Bu öykü Dünyanın Öyküsü dergisinin 2. sayısı (Nisan-Mayıs) sayısında yayımlanmıştır:
Küçük beyaz kemiksi taneyi ince uçlu matkapla deldi. Üfledi. Tek gözüyle açtığı deliğe baktı. Kenarları tırtılmış mavi plastik tabaktan kemiksi taneleri birer birer alarak mumlu ipe dizmeye başladı. On bir sağlam tane, bir kırık parçadan oluşan nişane, tam otuz üç taneyi ipe dizdi. Mumlu ipe düğüm attı. Püskülden önce dizeceği imameyi düşündü. Uygun imame bulamadı. Belini doğrulttu. Bel kemiklerindeki sızı yüzüne yansıdı. Uzun ahşap masanın arkasından kalktı. Lastik terliklerini sürükleyerek eski merdivenleri çıkarken imame tanesini düşünüyordu.
Keyfi kaçmak üzereyken odaya girdi. İkindi saatleri karısının hazırladığı taze ekmek ve demli çay kokusu iştahını kabarttı. Karısının karşısına oturdu. Tespihi siyah gömleğinin göğüs cebine koydu.
Güneş batmak üzereyken evden çıktı. Eski arabasına binerek işe gitmek üzere yola koyuldu. Binanın uçuk mavi metal kapısını, kapının arkasında duran iki nöbetçiden daha şişman olanı açtı. Selam verdi. Binaya girdi. Odanın havası nemli ve ağırdı. Ceketini çıkardı. Tespihini cebinden alarak parmakları arasında çevirirken oda arkadaşı içeri girdi. Öfkeli ve yorgundu. Dudakları arasında mırıldanarak küfretti. Masanın arkasına geçip kendini sandalyeye atarken beklenmedik bir neşeyle: “Ne biçim tespih bu! İmamesiz tespih mi olur?” diyerek kahkaha attı. Adam bozulmuştu. Arkadaşı üstelemeden yeniden kaşını çatarak, “Aşağıdaki orospu çocuğu çok yordu beni! Biraz da sen uğraş!” dedi.
Genç adam çırılçıplak kollarından bağlanmış tavandan sarkıtılmıştı. Ayak parmaklarının ucu yere değdi değecekti. Adam içeri girince, odadaki iki adama bağırdı: “Neden bu genci bağlamışsınız! Sizde hiç mi merhamet yok ulan? Açın, indirin çabuk!”
Gencin yara bere içinde kalan gövdesi odanın çimentosu üzerine yığıldı. Adamın başının işaretiyle genci kaldırıp uçuk yeşil metal masanın arkasına sandalyeye oturttular. Çocuk yaştaki genç adam, şişmiş gözkapakları arasından adama göz attı. Kanlı tükürüğünü yere fırlattı. Onun konuşmasına zaman bırakmadan parmağını adama doğru uzatarak kanlı tükürüğe bulaşmış sözcüklerle bir şeyler mırıldandı.
Adamın gözü genç elin uzun biçimli parmağını görüyordu sadece, sesini duymuyordu sanki. Birden yerinden fırlayarak gencin bileğinden yakaladı. Elini hızla masaya çarparak sıkıca tuttu. Diğer iki adam, gencin saçlarından, çenesinden, omuzlarından yakaladılar. Adam aynı hızla belinden kamayı çıkarak uzun parmaklara tek darbe indirdi. Genç acıyla bayıldığında, adam masanın üzerine serpilen üç parmak ucunu teker teker alarak gözden geçirdi. İşaret parmağın ucunu aldı, cebinden çıkardığı mendilin köşesine koyarak mendile düğüm attı.
“Derisini temizleyip kemiğini kaynatır, matkaptan geçirdim mi al sana imame! Dişlerden yaptığım tanelere pek yakışır!” diye düşünürken bodrum katındaki odayı gülümseyerek terk etti.
(h.h.)
Faşizm kandan, katliamdan beslenir. Yöntem aynı yerler, kişiler farklı. Üzerine bombalar salınan, öldürülen, katledilen, yakılan çocuklar insanlar… Nazım’ın dediği gibi “Faşizm, umuda insanlığa düşman”.
Reblogged this on and commented:
14 Şubat Dünya Öykü münasebetiyle, faşizmin çirkin yüzünü göstermek için, bu öykümü yeniden yayımlıyorum!