Furuğ on yedi yıl boyunca ölüyordu!

Feridun Ferruhzad

Şayet bizim işçi ve köylü insanımız -ki yıllarca uygarlık kervanından uzak düşmüşlerdir ve sonuç olarak da daha eski ve daha çürümüş düşünce tarzına sahipler- kadın ya da erkek bir sanatçı hakkında şaşılası ve tuhaf düşününceye sahipse ve sırf bir insan sanatçıdır diye ve kendi sanatını diğerlerinden iyi ve daha iyi icra ediyor diye saldırırsa şaşmam. Dünyanın neresinde toplumun altı tabakaları sanatçılarını daha iyi anlamışlardır ki? Fakat Furuğ’u anlamayanlar ya da bilinçli olmayan ve bilinçli bir şekilde onu anlamaya meyilli olmayan toplumun alt tabakalarına mensup olanlar değillerdi, tersine dünyada hep olageldiği gibi birkaç yabancı sözcük ya da yabancı kitap ya da çeviri birkaç eserin ya da birkaç ünlü ismin arkasında saklanıp gizlenen ve bütün çabaları günlük yaşamlarında “yapabiliyor” olanları ezip ve utanmazlıkla bu güçlerini biçimlendirenlerdir.

Bak Abbas… Ben ve Furuğ, ikimiz de çocuktuk. Furuğ odaya gelir ve saatlerce ağlardı. O benim davranışlarımdan dolayı ağlamazdı, benden ya da bizden şikâyet etmezdi. Onun yakınmaları ve ağlamaları ve onun üzüncü sözüm ona daha iyi anlayanlardandı. Bu üzüntü ve bu ağlama ve rahatsızlık Furuğ’un yaşamından asla eksik olmadı… Bazı işte bu insanlardan bana “Senin hesabın başka Furuğ’unki başka!” dediklerini duyduğumda gülesim ve ağlayasım geliyor. Onlar Furuğ’un hesabını tam ve eksiksiz ödediler. Örnek olarak… Önceki yıllardan kalan gazeteler ve dergilerdir. Bunların Furuğ hakkındaki söylevleri ve vecizelerdir. Şimdi birdenbire…

Şaşıyorum. Ben ölümün bir insanı bu denli değerli ve sevgili yaptığını bilmezdim.

Furuğ’dan elimde kalan mektuplar Furuğ’un dış dünya ile ve “arkadaşları” ile olan ilişkisinin canlı tanıklarıdır. Bu mektupların çoğunda öyle “şahsiyetlerin” adı geçmektedir ki bugün Furuğ için ayrı bir hesap açmışlar ve ona sevgi sopasıyla vuruyorlar. Sopa aynı sopadır. Sadece rengi değişmiş. Bazen düşünüyorum şayet Furuğ yaşıyor olsaydı o çocuksu haliyle (ve bu çocuksu halini biz birlikte olduğumuzda ve oyuncak olduğumuzda takınırdı) hiç kuşkusuz gülmekten kırılırdı!

رازگشایی از یک جنایت مرموز؛ ردپای جمهوری اسلامی در قتل فریدون فرخزاد – PARS  TV NETWORK

Furuğ’un ölümünden sonra onu anımsayan ağıt ve ağıt yakanlar bu sonuca vardılar “Ne kadar erken öldü!” ve bu sonuca varmadılar ki o yıllarca ölmekteydi. Furuğ ölmemiş olsaydı bu üzünç şiirlerinin temasını ne kadar kaybederlerdi. Şayet Furuğ ölmemiş olsaydı onlar Furuğ’a karşı kendi ateşli ve sonsuz sevgilerini bu denli lezzetli ve sulandırılmış olarak kaydettiremezlerdi.

Kim bilir ki Furuğ gerçekten neydi, kimdi? Çevresindeki her zamanki üç beş kişinin dışında kim onun gözyaşlarını ve hüzünlü hallerini görüyordu?

