Hümayun, gizlice yurtdışına gitmiş, orada gereken eğitimi gördükten sonra İran’a dönmüştü. Tavırları kısa sürede olgunlaşmış, konuşma tarzı değişmişti. Erdelan’ın dediği olmuş ve o, hızla büyümüştü. Gerçi hep düşünceli görünüyordu; ama hiçbir şekilde dalgın değildi. O uçarı, sorumsuz havasından eser kalmamıştı. Erdelan, onunla eğitim gördüğü ülkenin dışında, bir Akdeniz ülkesinde buluşmuştu. Son görüşmelerinin üzerinden iki ay geçmişti. Erdelan Amerika’da, o ise Tahran’da, babası Menuçehr Han’ın yanındaydı.
…
…
“Bu herif bizi ne sanıyor? O hanımlar hanımı, o güzeller güzeli, o asiller asili Meryem, Münir-ül-Sultan’ın torunu neden intihar etsin ki? Önce Timur… Nasıl kıyarlar ona! Vahşiler fakat aptallar! Profesyonel bir cinayet; ama açık verdiler! Aptallar tabii! İç hesaplaşmaymış diye yaydılardı o zaman. Timur’un kendi özel muhafızını nasıl da kullandılardı?”
“Ama Erdelan’ın bundan ne çıkarı olabilir ki? Bir yerde kendi zararına da…”
“Meryem durup dururken neden intihar etsin ki? İnce hesaplar yapıyor; ama en ince yerinden kopardı o Erdelan salağı! Timur gitti, Sirus da yok ortada, Meryem’i de ortadan kaldırarak… Ağabeylerine bildirdim, ‘Erdelan oralarda çok yavaş davranıyor,’ diye, ‘aktarılan sermayenin hesabını vermiyor bir türlü,’ dedim, ‘aklınızı başınıza devşirin. Gerekirse, Amerikalı dostlarımızdan yardım isteyin.’ Sen de! Ama o salak bunu bilmeliydi; aslanın kuyruğu ile oynanmaz… Paraya konmanın yolu böyle mi olur? Halletmen gerek!”
Halletmek; göz kırpmadan tetiği çekmek! Erdelan ülkeyi terk ettikten sonra, başlattığı işi bitirmiş ve her şeyi hızla yoluna koymayı becermişti. Erdelan’a göre, Irak’ın saldırısı ile başlayan savaşı kimin neden başlattığı önemliydi tabii ama daha önemlisi, silahların teminindeki kendi rolü ve yeriydi. Esas pay onların olmalıydı. İsrail’deki, Amerika’daki ve Almanya’daki dostlarıyla görüşmeler yapmış, önce, önemli rakiplerinden birini Almanya’da esrar kaçakçılığı suçuyla yakalatmış, en önemli engeli kendi istekleri doğrultusunda ortadan kaldırmış, Devrim Konseyi’yle yakın ilişikleri olan adamlarıyla, Amerikalı ve İsrailli dostları arasındaki bağlantıyı sağlamış ve silahlar akmaya başlamıştı. Hümayun bu zincire, o kısa zamanda, ancak Erdelan’ın yardımı ile girebilmiş, onun yardımı ile ‘en güvenilir eğitilebilen kişi’ sınıfı içinde, yurtdışındaki eğitim görebilmişti.
Hümayun, altı ay gibi kısa bir süre içinde en çok, hızlı düşünüp karar vermeyi, susmayı ve göz kırpmadan tetiği çekmeyi öğrenmişti. Babasına karşı daha saygılı ve yine suskundu. Söylediği şeyleri -babasının duymak istedikleri olsa da- ‘Neyi ne kadar bilmesi gerekiyor?’ filtresinden hızla süzüyordu. Babasına, Erdelan ile konuşacağını ve aktardığı sermayelerine kavuşacağını söyledi. Fakat aktarılan sermayenin bir bölümünü, silahların gönderilmesinde aldıkları rolü yerine getirirken harcadıklarını söylemedi. Çok kısa bir zamanda, milyonlarca doların hesaplarına akacağını da… Silahlarla ilgili her şeyin çok gizli olması gerektiğini çok iyi kavramıştı. Babasına, ‘Batıyı, Hacı Gulam Hüseyin’in oğlu ile birlikte ikna etmeliyiz,’ demişti, ‘Batıdaki devrimci örgütleri, Müslüman ülkelerin devletlerini ikna etmeliyiz… Birleşmiş Milletler’e üçüncü yolu açmak için.’ Ancak, ona uzun süre nasıl göz kırpmadan bakabildiğinin sırrını söylememişti. Karar vermeden önce, gözbebeklerinde, keskin bir kamanın, “Hattalnasr”[1] diye bağıran kırk yaşlarında bir gırtlağın âdemelmasının hemen altından nasıl kaydığını ve orada parçalanan sesin yankısında kıvranan kızıl kan yılanının aniden nasıl sıçradığını da söylememişti. Neden bu kadar zayıfladığını, benzinin neden solduğunu, kaşlarının neden çatıldığını da…
“Merak etme baba!” demekle yetindi. Sağ elinin baş ve işaret parmaklarıyla, dizinin üstünden görünmeyen bir saç telini aldı ve parmaklarıyla bir iki yumuşak darbe indirdi dizine. Menuçehr piposunu içerken o yineledi: “Merak etme! O kadar da kolay değil bu işler. Amcamın ölümünde parmağı varsa…”
(h.h., bölüm 35’den, Azalya, roman, Arkadaş Yayınları 2011)
[1] Alsovr hattalnasr: Zafere kadar savaş. Filistin savaşçılarının bir sloganı.