Sohrab Sepehri’nin yazdığı Mavi Oda adlı uzun metinden bir parçadır.
Tümü yakında yayınlanacak!
Bağımızın dibinde bir ahır vardı. Ahırın üstünde ise bir oda vardı. Maviydi. Adı Mavi Oda’ydı (biz ona Mavi Oda derdik). Ahır hemzeminden biraz alçaktaydı. Öyle ki yemliğin üstündeki küçük pencereden hayvanların başı görünürdü. Mavi odanın koridoruna birkaç basamak merdivenle gidilirdi. Mavi oda, toprağın samimiyetinin hakikatinden uzak değildi. Biz bu odada yaşardık. Bir gün annem Mavi Oda’ya girer. Odanın bir nişinde çember olmuş bir yılan görür, korkar, hem de nasıl. Aynı gün Mavi Odadan göç ediyoruz. Evin kuzeyindeki odaya geçiyoruz. Beyaz bir pencderi[1] odaya. Sonuna kadar da bu odada kaldık ve Mavi Oda sonuna kadar boş.
**
**
Mavi Oda Mandalay’dı ve ben rahatça bu Mandala’nın içine yol almıştım. Dini söylemler havasında bir dram cereyan etmemişti. Mandala’nın doğu kapısının eşiğinde (Mavi Oda’nın doğu kapısı) Mandala’ya bir çiçek atayım diye gözlerimi kapatmamışlardı. Ama ben açık gözlerimle atmıştım: ilkbaharlar aklımda. Bazen bir kadife çiçek koparır ve Mavi Oda’nın ortasına atardım. Bilmiyordum neden.
Ben hiçbir zaman Mavi Oda’nın “elmas planı” üzerine bir kap koymadım ve belki de asla Avahana değildim. Mavi Oda benim, “Em. Ben bütün Tathagata’ların gövde elmasının cevherinden yapılıyım. Ben bütün Tathagata’ların ruh elmasının cevherinden yapılıyım,” diye söylediğimi duymamıştı. Ve çok açıktır ki benim özbenim Tathagata’nın özbeni ile birlik olmadı ve Kaivalya benden çok uzaklarda kaldı, ulaşamadım. Bizim hakir büyümüş çocuk nerde Puruşa’nın nadir bulunan varlığı nerede! Ama ben Mavi Oda’da başka bir şey olurdum. Sanki kabuk atardım, renkli içgüdüsel yaşamım dışarıda, çokluk bahçesinde, kalırdı ben dönünceye kadar. Mavi odaya gizlice giderdim, kimsenin beni gözetmesini istemezdim. İbadeti hep halvette istemişim. Hiçbir zaman başkalarının gözü önünde namaz kılmış değilim (okul çocuklarını namaz için okula götürdükleri ve benim onların ortasında olduğum zamanlar hariç) “İbadet” sözcüğünü kullandım. Hayır, ben ibadet için Mavi Oda’ya gitmezdim, ama onun dört duvarı ortasında başka bir yerden gelen bir hava bana çarpardı. Bu havanın esintisinde tozum uçar, hafiflerdim. Kanat açardım. Bu hava tanıdıktı. Benim mahrem rüyalarımın pencerelerinden içeri girmişti.
Ama odadan beni çağıran ses, odanın maviliğinden yükselirdi; çağıran maviydi. Bu renk yaşamıma işlemişti. Sözlerimin ve suskumun ortasındaydı. Her duraksamamda mavinin ışıması vardı. Düşüncem yükseldiğinde mavi renk alırdı. Mavi tanıdıktı. Ben çöl kenarındaydım. Başımın üstünde bolca mavi vardı. Yer yüzü de su deposuydu: benim şehrimin yakınında çivit madeni altının yanında otururdu. Annem çarşafları çivitlerdi ve çamaşır ipi seyre değerdi. Bayrama yakın, yumurtaları mavi peygamber çiçekleriyle boyardık. Bu çiçek ne kadar da silinmez bir mavilik verirdi. Safiabad ovasına yakın tarım alanlarında ne kadar Bleuet[2] bulunurdu. Müthiş bir mavisi vardı. Biçim zamanında, Rus köylüler ilk çavdar demetini bu çiçekle taçlandırırlar ve kutsal ikonun önüne koyarlardı. Bilirlerdi ki şiddetli kuraklıkta bu küçücük mavi çiçekler bal arılarına ne kadar bol bir içecek kaynağıdır. Solokin çavdarla bu çiçeklerin yararlı komşuluğunu keşfetti.