Kim bilirdi Furuğ’un haftalarca ağır hasta yattığını ve doktor ve ilaç parası olmadığını ya da kışın, sobasının alevinin ayın ortasında gaz yağının yokluğu ya da mali durumumun noksanlığından dolayı söndüğünü? Furuğ, sobasının gaz yağı parasını bana eğitimim için gönderirdi ya da evlatlık edindiği çocuğuna harcardı, ya da daha çok ihtiyacı olan insanlara verirdi. Sonra saatlerce ve günlerce, yalnız, evininin kapıları kapalı odalarda kalırdı, düşünürdü, şiir yazardı ve onlarda yaşamını açıklardı.

Onun çoğu mektubunda bu cümleye rastlanır: “Siz hepiniz gittiniz ve ben burada yapayalnız kaldım ve yalnızlıktan ölüyorum.” Bu yalnızlığı kesinlikle sadece bizim yokluğumuzdan kaynaklanmıyordu. Çünkü herkesin yaşamında nihayetinde onun yalnızlığını gideren birileri bulunur. Kimler Furuğ’un yalnızlığını ondan alıyordu? Bugün bana, “Sen onun hakkında konuşma… Biz konuşuruz,” diyenler o günler neredeydiler?

Yedollah Royai[2], Furuğ’un son döneminde çoğunlukla onunla olan son insanlardandı. Ona telefon açardı ve seninle konuşmalıyım derdi, sadece konuşmak. Bazen de onunla şiir konuşurlardı.

Bunu bana Furuğ yazardı ve Royai ona benzer bir şeyler anlatırdı fakat kılıçlarını üstten bağlayan ve Furuğ’u sadece kendileri için saklayan diğer arkadaşlar… Onlar asla yoklardı.

Ve acaba bugün bu “çok anlayanlar” tarafından bu kadar sevilen Furuğ, dünkü Furuğ değil mi ki bu anlayanların elinden haftalarca evden dışarı çıkmazdı ve onları görünce ağlardı, onlardan kaçardı, kendini saklardı ve bana mektubunda “Dahası kitabın basılınca da bu sözüm ona anlayan güruh sanat eleştirisi adı altında seninle alay ederler… Budur benim hayatım,” diye yazardı? Bugün Yeniden Doğuş kitabı ya da bir bakıma Farsça edebiyatta ve çağdaş şiirde yeninden doğuş aranan ve çok satanlar arasındadır. Bu kitap hakkında, Furuğ’un bana, “Bin yalvar yakarla bin tane basıyorlar ve sonra da aylarca dükkân vitrinlerinde toz toprak yedikten sonra elli tanesi satılır,” diye yazmıştı.

İyi olurdu şayet ölüler zamanemizin zamanının ve insanlarının hareketini ve değişimini görebilselerdi. Ben henüz anlamış değilim; acaba bu Furuğ’un ölümü müydü bizim edebi düşünülerimizin düşüncelerini onun hakkında bu denli değiştiren yoksa bu bazılarının alışkanlığı mıdır ki iyi eleştirilerini sanatçının ölümünden sonra gösterime çıkarıyorlar? Bir sanatçının hayatı ve yaşantısı taviz verilmeyecek ve göz ardı edilmeyecek bir meseledir.

Furuğ gerçek bir dervişti. Gerçek bir insandı. Furuğ’un şiirsel evrimi her şeyden önce Furuğ’da oluşan insani bir gelişimin sonucuydu. “Ben asla birilerine kötülük yapmadım.” Bu Furuğ’un cümlesidir. Bazen bunu bir mektubunda yazardı. Bazen de hıçkırarak ağladığında onu dillendirirdi: “Feridun sakin olmaya çalış yani sev! Yani aşk! Hisset, dokun ve onun hatırı için doğru ve dürüst ol, sevgiyi sevgi için iste.” Ve söz tenden, bedenden değildi. Furuğ asla, hatırladığım kadarıyla, haksız yere “aşk” olarak adlandırılan ve bizim bazı sözüm ona sanat eleştirmenlerimizin de kastettikleri bir aşktan söz etmedi. Furuğ’un sözünü ettiği aşk arifane ve temizdi. O on altı yıl asla görmediği oğluna aşıktı ve yıllarca bir zamanlar onun eşi olan ve ona oğlunu görme izni vermeyerek onun hakkında en büyük haksızlığı yapan bir adamdan saygıyla söz ederdi.

