informer citizen: Muhbir vatandaş!

Muhbir vatandaş (informer citizen) olgusu tarihte birçok kez yaşanmıştır. Ne zaman ki devletler kendi egemenliklerini tehlikede görürler, ya da toplumdaki muhalif sesler onların tahammül sınırlarını aşar, ya da başkalarıyla savaşa girmek isterler işte o zaman Muhbir Vatandaşlık mekanizması diğer baskıcı yasaların uygulanmaya konulmasıyla birlikte yeni baskı aracı olarak icraya konulur. Konulmuştur.

Muhbir Vatandaşlık olgusunun zihinsel yapısı hep nefret, kin, öç, ayrışım, farklılık, üstünlük ve kibir, saldırganlık, aşağılama, baskı, tek merkezcilik ve buyurganlık dili üzerine geliştirilmiştir.

Faşist Mussolini çocukları!!

1930 Almanya’sında,  Hitler’in liderliğindeki yeni Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi çocukları milis örgütlerde Nazi düşüncesiyle aşılamaya başladı. Görüldüğü gibi Hitler’in partisi adını halkın en çok itibar ettiği ve toplumda yükselmeye yüz koyan sosyalizm ve işçi hareketinden yararlanarak seçmiştir. Ancak başına Ulusal sözcüğünü ekleyerek sonrasında çöreklenecek olan faşizmin zeminini zihinsel olarak hazırlamıştır. Hitler Gençliği örgütü, bu çocuklardan anne-babalarının konuşmalarına kulak misafiri olup Lider’in aleyhinde konuşmalar duyduklarında bir üst makama ispiyonlamalarını istemeye başladı. Kemer sıkıldıkça, halka daraldıkça giderek yerel örgütlere komşuları izleme ve “yıkıcı düşünceler” fark edildiği durumunda bir üst idareye (Örneğin bizde mesela Muhtarlar Kaymakama, onlar ise Valiliklere… gibi) rapor etmeleri emredildi. Komşular bir birini, kahramanlık ya da lidere sadakat adına bazen de korkudan ihbar etmeye başladılar. Böylece Almanya’da modern bir engizisyon yöntemi ortaya çıktı; özgür düşünce ve ifadeye karşı bir terör mekanizması! Buna karşı çıkma cesareti gösterenlere artarak sertleşen ve ölüme kadar giden cezalar uygulanmaya başlandı.

Nazi Gençlik kampından… Lider’e sadakat üstün vatandaşlık: Muhbirlik bir vazifedir!

1940’lı yıllarda ABD’de Cumhuriyetçi sağcı Joseph McCarthy, Kızıl Tehlike kuşkusuyla birçok aydını, düşünürü, sendikacıyı, yazarı, müzisyeni, gazeteciyi, eğitimciyi ve hatta sade muhalif vatandaşı “ulusun güvenliği tehlikededir” savıyla mahkemelere çekip zindanlara sevk etti. Sapık McCarthizmin marifetlerinden en bilineni ise iki masum insan, karı koca Rosenberg’lerin 19 Haziran 1953’te elektrikli sandalyede idam etmesi olmuştur. Amerika B. Devleti işgal ettiği topraklarda -Vietnam’da olduğu gibi- bu mekanizmayı var gücüyle uygulamış ve muhbirleri çeşitli şekillerde ödüllendirilmiştir.

Nazilerin ve McCarthizm’in uygulamalarının temelindeki benzerlikler çok çarpıcıdır:

  • Her iki uygulamada hedef aydınlar, ilericiler, muhaliflerdir. Bunların hemen hemen hepsi de demokrat ve sol düşünceye mensup bireylerdi. Ve birçoğu terörizmle suçlanmışlardır.
  • Her ikisi de sivil halkı “vatanseverliğin” ve “kahramanlığın” bir gereği olarak bir birini ispiyonlama “vazifesine” çağırmıştır, teşvik etmiştir.
  • Her ikisi de sermayenin savaşa hazırlandığı ya da savaştığı dönemlere rastlar
  • Her ikisi de sağcı faşist zihniyetlerin örgütlendiği siyasi egemenliklerden kaynaklanıp onlar tarafından uygulanmıştır
  • Her ikisinde de ve özellikle Hitler’in sembolize ettiği faşizmde cahil ve bağnaz yurttaşlar, lümpen bireyler sermayenin bu saldırısının ücretsiz memurları ve saldırı aracı haline dönüşmüşler
McCarthizmin idam ettiği masum iki vatandaş: Rosenbergler!

Ancak bunların ötesinde komşumuz İran’da, 1979 sosyalist Şubat Devrimi yenilgiye uğratıldıktan sonra ve sermayenin egemenliği dini söylemlerin ön planda olduğu ve din adamları tarafından devletin ele geçirilmesinden sonra aynı taktik çok açık bir şekilde uygulandı. Ayetullah Humeyni 20 Ekim 1979 (Devrimden 7-8 ay sonra) şöyle demiştir: “Ben siz muhaliflere tavsiye ediyorum bu kadar toplanmayın, bu kadar bildiri yayımlamayın, bu kadar dergi-gazete vermeyin. Cüret mi buldunuz, baş gösteriyorsunuz? Ben hepinizin ağzınıza çarparım!” Daha sonra dini lider başka bir konuşmasında şöyle seslendi: “Sevgili öğrenciler bütün dikkatinizle öğretmenlerinizin ve hocalarınızın davranışlarını gözetleyin. Şayet Allah göstermesin onlardan birinde bir sapma görürlerse anında yetkililere ve sorumlulara rapor etmeleri gerek ve öğretmenler ve hocalar da zekice kendi meslektaşlarını gözaltında tutmaları gerek…” Dönemin ve İran Cumhuriyeti’nin ilk Başbakan’ı Muhnedis Mehdi Bazergan dini liderin bu konuşmasına itiraz ederek ve Kurandan bu ayeti okuyarak; “Ey iman ehli, bir biriniz hakkındaki kötü zandan sakının, bir biriniz aleyhinde casusluk yapmayın!” (Hacerat Suresi, 13. Ayet), halkın bir birini ihbar etmesinin ve casusluğun dine aykırı olduğunu söyledi. Bir süre sonra Bazergan dini lider tarafından Başbakanlık’tan alındı! Bütün vatandaşlar komşularını gözetlemeye ve muhbirliğe çağrıldı ve bunun bir dini vecibe olduğu anlatıldı. Kendi çocuğunu, Humeyni aleyhinde konuştuğu için ispiyonlayan ve idama gönderen kadın “örnek anne” olarak seçildi. Ve şöyle dendi: “Bu işi herkes yapmalı! Bütün Müslümanların vazifesidir!” (25 Ağustos 1981) Bilindiği üzere on binlerce insan, kadın, erkek, çocuk ihtiyar orta çağ zindanlarına atıldılar ve sadece 1983 ve 1987 tarihlerinde binlerce mahkum asıldı ya da kurşuna dizildi.

İran’da olup bitenler de yukarıdaki iki olguyla birçok yönden benzerlikler göstermekte. Savaş öncesidir, muhalif aydınlara ve düşünürlere karşıdır, tek merkezci egemenlik söz konusudur, ideolojik bağlılıklardan ve bağnazlıklardan yararlanmıştır, cahil kitle ve eli palalı lümpenler ön plandadır. Ancak en önemli farkı burada dini inançlar temelinde bu muhbirlik görevi meşrulaştırılmaktadır.

Tahran’daki 1983 ve 1987 idam edilenlerin gömüldüğü Haveran toplu mezarlarından bir bölümü Belediye tarafından parka dönüştürülmüştür!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s