sığınmacı

Mitra Elyati’den (23 Mart 1950) bir öykü:

 

 

 

 

 

Bizden biri kendini astı. Banyoda. Buhar halesi içinde sallanıyordu. Ağzı açık kalmıştı.

Sanki “Kahretsin bu hayatı!” der gibi.

Kemerin izi boynunda duruyordu, simsiyah. İndirdik. Ağırlaşmıştı. Saçları ıslak ve karışıktı. Kravatsız.

Birisi, duşun musluğunu kapattı. Nem, odalara kadar sızmıştı. Gri renkli halı daha koyu görünüyordu. Yere yatırdık. Herkes bir şeyler söylüyordu. Hepimiz telaşlıydık.

“Neden geldik?”

Yahya, “Keşke dönseydik!” dedi.

Ona baktık. Pencereden dışarıyı seyrediyordu. Rüzgâr esmiyordu. Ambulansın siren sesi yoktu. Sonra da yavaşça ve başı öne eğilmiş, çıkıp gitti.

Bir şeyler yapmalıydık. Ağzına bir ayna tuttuk. Gözlerini kapadık. Ağzı açıktı. Bir şeyler söylemek ister gibi.

“Sığınma hakkı vermiyorlar!” dedik.

Çevirmen, “Dönmesi gerek!” demişti.

Birsi telefona gitti. Yüzünü çarşafla kapattık. “Sonunda yapacağını yaptın, Yahya!” demek istiyorduk.

Demiyoruz. Sanki bir şey gırtlağımızı tıkamış, konuşmamızı önlüyor.

Birisi arkasından kapıyı kapatıyor. Pencereden, kül rengi bulutların yığınına dalıyoruz.

Yahya, “Onlarla kalmalıydık. Bir çatı altında ölseydik de…” diyor.

Birisi koridorda inliyor. Ambulansın üzerindeki dönen ışık yanıyor.

“Delirdin mi oğlum!”

Yatağın altından çantasını çıkarmıştı. Ivır zıvırları yatağın üzerindeydi; diş fırçası, havlu, sabun… Mina’nın fotoğrafı uzun parmakları arasında.

“Mektup yaz kendisine!”

“Buranın bir bahçesi olsaydı keşke. Firuze renkli bir havuzu… Kahretsin bu sığınma hakkı vermeleriyle!”

Bir şey söylemedik.

Bağlamayı odanın köşesine koyardı hep. Yana kaymış şekilde; hiçbir zaman düzgün durmayan kravatının düğümü gibi.

Birisi merdivenleri hızla yukarı çıkıyor. Sonra da iki memur, bir sedyeyle…

Mütercim, “İmzalayın,” dedi.

Sigara içen memur, izmaritini sardunya saksına atıyor.

“Kapının kilidini kırdık. Kemerin tokası boynunda sıkışmıştı. Yahya sallanıyordu. Küvet, suyla dolmuş taşıyordu.”

Mütercim, çakmağını çakarak memurun sigarasını yaktı.

“Yere yatırdık. Ağzı açıktı.”

Sigara içmeyen memur, mütercime bir şeyler söyledi. Anlayamadık.

Yerden kaldırırken çocuklar, “La ilahe illallah!” dediler.

Sigara içen memur şaşırarak bize baktı. Koridorda birisi inledi. Mütercim geri çekildi. Sonra sigara içen memurla konuştu.

“Nereye götürüyorsunuz?” dedik.

Birisi, “Ne yapıyorsunuz?” dedi.

“Bırakın burada kalsın,” dedik.

“Elçilik bütün işleri yürütür,” dedi.

Yahya’nın naaşı yerdeydi hâlâ. Açık ağzı ve gömleğinin açık yakasıyla…

“Kahrolasıcalar!” dedik.

Mina’nın fotoğrafını, sardunya saksının yanına koymuştu. Odanın köşesine çökmüş, bağlama çalıyordu. Hep böyleydi. İçi daraldığında, bağlama çalardı.

“Neden dönmüyorsun?”

“Keşke kalsaydık!”

Bağlamayı tekrar kucağına alıyor ve parmakları tellerin üzerinde kayıyor. Soğuk ve üzgün.

“Biz de geliriz,” dedik.

Birisi, ceketinin kol ağzını çekiştiriyor. Mütercim kendisini kurtarıyor. Elin tuttuğu yeri silkiyor.

“Biz de kalsaydık keşke,” demiştik.

Mütercim, “Hepiniz imzalayın,” diyor.

Kâğıdı imzalıyoruz. Belgeyi dosyaya koyuyor.

“Biliyorsunuz, formalite işte!” diyor.

Yahya, “Biliyorum, sonunda burada ölürüz,” demişti.

Bir şey söylememiştik.

Eli, tellerin üzerinde kayıyor yine, soğuk ve üzgün.

Memurlar, Yahya’nın naaşını ambulansa koyuyorlar, üzerini battaniyeyle örtmeden.

Yola koyulunca, kimse ağlamıyor artık. Birisi, pencerenin arkasında bağlama çalıyor sanki; soğuk ve üzgün.

Yahya’nın sardunyası pencerenin arkasındadır hâlâ. Mina’nın fotoğrafının yanındaki artık yoktur. Buhar, banyo kapısının altından, halının koyu rengine yayılıyor. Kemer, sandalyenin üzerinde duruyor hâlâ.

(Farsçadan Ç: h.h.)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s