Hatırlarım, yaz tatili nedeniyle Almanya’dan Tahran’a geldiğim günlerin birinde, ukalalık ya da yılların sevgisine dayanarak, Firuz Behram okuluna gittim ve okul müdüründen ısrarla dayısı olmam nedeniyle Furuğ’un oğlunu görmek istedim. Kamiyar geldi. Beni gördü ve ağladı ve beni bırakarak kaçıp gitti. (Sebebi ona Ferruhzadlarla bir işin olmamalı demiş olmalarıydı belki de)

Furuğ bana, kendisinin Kami’yi görmek istediğini söyledi. Sonraları bana anlattı, farklı bahanelerle Kami’nin okuluna gidermiş ve annesi olduğunu söylemeden onu çağırırmış ve ona, “Beni annen gönderdi,” dermiş. Kami, pekiyi, deyince Furuğ sadece, “Biliyorsun annen seni çok seviyor,” dermiş. Bu kadar. Sonra da Furuğ gider günlerce, haftalarca eve kapanır ağlardı.

Furuğ şiir söylemeye başladığı günden itibaren, haklarından yoksun oldu, çocuğunu görme hakkını ondan aldılar. Yalnız yaşama hakkını ve esasen yaşama hakkını ondan aldılar.

Kimse onu anlamıyordu ve onu anlayabilenler ve ona karşı sevecen olabilenler, toplumsal aptalca kurallar nedeniyle onu yalnız bıraktılar. Kocası, babası, arkadaşları. Herkes kendisini, kendi adını, akrabalarını, komşularını, mahalle dükkân sahiplerini ve tanıdıklarını düşünüyordu ve düşünülüp kala alınmayan sadece Furuğ’du ve onun şiiri.

Ve Furuğ gidip kayboldu. Tahran’dan Roma’ya, Roma’dan Münih’e, Münih’ten Londra’ya ve tüm bu yolculukların arasında hep mutlak yalnızlıkta ve yakınlarından ve arkadaşlarından kaçarak. Ve Furuğ yalnız ve son mutsuzluğun zirvesinde bir ipek böceği gibi kendi çevresine bir duvar ördü ve onun ortasında son derece zarif bir şekilde dünyaya geldi ve şimdi bizim aramızda ve o saçma sapan lakırdılardan, düşmanlıklardan, kin gütmelerden ve aldatmalardan uzak bir atmosferde yaşıyor. Herkes ona aşık ve ona saygı duyuyor, göz önünde bulundurmadan ki şayet Furuğ ve onun somut varlığı bizim aramızda olsaydı, mutlaka bana yazdığı mektuplar bu cümleyle başlardı: “Her zamanki gibi mutsuz ve yalnızım,” ya da “Yapabilseydim bir saniyede kendimi bu yaşamın bağlarından kurtarırdım.” Ya da “Bilmiyorum bunları sana niye yazıyorum. Yalnızım. Yalnız ve mutsuzluk bütün hayatımı sarmış. Kimse bunu bilmiyor.” Ya da “Yaşamım yoksullukla doludur, hiçbir şeyim yolunda değil. Ne kalbim doygundur ne tenim ne de bir şeye güveniyorum. Nihayetinde insan bir yere varabilmek için çokça mahrumiyetlere katlanmalı. Günümüzün en şair şairi olan Nima der ki:

              Ne görür bir dağ[3]

              Kimse bu devranda ne çırağ

Hiçbir şeyle gönül bağım yoktur. Köksüz bir insanım. Beni koruyan sadece sevmelerimdir. Ama ne fayda. Bunları sana niye yazıyorum, bilmiyorum. İçim sıkılıyor, sıkılıyor, sıkılıyor. Burada pek yalnız kaldım.”

Ve şimdi dostum! İşte bu benim tanıdığım Furuğ’dur. Yaşamımda karşılaştığım en değerli kadın, en karakterli, en hanım ve en temiz kadın.

O bana Hafız değildi ki birilerinin dediği gibi günümüzde olduğu şekliyle ve modern olarak zuhur etmiş olsun. O Mevlana’ydı ve başka bir biçimde Mevlana’nın devamı. Umarım benim ne demek istediğimi anlamışsın. Benim kastım sadece ruhun insani ve temiz yanının karşılaştırılmasıdır ki Mevlâna iyilik ve paklıkta bir denizdi ve Furuğ da.

