Şems’in Makalatı’ndan…

Üveys Karani[1] Musatfa’nın huzuruna çıkmadı Peygamber yaşıyorken, yüzünde su ve çamur. Gerçi boş değildi, perdeler kalkmıştı ve özrü annesinin yanındaydı, o da hakkın işaretiyle. Ve Resul, Ömer’i ve bazı yarenleri onun halinden haber etmiş ve demişti benden sonra gelirse onun işareti budur diye. “Benim selamımı ona yetirin. Ama onunla fazlaca söz etmeyin!”


O gün gelip çatınca, peygamberimizin vefatından sonra, annesi olmuştu. Sahabelerin büyükleri hazır değillerdi. Mustafa’nın toprağını ziyaret edince, sahabe ona çokça sordular. Kendi durumunu anlattı ve özrünü açıkladı.

Onlar, “Anne baba ne ola ki sen tanrının peygamberin huzurundan kusur işledin?” dediler, “biz Mustafa’nın muhabbeti yolunda sinek ve bit öldürür gibi çokça akrabamızı öldürdük!”

O ne kadar özrünü anlatıyorduysa da ki “Bu da Mustafa’nın işaretiyle idi, nefsin hevesiyle değildi,” onlar onu suçluyorlar ve sözü uzatıyorlardı. Onlara bakarak sordu: “Siz ne zamandır Mustafa Hazretinin hizmetindesiniz?”

Her biri bir şey söyledi, ne kadarsa öyle ve dediler ki “Her günü bin yıldan fazlaya değer. Nasıl hesaplayalım!”

Üveys Karani sordu: “Öyleyse söyleyin Mustafa’nın nişanı ne idi?”

Kimisi, boylu posluydu dedi, kimisi yüzü şöyleydi, teni böyleydi, dedi.

“Bunu sormuyorum. Mustafa’nın nişanı ne idi?”

Kimisi, alçak gönüllüydü dedi, kimsi eli açıktı, gece gündüz taa’etleri böyle, dedi.

“Bunu sormuyorum,” dedi.

Kimisi, ilmi böyleydi, kimisi mucizeleri şöyle, dedi.

“Bunu sormuyorum,” dedi.

Şayet sahabelerin büyükleri hazır olmuş olsalardı o bu soruyu sormazdı, zira onlarda o nişanı görürdü.

Onlar aciz kalınca, “Biz bunlardan başka nişan bilmiyoruz,” dediler, “şimdi sen söyle!” dediler.

Söylemeye ağzın açınca on yedi kişi yüz üstü düştüler ve bayıldılar, daha bir şey söylemeden, diğerleri ağlamaklı oldular ve acınmış. Daha da bir şey yoktu söylenecek, kimsede duyacak durum yoktu.

Bir hayrın hatırı geldi mi engellemek nedir, ertelemek nedir? Şayet o hatırı engellememişsen, vaaza muhtaç değildin ve gereğimiz yoktu seni çağıralım görünüşe!

Paraya gitmeyen bir eşekçik, bırak! Gölgeden kaçar. Parayla, ayakçıkları titrer. Deve çekmeli. Burada dene. Parayla giderse, değilse bırak! Zira senin hayatını bitirir. Ansızın yolun ortasında, yol yoldaşların paradan geçerlerler ama o geçmez. Dönüş mümkün değil ve ilerlemek mümkün değil. Burada dene!

Şeyh bir su içti. Aaay şeyh, aaay mürit. O senin müridin olmadı, sen onun müridi oldun. Sana Yasin okumuyor, sen okuyorsun. “Ne yapayım?” diyosun. Teslim damarı kayboldu, o altın damarı kaybolmadı. Sen kayboldun, diyorsun altın damarı kayboldu. Yer var ki altın çıkar ondan, ama o yetim dürr madeni çoğunluk sudadır.

O bezirgan tüm malı harcaı. Elli sofrası açılırdı. Yani ki başka beziganlar onun malının çevresinde bezirganlık ederlerdi. (her bir bezirganın ki başkasının malıyla bezirganlık eder “falancanın sofrasında seferdedir” derler.) bütün malını harcadı dalgıça verdi, yetim dürrü umuduyla. Hiçbir şey kalmadı ve dalgıç dalıp çıkmaktan aciz kaldı. İnciler çıkarırdı. Sonunda bakıp, “Bir tek ayağımda pabucum kaldı. Bir kez daha dal,” dedi, “belki o inciyi bulursun –ki onun karşısında bin mal yokluktur.”

O ki hazine ehli değil, hazinenin ne olduğunu mu duydu ya ki hazinenin kendisini gördü. Ama hazine ondan geçer. Ondan dev çıkagelmiş –hem de belli- ve diyor ki, “Tanrıdır.” Çünkü dev tanrı elbisesi giymiş kabul edilsin diye.

