan

tarihe karşı cüce!

tabutlar biçersin boyuma
boyuna bakmadan tarihe karşı cüce!
avuçlarımdaki güneşi neylersin?
ırmaklar geçer saçlarımdan
dilimde ormanlar tutuşur
hah diyelim bugün bir kasım
yarın başka kasım!
kalemim sönmeyen köz cinsinden
uyur gezer düşerse de kuyuya komşularım
ne fark eder
mavi yelken açmışım bulutlarımda
kızıl yağmur yağacak diyor cadılarım
şimdiden korkabilirsin
sen muzaffer diyelim ben yenilmiş!

(h.h.)

susuz öleyim!

yağmur istemem
susuz öleyim
taş yağsın toprak
alev dökülsün
senin ateşine ortak!

sorarım sana ey fitne
hangi toprak kapatacak kinini
hangi alev öfkeni
ey tarihin en çirkin melaneti!

bu sürüklenen benim tarihimdir
bu kurşunlanan benim Simurg
bu mezarı adsız kalan benim ellerimdir
sırtından hançerlenen benim Kerbela!

kalemler kırarım ağıdına serinleyecekse düştüğün ateş
kanlı teleklerini çocuklarıma dağıtırım
hançereler tan atarken senin mersiyene
ah böyle mazlum düşmemeliydin

dudakların son sözcüğünü söyleyecek hep
toprak renkli suskun dudakların…
böyle kısıp gözlerini bakma
daha öpülecek çok kirpiğin var!

(h.h.)

May 1871, Paris sokakları, Paris Kommünü, Çizen: Maximilien Luce

göğsümdeki istiridye kabuğu!

Ahaay denizcim
Elini uzat
Dalgaların içinden bereketi getir bize
Balıkların öpücüklerini
 
Ay inmekte
Güneş esnemeye başladı
Dalgalar uyanmakta
Elini uzat
Ağını sürükle krallığına
 
Şarkılarımı sana sakladım kıyıda
Ölü yengeçler şiirlerini
Gel ey ebedi denizcim
Kediler gelmeye başladı
Gel kulağını yasla göğsümdeki istiridye kabuğuna
 
Bu atı senin için tımarladım bak!
Çıplak günlerimizin çıplak kısrağını
Dedelerimizden kalan eski ateşi yaktım
Sesleri davullara gömdüm
Dön artık yetim denizcim!
 
Kuşları senin için saldım gökyüzüne
Bir masal sakladım ikimiz için
Tutuşan kül rengi saçlarım deniz fenerin olsun dedim
Gel! Aaah yalnız kadınım
 
Denizin şeytanlarına inanmadım
Yıldızların anlattıklarına inanmadım
İnadına leylaklar açtı avuçlarımda
 
Gel artık
Saçlarını topla denizden
Bu şehir senin bereketinle ayakta kalacak
Etme!
Gel ey ilk ve son umudum!

(h.h.)

Seagulls Over Adriatic Sea, by AmaS Art

 

Ürken analar sürüsü!

atlar toynak vuruyorsa analar sürüsünün ürkmesine
bil ki yolda bir ateş var
anaların yüreklerinde yuvalanan
ve senin geçmediğin sokaklardan akarak gelen
hayatı topyekûn kundaklayan bir ateş!

dudakları kirli elbiselerine çalan çocuklar uslanmıyorlarsa
kork
son günlerindir demek inan bana
top tüfek kâr etmez çıplak isyanlara
çünkü
atlar toynak vurur ürken analar sürüsüne
(h.h.)

atlar
“The horses are coming” (Atlar geliyor) Çizen: Amadoodles http://amadoodles.deviantart.com/art/The-horses-are-coming-313558950

şeş yanımız Haziran!

bir sabah vaktiydi sanırım
kayınların ucu kızıldı belki
zincirleri kopardık
dağ doruğundan boşalan sel yani
 
bir görsen
ne kayalar vardı akışımıza öykünen
postallarımızın altında ne uçurumlu aşklar
küstah bir hünnap rengi bulaşmıştı göğsümüze
dilimiz kızılca kılıca kuşanmış kalem
dişlerimiz asırların kilitli dişlisi
hoh desek orman yanacak
he desek asır dönecek
öyle köpüklü şarkılar yani!
mart bir yanımızda mayıs diğer yanımızda
şeş yanımız Haziran!
 
demem o ki
sokakta bir tuhaf
ormanda bir tuhaf
dağda ovada deli dolu başka çarpardı yürek
yani ki aha
ölmedik daha!
 
sonra bir kurşun sesi geçti sigaramızın dumanından
dağ da dumandı hani
yürek de…
sonraki kayaya vurdu
sonraki tam da şurama
dedim yeşildir her hal akan sular
dedim ne güzel gülüyorsun
dedim iyi ki de sen sarmıştın son sigaramı
 
ağzını ağzıma dayadı
bildiği ne çok masal vardı
anlattı teker teker ağzımın içine
saçının ucunda kırmızı kurdele
eli kan kırmızı
gülüyordu ağlarken  
sonra güneş kayınların tepesinden düştü
vurulmuş bir turna gibi
kızıl ve mahzun
 
dedik ki göç edelim öyleyse
ormandan ormana
sokaktan sokağa
buluttan buluta
ne de olsa anaların rahmi duyar ölen çocuklarını
rüzgar olmaya karar verdik kalktık
sel olmaya karar verdik aktık
bir de yangın
 
demem o ki
semender girdi mi cildinize
Simurg gelir diz çöker oturur karşınıza
ak sakallı dede sigara elinde
ya da beyaz türbanlı nine
ya da omuzunda namlusu sıcak daha
bir masal…
 

(h.h.)

şelale-1