kâğıt su üzerinde

Kısa öykü

Yazan: Mercan riyahi

Farsçadan Ç.: h.h.

 

Aşkı bekliyordu. Aşka ait herhangi bir tanımı yoktu. Ama bütün yaşamının ona bağlı olduğunu biliyordu. Neden? Bunu da bilmiyordu. Aşkın, bir adamla kapıdan gireceğini sanıyordu. Sonra evlilik ve bir sürü güzel söz arasından bir çocuğun geleceğini… Düşlerindeki çocuk ne kızdı ne de erkek; düşsel erkeğinin bile belli başlı bir biçimi yoktu.

Bazen uzun boylu, bazen kısa, bazen çok hoş görünümlü; kimi zaman ise çirkin ve itici. Fakat tüm bu durumlarda, onu kendi ardınca sevimli bir sır gibi sürüklüyordu. Çoğu kez onu düşünürdü; sebze ayıkladığında, duş aldığında, birisiyle çok ciddi bir biçimde konuştuğunda bile; her yerde, o kendini gösteriyordu. Kötü olaylar cereyan ettiğinde, onu düşünmekle çözümleneceğinden emindi. Bekleme duygusunun ne zamandan beri arttığını anımsamıyordu. Bir yıl önce mi? İki yıl… Tüm beklemeleri arasında, çevresi hep kalabalıktı. Alkışlar, müzik ve çok berbat dans eden bir kız kalmıştı aklında. Ona, evlenmiştir dendi fakat kimsenin kılı kıpırdamadı. Ancak sol elinde bir yüzük ağırlık veriyordu. Ondan sonra, aşkı düşündüğünde yüzüğüyle oynardı. Hatta bu oyunlar sırasında birkaç kez onu kaybetti fakat her defasında bulundu. Sonra şişmanladı, çok şişman… Ve yüzüğü parmağından çıkarmak zorunda kaldı. Ondan sonra da yüzüğü nereye koyduğunu anımsamadı. Bekliyordu. Dur duraksızdı. Artık, zamanı hep aşkla geçiyordu. Koca, ‘Neden konuşmuyorsun? Patladım,’ derdi. Söyleyecek sözü yoktu. Gözü yoldaydı. Başına sancılar saplanıyordu. Birçok çenenin açılıp kapanarak ona, ‘Evlen! Aşk kendisi gelir,’ dediğini anımsadı. Tamam! Hatırladı, işte böyle olmuştu ki “olur” demişti. Bir bebek de geldi, sonra da yeni bir eve geçtiler ve ne kadar çini porselenleri varsa etraflarına dizdiler ama aşk yine gelmedi. Bir gün, belki aşk gelir diye, porselen kapların içine birer dal kırmızı gül koydu. Gelmedi. Mum yaktı, türbeye gitti, adak aş pişirdi, komşulara dağıttı. Koca güldü, ‘Ne oldu da böyle canlandın? Sakın birisini bekliyor olmayasın?’ dedi. Fakat gelmedi. Çocuk büyüdü ama fazla konuşmazdı. Koca, ‘O kadar az konuşuyorsun ki çocuk konuşmayı öğrenemedi,’ dedi. Çaresi yoktu. O gelmeliydi ve bütün sözler de onunla gelmeliydi. Bütün sözleri yüreğinin derinlerinde saklamıştı ona anlatsın diye. Birisi, ‘Kırk gün avluyu sula, gelir,’ dedi. Avluyu kırk gün suladı, gelmedi. Avluya küstü. Odanın ortasında uzandı, gözlerini tavana dikti; belki tavan açılır da o oradan aşağı düşer diye. Aşk neredeydi? Kendisi gelir demişlerdi ama kendisi gelmedi.

Bulutlu ve karanlık bir gün, öylece tavana dalmışken tuhaf bir haber aldı. Komşunun, on sekiz yaşındaki kızı kendini asmıştı. Âşık olduğu söylendi; babası ‘Hayır!’ demişti. Annesi ‘Hayır!’ demişti. ‘Git de komşu kadını gör!’ demişlerdi, ‘Kocası ve çocuğuyla adam gibi yaşıyor,’ Görmeye gelmemişti. ‘Kendimi öldürürüm,’ demişti. ‘Beceremezsin,’ demişlerdi. Kendisini öldürmüştü. Korktu. Yani aşk böyle mi gelirdi? Bu kadar serseri ve tehlikeli mi?

Artık tavana bakmadı. Tavanın bütün çatlaklarını da kocaya söyledi ki onarsın. Birkaç gece uykusu kaçtı. Geceleri kapıları kilitliyordu. Kendini asan kız, meyve hâlinde âşık olmuştu. Artık meyveci haline de gitmedi. Koca yalnız gider ve dırlardı: ‘Ne konuşursun ne de bir yere gelirsin. Kapıları da kilitliyorsun? Ne zamana kadar?’

Aşkın, iki kilo armuda, birkaç yaprak marula gelmesinden korkuyordu. Asılmayı istemiyordu. Artık beklemiyordu. İşte o zaman saatler, günler, aylar hızlıca geçti. Tekrar, ne zaman özlemeye başladığını anlamadı. Beklememek acıydı. Çok acı. Eşeklik ettiğini anladı. Asılmak korkulacak bir şey değildi ki. Merdiveni getirdi, tavanın onarılmış çatlaklarını açtı. Tekrar gözünü tavan dikti. Öylece dalmışken tavan değişti. Ne zaman? Hangi gün? Anımsamıyordu. Elbiseleri de değişti. Aniden her şey mavileşti. Gök mavisi. Çevresindekiler hep gök mavisi giyiyorlardı, iğne yapanlardan başka ki beyaz giysileri vardı ve tuvaleti yıkıyorlar gri giyiniyorlardı. Birinde, o mavilerden biri kulağının dibinde, ‘Konuşmaman ne kadar güzel. Böylece bekle. Gelmesi gerekince gelecek,’ diye fısıldamıştı. Ama orada da gelmedi; ne tavandan ne gökten ne de yerden. O da yazdı. Ona her şeyi baştan yazdı. Bahçeye çıkar, mektuplarını kuru çınarın kenarındaki çeşmeye atardı. Eline geçeceğinden emindi. Sonunda acıyacak ve gelecek. Mektuplarında ısrarla, gelirse her şey yoluna girecek diyordu. Terlikler ters düşmez, koca boşamaz, iğne yeter, çocuk ot gibi uzamaz, tavan çatlamaz, görüşme yasaklanmaz. Ve işte o zaman her şey yoluna girer ve insanlar mavi giyer.

Kâğıt, suyun üzerinde çırpınıp gidiyordu ve o bekliyordu ve biliyordu; aşk gelecek.

 

Mercan Riyahi (1970)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s