“O kimseye nasıl gizli kalır?” dedim, “o ki mahallesinden yüz Eba Yezid çıkar, kolunu salladın yüz Ebu Said döktün!” Onda hem tinsel var hem tensel. Şehvet nereden? İlla bu taife ki birinden yüz saklasa kaygı baş gösterir: “Göster kaygı düşüncesi kaybolsun gönülden!” derler.

Dünyanın hoşluklarını değerlendirmişler. Canım, bu nahoşluk kaç eder?

Dediler ki falanca küfr söyler açıkça ve halkı yoldan eyler. Defalarca bu kötü sözleri ve küfürleri söylüyorlardı ve halife reddediyordu. Sonra, “Şimdi bir kısım halk ondan yana ona uymuş ve yoldan olmuşlar. Bu kutlu olmaz ki senin zamanında küfür ortaya çıka, Muhammed’in dini viran ola!” dediler.

Halife onu hazır ettirdi. Yüzleştiler. Buyurdu atın onu şatta. Ayaklarına testi bağlayın.

Dönmüyordu sözünden. Halife’ye, “Bunu neden yapıyorsun bana?” dedi.

Halife, “Halkın iyiliği için, seni suya atıyorum,” dedi.

“Sen benim iyiliğim için halı suya at! Benim senin yanında hiç mi hürmetim yok?” dedi.

Bu sözden Halife’de bir heybet oluştu ve acıdı. Halife, “Bundan sonra kim ki bunun hakkında yanımda bir söz söyleye, ona onun söylediğini yaparım.”

Sufi evden dışarı çıkar. Kol ağzında bir parça ekmek. Ekmeğe bakar der ki, “Ey ekmek! Şayet bir şey bulursam kurtulursun, değilse elimin altındasın!”

Onların hepsi ahdilerdir, biz ise Muhammedîler. İstedi ki Kabe’nin üzerine sıçraya, durup dedi ki, “Uymak daha üstün!”

Kabe’nin çatısında namaz kılmanın olmaz. Onların bencilliklerini önler.

O şeyhe dedim, “Tanrı seni cehenneme götürecek!”

“Keşki götüre!” dedi, “görürüm benim nurum cehenneminkinden ne olur, cehennem benim nurumla ne olur!”

İneği gördüler, şehzade görmüyorlardı ki inekteydi –değilse onu nasıl öldürürlerdi? Düşmanın itirafı yetmiş şahitten daha iyi.

Kuran’ın tefsirini eyleriz. Derler, “Hiçbir Müslüman bunu söyler mi? Mülhittir.” Kendi namesin okumazlar, “Kafirdir,” derler.

Yoldan bir parmak döndün mü, sonrası çöldür. Bir parmaktır yol, Aksaray’dan Konya’ya gelirsin: o parmaktan oldun, sonrası çöldür. İlla ki yolu gör ve sor –ki yol budur- ve bak: o da olsun, o ki lafazanlık ede.  Hırsız olabilir, olsun. Sen nazar sahibi ol ve ayırt edici. Zira ki yol dallara ayrılır: biri bu yoldan gider, diğer başka bir yoldan. Sen sağ kolunu tut! Konya’ya vardığında, artık ayırt etmeye ve kaygıya hacet yok. Orada adil bir sultan var: kimse kimseye zülüm etmez!

(Şems’in Makalatı, Farsçadan çeviri: h.h.)


[1] İslam‘da anne sevgisinin büyüklüğüyle anlamlandırılmış bir din büyüğüdür. Babasının ismi Amir olduğu için tam adı Üveys Bin Amir-i Kareni‘dir. Babasını dört yaşında kaybetmiştir. Deve çobanlığı yapmıştır. İslam peygamberi zamanında yaşamasına rağmen ihtiyar olan gözleri görmez, el ve ayakları hareket etmez bir annesi olduğundan onun bakımıyla ilgilenmiş ve Muhammed‘i görmeye gidememiştir. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin nafakasına harcardı. Sıffin Savaşı sırasında, Ali tarafında savaşmıştır ve 657 yılında ölmüştür. Naaşını almaya gelen üç kabilenin taşıdığı tabutlarda da keramet göstererek göründüğü söylenir.[kaynak belirtilmeli] Böylece bu üç ayrı kabilenin yerleşim yerleri olan Yemen ve Şam‘da bulunan türbelerinin yanında Siirt ilinin Baykan ilçesi Ziyaret beldesinde de bir türbesi olmuştur. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Veysel_Karani)

Hepsi içinde yayınlandı

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s