Furuğ’un hatırası kalbimi sıkıştırıyor ve sesi gırtlağımda tınlıyor. O derdi, “Ah şayet bir denize yolum olaydı, dalıp batmaktan ne pervam olurdu.” Furuğ sadece benim kız kardeşim değildi. O hayatımda karşılaştığım en değerli yakınım, en temiz insandı. O bana “iyi” ve sevecen olmayı, kötülükleri unutmayı ve kötüleri affetmeyi ve başkalarına alay etmek için dünyaya gelenleri ayıplamamayı öğreten biricik insandı, ki yalnız sestir kalan

Ve o da bizden sonra olacaktır. Bizim bugün yaptıklarımızın ve tümü yok olup gidecek olan işlerimizin üzerine bütün kavgalar, yüzeysel ve görünürdedir. Kalıcı olan eserler fazlalık ve boşunadır. Çünkü saklayıp koruyan biz değiliz. Sonrakiler, bizden sonrakiler yargılayacaklar ve saklayacaklar ve asla geçmiştekilerin yüzeysel ve kısa görüşlü yargılarına aldırmadan, aldırmıyorlar ve aldırmayacaklar.

Bir noktaya daha değinmeliyim. Öyle insanlar vardı ki Furuğ’u gerçekten ve yürekten seviyorlardı ve ona karşı derin saygı duyuyorlardı ama onların hepsi Furuğ’dan sonra kendilerini bir kenara çektiler ve yalnızlıklarında ağladılar ve o sevgili insanın ölümünden egolarını yükseltmek için bir merdiven ve yüzde yüz edebi midelerini doldurmak için bir ekmek teknesi yapmadılar.

Onların bugünkü sevgi ve saygıları onların dünkü saygılarının devamıdır ve Furuğ’un ölümünden kaynaklanmıyor. Ben onların hepsine en samimi şekilde saygı duyuyorum.

Feridun Ferruhzad

Ocak 1970

Furuğ’un ilk şiir kitabı Tutsak hakkında:

Dr. Ali Behzadi (Sepid-o Siyah dergisi müdürü):

“Bir gün Feridun Kar daha çok yeni ergen kızlara benzeyen genç, zayıf, uçuk renkli, siyah gözlü genç bir kadınla dergideki ofisime geldi. Onu şöyle tanıttı:

  • Furuğ Ferruhzad: Yetenekli cüretkar bir şair.

Furuğ, güneyden (Ahvaz’dan) Tarhan’a dönüş yolculuklarının birinde Feridun Kar ile yakınan tanıştı. O bir süreden beri Feridun Kar ile mektuplaşıyordu. Şiir gönderiyor ve Feridun ise dergide basıyordu. Bu yolculuğunda Feridun Kar onu edebiyat topluluklarına götürdü. Onu şairlerle tanıştırdı. Sonra onu, Emir Kebir Yayınlarının iyi düşünceli Abdulrahim Caferi’nin yanına götürdü ve Emir Kebir onun ilk şiir kitabını bastı. O zamanlar kimse tanınmamış şairlerin kitabını basmazdı. Bu büyük riziko sayılırdı. (Bohara, sayı 29 ve 30, ilkbahar 2003, sayfa 355)

Abdulrahim Caferi (Emir Kebir yayınevinin kurucusu ve müdürü):

1952 yazının başlarıydı. Bir gün Feridun Kar genç, yeni şairlerden birini Nasır Hosro’daki o yıllarda Emir Kebir’in tek kitap satış dükkânı olan kitapçıya telefon ederek beni görmek istediğini söyledi. Birkaç saat sonra geldi. Genç, şık giyimli, üzerinde gök mavisi gömlek olan, enli kemerli, saçını at kuyruğu yapmış sarışın bir hanımla. Yirmi bir iki yaşında ancak olurdu. Boyu görece kısaydı ve minyon yapılı, nispeten çekik yüzlü, soluk renkli, güler yüzlü, sade, sıcak ve masum. Dil ucuyla konuşuyordu. Bu hanım Furuğ Ferruhzad’dı. Ahvaz’dan yeni gelmişti. Feridun Kar, “Ferruhzad Hanım’ın bir şiir kitabı var, bastırmak istiyor. Ben başka yayıncılarla da çalıştım. Kendisine sizin basmanızı önerdim,” dedi.

