rüzgarlı ağaca asıldığımı düşünürüm…

Akşam olmuştu, dışarıda kar yağıyordu. Sessiz. İki yaşlı çocuk, kanepeye oturmuş konuşmuş, konuşmuş, konuşmuşlar… yılların yapraklarını çevirmişler; defter bitmemiş, masal bitmemiş, ama adam kadının o tatlı masalını dinlerken uykuya dalmış. Kadın bir battaniye getirip sermiş adamın üzerine. Omuzlarından bacaklarına kadar. Ona bakmış, bakmış. Sonra onun yanında kanepede bacaklarını altına toplamış, oturmuş. Sonra sigarasını yakmış, adam uyansın diye beklemiş.

Adam rüyasında kadını görmüş, gel otur yanı başıma demiş ve ona bir masal anlatmış. Rüyasındaki kadın dinlemiş, dinlemiş. Sonra uyku, kadını rüyalar diyarına götürmek üzere onun gözlerine girmiş. Adam bir battaniye getirmiş sermiş kadının üzerine. Omuzlarından bacaklarına kadar. Onu seyretmiş durmuş. Alnına, saçlarına bir öpücük kondurmuş. Kanepede kadının yanına oturmuş. Kadının başını usulca kendi dizlerine kaydırmış. Bir pipo yakmış, kadın uyansın diye beklemiş. Adamın rüyasında hâlâ kar yağıyormuş. Kadın gittiği düş dünyasında gördüklerini bir masal gibi adama anlatmış. Adam dinlemiş, dinlemiş ve gözlerine ağırlık çökmüş…

“Masal bitti. Far-li-mas kalktı ve Sali’ye doğru gitti. Sali de ona doğru ve ‘Bırak şu dudaklarını öpeyim, o tatlı sözlerin çıktığı dudaklarını…’ dedi.  Dudaklarından öperken ‘Bırak bana güç veren şu gövdeye sarılayım,’ dedi. Kucaklaştılar, kolları bacakları sarıldı, uyuyanlar arasında yüreklerini oynatan mutlulukla uyanıktılar. Sali sevinçle ‘Yolu anladın mı?’ diye sordu. ‘Evet,’ dedi öteki… … … kral tapınaktaki ateşi söndürdü ve kentteki babalar kendi ocaklarındaki ateşi söndürdüler. Sali yeni bir ateş yaktı ve kentin bütün bakireleri gelip bu ateşten aldılar. Ve o günden sonra Napata’da insan kurban olmadı.”

Sonra bir masalcı Havailerden, geldi ve şöyle fısıldadı: Dışbudak ağacı Tanrıların her gün yargıda bulunduğu en büyük  ve ulu ağaçtır. Dalları bütün dünyaya yayılır ve göklerin üstüne uzanır. Kökleri yer altına varır. Ve adı Ygg-darasil, ‘Yegg’in atı’ demektir. Öteki adı Odin’dir. Çünkü bu yüce Tanrı bir kez kendini kurban etmek için bu ağaçta dokuz gün asılmıştır.

Rüzgarlı ağaca asıldığımı düşünürüm,
tam dokuz gece orada asıldığımı;
Mızrakla yaralanmıştım ve Odin’e kurban etmiştim kendimi.
Bu ağaçta olanı kimse bilemez köklerinin nereye uzandığını

Böylece çocuklar, mistagoglar üçlüsü tarafından yönlendirilerek yurtlarının güzel kadınlarına evlenilebilir erkekler olarak tanıtılmış oldular. Daha önce onları uzaklaştırmış olan çıplak sirenler şimdi hoş biçimde işmar ederek “Kutta, kutta, kutta” diye ötüşüyorlardı. Kadınların rolünü şair İbsen’in Peer Gynt’ teki Solveig’le karşılaştırabiliriz. Solveig, uzun erkek çılgınlığından sonra kendisine dönen ruhsal maceracıya beşik şarkısı söylüyordu:

Seni sallayacağım, seni gözleyeceğim;
Uyu ve rüya gör, sevgili çocuğum!

(h.h.)

İlk paragrafın dışındaki metin İlkel Mitoloji, Tanrının Maskeleri adlı eserden alınmıştır. Çeviren: Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi Yayınları.
The Nature of the Womb by Alex Stoddard
Credit goes to: https://tr.pinterest.com/pin/293015519486127824/

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s