Ay: Mart 2013
Dem vuralım!
Hayyam’ı okumak ne kadar güzelse onu anlamak da bir o kadar güzeldir. Bu anlamak, sadece söylenenin ne anlama geldiği noktasına varmak değildir, aslında Hayyam’ı okumanın tadı o noktaya gelmemekte ve sürekli anlamdan anlama, gönderiden gönderiye, renkten renge geçmek, dolaşmak ve kavuşamamaktadır. Bilmecelerin iç içe geçmiş sokaklarında, bahçelerinde dolanmanın tadına benzer bu. Tam da Hayyam’ı anladığını düşünürken ve bunun şevkine, tadına varırken bu anlamaya kuşkunun işvesinin düşmesiyle başka bir anlama meyil etmenin tadıdır bu.
Kısa bir süre önce Kamkaran grubunun da icra ettiği ve bu sayfada yayımlanan iki dörtlünün ilk dörtlüsü bu türden bir anlamsal işve dörtlüsüdür.
Önce Farsçasını veriyorum. Sonra Türkçesine geçeceğim.
Ta dest ber éttefaq ber hem nezenim / Pai ze néşat ber sere ğem nezenim
Xizim-o demi zenim piş ez deme sobh / İn sobh demi zened ke ma dem nezenim
Bu dörtlüyü, sözünü ettiğim Kamkaran icrasında altyazı olarak şöyle çevirmeyi uygun bulmuştum (burada üçüncü ve dördüncü mısraın yerini değiştirerek veriyorum):
Birliktelik elini bir birine koymazsak / neşe tekmesini bu hüzne biz vurmazsak
Bu sabahlar çok ışır bizse soluksuz kalırız / kalkıp da tan ışımadan soluk almazsak
şifa istmem balından
Şifa istemem balından
Bırak beni bu halımdan
Razıyım açan gülünden
Yeter dikenin batmasın
Gece gündüz o hizmetin
Şefaatin kerametin
Senin olsun hoş sohbetin
Yeter huzurum gitmesin
Taşa değmesin ayağın
Lale sümbül açsın bağın
İstemem metheylediğin
Yeter arkamdan atmasın
Kolay mı gerçeğe ermek
Dost bağından güller dermek
Orda kalsın değer vermek
Yeter ucuza satmasın
Sonu yoktur bu virdimin
Dermanı yoktur derdimin
İstemem ilaç yardımın
Yeter yakamdan tutmasın
Nesimi’yem vay başıma
Kanlar karıştı yaşıma
Yağın gerekmez aşıma
Yeter zehirin katmasın
Aynur Haşhaş’tan dinlemek isteyenler için:
Yeryüzü Ayetleri
Bazi şiirler var ki her okuduğunda o gün için yazılmıştır sanırsın… Alkol ve esrar bataklığında boğulup giden kımıltısız aydınlar… kendi uğursuz cesetlerinin yükü altında ezilen yorgun, bıkkın ve düşmüş halk yığını… afyonlanmış ve cinayetlere seyirci yığınlar…
işte furuğ Ferruhzad’ın yeryüzü ayetleri adlı şiiri de bu türden bir sestir:
işte o dem
güneş soğudu
ve bereket topraklardan kalktı
ve çöllerde kurudu yeşillikler
ve balıklar denizlerde kurudu
ve ondan sonra toprak
kabul etmez oldu
ölülerini
gece, tüm soluk pencerelerde
kuşkulu bir sanı gibi
sürekli sıkışmışlıkta ve taşkınlıktaydı
ve yollar
sonlarını karanlığa bıraktılar Furuğ: Kendi portresi
artık kimse aşkı düşünmedi
kimse yengiyi düşünmedi
ve kimse
hiçbir şeyi düşünmedi artık
yalnızlık mağaralarında
boşunalık doğdu
kan, afyon ve esrar kokuyordu
gebe kadınlar
başsız çocuklar doğurdular
ve beşikler utançtan
mezarlara sığındılar…
Okumaya devam et “Yeryüzü Ayetleri”
Katledilen masumlar…
Ne zamana değin bu cinayetleri sürdürecekler… ve insanlar ne zamana değin bu dehşet karşısında vurdum duymazlıklarına son verecekler?
ayrıca bu adrese bakabilrisiniz:
http://tomdumont.com/midway-film-trailer
Birliktelik eli…
Hayyam’ın iki dörtlüsünün muhteşem icrası!