Ben Furuğ’un bazı şiirlerini değişik dergilerde, özellikle de Roşenfekr dergisinde okumuştum. Furuğ cesur ve cüretkâr bir şairdi ve onun kimi şiirleri kendi zamanında yaygara koparmıştı.

Konuştuk ve karşılıklı anlaşmayla sözleşme imzaladık ve onun şiir kitabını Tutsak adıyla ve Sayın Şucaiddin Şefa’nın önsözüyle 1500 tirajla, nefis bir baskıyla yayınlandı.

Kapak tasarımı Mohammed Behrami tarafından yapıldı. İsmiyle müsemma bir tasarım oldu; kafes ve kafeste kuş, mavi bir zemin üzerinde.

(Sabahı Ararken, birinci cilt, Ruzbehan Yayınları, 2004 ilkbahar, sayfa 492-493)

Furuğ’un Tutsak kitabının yayınlanması konusunda eşi Perviz Şapur’a yazdığı mektuplardan:

“Sevgili Perviz’im. Kitabım gelecek hafta mutlaka yayımlanacak. Feridun Kar hakkında sana ne yazacağımı bilmiyorum. O çok şerif bir insan ve sen onun hakkında kötü düşünmemelisin… […] Ben kitabım hakkında onunla konuşmaya mecburum. Tabi ben bu bir iki kez dışında onunla konuşmuş değilim. Ben şayet istersem ne onunla -ki bu işi üstlenmiş- ne de Emir Kebir ile temas kurmayabilirim. Şayet kitabım basıldıktan sonra içi yanlışlarla doluysa ne yapabilirim? Hem bana bir nüsha göndermemiş olsalardı hatalarla basılacaktı. […] Görüyorsun, son zamanlarda benim hakkımda laf edilmiyor. Sebebi de şu ki Feridun Kar asil bir gençtir ve her yerde beni savunuyor.”

Salı, 26 Temmuz 1954

“Kitabımın telif hakkıyla ilgili olarak, birkaç gün önce Emir Kebir telefon etti, gel paranı al diye. Ben de gittim. 1200 adet kitap için bana 720 Tuman verdiler. Onun 600 Tumanını hemen bankaya yatırdım ve 50 Tumana kitap aldım. Yani kendi kitabımdan 5 tanesini bana 5 Tumandan, 1 Tuman indirimle kendime sattılar. Sonra bir adet Veys ve Ramin kitabını aldım, 15 Tumana. Bir cilt Sadi’nin Golestan’ını aldım. 15 Tuman. Kalan 70 Tumanla da kendime bireyler aldım. Pervizcim kısacası biraz savurganlık yapmış olabilirim ama yemin ki 600 Tuman senindir. İstediğini yap!”

Perşembe, 27 Temmuz 1955

“Kitabımla ilgili olarak dün Emir Kebir’den aradılar. Kitabım bitmiş. Yeni baskı için izin istiyorlardı. Ben de siz bilirsiniz, dedim. Güya yarın yayımlanacak. Bir cilt de sana göndereceğim. Kendim 10 cilt alacağım. Arkadaşlarıma dağıtacağım. Önce 5 cilt dedim, baktım 5 çok az olur. Kısacası telif hakkımdan 80 Tuman kitap aldım. Yani 10 cilt. Paranın kalanı senin ve Kami’nin. Takım elbise al. Kami’ye üç tekerlekli alacağım.”

Pazartesi, 2 Ağustos, …

دانلود کتاب اسیر
Tutsak, ilk baskı

[1] Şair, gösteri sanatçısı. Gösterilerinde dini lider Humeyni’yi sert bir dille eleştirdiği için yobazlar tarafından Almanya’nın Bonn kentinde bıçak darbeleriyle katledilmiştir. (7 Ekim 1938-31 Temmuz 1992)

[2] Şair, (doğum tarihi 7 Mayıs 1932)

[3] Kızgın demirle vurulan yara, yanık, üzüntü, acı anlamında.

Hepsi içinde yayınlandı

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s