Bizim bahçemiz nilüferle dolu olurdu ve yer yer mavi hindiba. Annemin yüzük taşı maviydi. Firuzeydi. Şeddad cennetinde akan arkların dibine çöken kumlar cinsinden. Firuzesi Ebu İshaki cinsindendi. Yüzük hep annemin parmağında olurdu. Firuze insanın gözünün ışığını artırır. Nazarın önüne geçer, kısırlığı ortadan kaldırır, insanın izzetini artırır, namazın sevabını yüz kat artırır, kutsal taştır ve bu taşın aydınlığın karanlığa galebe çalmasında rolü var. Aztek söylencelerinde Güneş Tanrısı her sabah silahıyla -ki firuzeden bir yılandı- ay ve yıldızları gökyüzünden kovan bir savaşçıydı. Firuze rengi üstün bir makama sahiptir. Bardo’da firuzeye çalan ışıktan korkmamalı: “Öyleyse, bu korkunç ışıltısı ve gözleri kamaştıran firuzeye çalan ışıktan korkma! Dehşete kapılma! Zira bu üstün yolun ışığıdır; Tathagata’ların parıltısıdır, mesel aleminin yüksek hikmetinin parıltısıdır…” Marifetin sahibi Akşobhiya firuze rengindedir. Aam şehrinin Budai tanrısı Heroka’nın teni firuze rengindedir.” Su nilüferlerinin ortasında, güneşin tahtında, Şeri-Heroka uğur yıldızı firuze rengine çalar.
Gökyüzünün mavisini seyretmek, içi seyretmektir. Bilincin sefasına varmaktır. Mavi, gözetme ve izleme simgesinin çekirdeğidir. Vairocana’nın kalbinden kalkan mavi ışıltısına benzer Dharamadhatu hikmetinin yüce nurudur. Gökyüzünün mavi ışığı Dharmadhatu hikmeti hem özbilincin arın ögesidir hem de “büyük boşluğun” gizli gücünün göstergesi.
Eski Mısır’da da mavi hikmetin işaretiydi. Kelde bilimler tanrısı Nabo, maviydi, başka bir yerde, Siyra Nevada’da mavi rengi bilginin komşusudur. Kogiler tapınağında, “daha fazla bilgi sahip olanlar” açık mavi renkli olan sol yanda oturur. Lacivert, göksel ve insanüstü bir katın temsilidir. Işık ve sonsuz yaşam tanrıları olan Amitabha ve Amitayus cennetinin yeri çivitten yapılıdır. Mayalar, yılın ilk ayının yedinci günü, yeni işlerde kullanılabilsinler diye evdeki bütün iş aletleri ve direkleri kutsal maviye boyarlardı. Mart ayında, güneş tanrısı için, göğe daha kolay ulaşılsın diye “Güneş Merdivenleri” adlı mavi basamaklı küçük bir tapınak yaparlardı.
[Farsçadan Çeviri: h.h.]
[1] Pencderi geleneksel İran mimarisinin bir ögesidir. Evin salonu olarak da kullanılan ve genellikle taraçaya açılan, birbiri yanında beş penceresi olan geniş bir odadır. Yeni mimaride oturma odasına denir. (ç.n.)
[2] Mavi kantaron. (ç.n.)