onuru bağışlayanlar haykırmaz…


Masalı anlatan ihtiyar adam derin bir nefes aldı ve hayıflanarak sözlerine devam etti: Ben bilmiyordum onuru bağışlayanlar haykırmaz. Coşkuya kapılıp tezahürat yaparak bağıranların uğultusu, kendilerine onur bahşedilenlerin sevincinin sesidir. Ve kalabalık çığlıklar atıyordu… Şu anda size anlatacaklarım öykümüzün kaderidir. Sakın bana, ‘Öykünün de kaderi mi olurmuş?’ diye sormayın! Ah serüvenler… serüvenler… Eğer şimdi anlatacaklarım ve sizin duyacaklarınız olmasaydı, belki de size anlatmakta olduğum öykü asla var olmayacaktı ve ben hiçbir zaman onun râvisi olamayacaktım. Ve şayet siz şimdi beni dinlemezseniz, rivayet yine olmayacak ve öykü oluşmayacak. Biz, kendi irademizle kaderimizde yerimizi almışız ve bu öykünün bir parçası olarak varız. Ancak görüyorsunuz; öyküler de, onun kahramanları kadar kendi kaderlerinin tutsağıdır. Râviler ve o rivayeti dinlemeye katılanlar, rivayet olunanlar kadar bu kaderin kahramanlarıdır. Ama ilave ediyorum: Bu kaderde önemli olan, size ne anlattığım değil, beni, bunu size rivayet etmeme kimin, niye hükmettiğidir. O ilk rivayet! Eğer gözlerim gözyaşlarıyla dolduysa bu, yalnızca anlatırken o kaderi paylaşmama değil, bizim nasıl olur da kaderimizi çizerken başkalarının her şeyimizi altüst edebilecek kararlarına göz yummamızadır… Bir şeyleri kazanırken neleri kaybettiğimizi, kaybedeceğimizi hesaba katamayışımızadır. Ahhh, serüvenler, serüvenler…



Azalya, Aquilla’ya dönerek, “Gidelim,” dedi; ancak, odada ihtiyarın ruhunun peşinde geziyordu. Bilmeceyi çözmesine yardım edecek bir işaretin peşindeydi. Şayet ihtiyar, bir kurban ise ve katiline kendisi emir vermişse; o zaman, kendisinin ve zavallılıklarını unutmak için onun gölgesine sığınma gereksinimi duyan insanların da katiliydi. O zavallılar, kendi güçleriyle mi yaratmışlardı bu erki? Onun gücünün kaynağı, diğerlerinin boyun eğmesiydi. Boyun eğenler ona güç vermişlerdi ve hâlâ da vermekteler. Başkaldırı, onu erkinden alaşağı etmek değil miydi? Öyle ise her başkaldırı, kendi zavallılıklarının sığınaklarını yok etmekti. İşte, bilmecelerin imece yaptığı bir düğüm daha… Bu kör döngüyü, bu düğümü nasıl çözeceğinin bir işaretini arıyordu. Şüphe duymadan bildiği tek bir şey olabilirdi; tapınağa başkaldıran, kim olursa olsun ezilecekti ve bu güç şimdi, bu kızıl sakallı adamın elindeydi. Yığınla insan, boyun eğmekle kızıl sakallıya güç verecekler ve o ise aldığı güçle başkaldıranları ezecekti; başkaldırı düşüncesini yok edene kadar…


(Azalya, roman, Arkadaş Yayınları, 2011, h.h.)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s