Çağdaş İran Minyatürü
Üstad Ferşçiyan’ın eserlerinden küçük bir bölüm.
Göreceğiniz eserlerden bir kısmı dokunmuş olan tablo halılardır.
sen!
... Sen son büyünün son gizemiydin son gizi! Anlamalıydım. Sen sudan fışkıran ve suyu mesken eden ateştin. Sen sunaklarına kurbanlar yatırılan ölümsüz ateştin. O ateşin gizlediği gizdin! Yerle gök arasındaki bağ! Sen ilkel mağaralarımıza inen yıldırımdın. Zihnimin dört bir bucağını aydınlatan ve aydınlığın kadar korkutan aydınlık. Ah Agni! Dağların kara kayalıklarının böğründen fışkıran pınar gibi ruhumu serinleten, dağın yüreğinden lavlar gibi püskürüp yüreğimi yakan Agni! Ah ey kutsal ateşim. Ah ey al kısrağına kurulmuş, külleri savrulan ak saçlım! Yoksa neden olmadığında karanlıklara bürünmüş, neden peşine düşmüş olayım ki! Sabah kalk dedin, çarşıya çıkacağız dedin. Çıktık. Sokağın sonuna doğru aktar dükkânına girelim dedin, girdik. Adamın tek gözü hep çapaklı. Sen eteğini kurumuş karanfillerin, ıhlamur çiçeklerinin üzerinden savurarak geçtin, bildiğin bir köşe vardı hep. Her zaman bildiğin bir yer vardı. Vardın. Bildiğin o yaprakları avuçladın, burnuna yaklaştırıp derin bir soluk aldın. Bildiğin bir koku vardı orada. Han Nine’nin sandığının dibinde uyuyan bohçasının kokusu. Han Nine senin saçlarını tararken o masalı mırıldamıştı. Mırıldamıştı ve sen onu unutmak için bunca yolu gelmiştin. Gelmiştin ki beni iki parçaya ayırasın ve bir parçamı alıp çarşıdaki aktar dükkanına kadar sürükleyesin ve diyesin ki “işte budur senin kaderin! Al ve iç. Al ve kokla. Al ve öl!” Ezan sesine benziyordu sesin. Sebepsiz kucaklamıştım seni. Boynun terliydi, tarçın bahçesi. Sanki sandal tütsüsü yakmışlardı koynunda. Hatırlamak istemiyordum son masalını. .... ... .. ((h.h.)
erguvanı şarabımın!
Gazel: Mevlana,
Minyatür tabolar: Ferşçiyan, ipek halı dokuma,
Çeviri: h.h.

Sen yoldaşım olunca can, ey canımı alan benim – yürek nuru şimşek gibi çakar ağzımdan benim
İnce ince cevher gibi güneşinin haresinden – yürek erir ve çamurum ağar yağar baştan benim
Yanaş bir an, göğsünü hem yanını koy yanıma – birlikteyken gerçi ah ki canısın sen canımın
Bu belalı dünya seninle cennet olmuştur bana – lütfunla ah ne olacak sureti o cihanımın
Yaprağım yoktu yürek titriyordu yaprak gibi – korkma dedi ki “gelmişin haremine emanımın”
Öyle çekerim yanına kurtulursun yaprağından – bütün gece seyredersin coşkunluğunu yanımın
Öyle biricik vururum ki sana sonsuza dek mest eylerim – ta ki sana yakin ola işreti cavidanımın
Göğsünü bahçe yapar baharımın demdemesi – hem yüzünü gül gül eder erguvanı şarabımın


