Yeryüzü Ayetleri

Bazi şiirler var ki her okuduğunda o gün için yazılmıştır sanırsın… Alkol ve esrar bataklığında boğulup giden kımıltısız aydınlar… kendi uğursuz cesetlerinin yükü altında ezilen yorgun, bıkkın ve düşmüş halk yığını… afyonlanmış ve cinayetlere seyirci yığınlar…

işte furuğ Ferruhzad’ın yeryüzü ayetleri adlı şiiri de bu türden bir sestir:furuğ'dan resimler-2

işte o dem
güneş soğudu
ve bereket topraklardan kalktı

ve çöllerde kurudu yeşillikler
ve balıklar denizlerde kurudu
ve ondan sonra toprak
kabul etmez oldu
ölülerini

gece, tüm soluk pencerelerde
kuşkulu bir sanı gibi
sürekli sıkışmışlıkta ve taşkınlıktaydı
ve yollar
sonlarını karanlığa bıraktılar                                                                          Furuğ: Kendi portresi

artık kimse aşkı düşünmedi
kimse yengiyi düşünmedi
ve kimse
hiçbir şeyi düşünmedi artık

yalnızlık mağaralarında
boşunalık doğdu
kan, afyon ve esrar kokuyordu
gebe kadınlar
başsız çocuklar doğurdular
ve beşikler utançtan
mezarlara sığındılar…

ne kadar acı ve karanlık günlerdi
ekmek, risaletin bu şaşılası gücüne
galebe çalmıştı
aç ve acınası peygamberler
tanrısal buluşma yerlerinden kaçtılar
ve İsa’nın yitik kuzuları
artık hiçbir çobanın ho hoları
kırların şaşkınlığında duymadılar
 
aynaların gözlerinde sanki
devinimler, renkler ve görüntüler
tepetaklak yansıyordu
ve alçak soytarıların başları ucunda
ve arsız fahişelerin yüzlerinde
aydın kutsal bir çember
yalazlı şemsiye misali yanıyordu
 
alkol bataklıkları
o buruk zehirli buharlarıyla
kımıltısız aydınlar yığınını
kendi dipsizine çekti
ve sinsi fareler
altın yazıtlı kitap yapraklarını
eski dolaplarda kemirdiler.
 
güneş ölmüştü
güneş ölmüştü ve yarın
çocukların belleğinde
belirsiz yitik bir anlamdı
onlar bu eski sözcüğün tuhaflığını
ev ödevlerinde
kocaman siyah lekelerle
imgeliyorlardı.
 
halk,
düşmüş halk yığını
bıkkın, yorgun ve şaşkın
kendi uğursuz cesetlerinin yükü altında
gurbetten gurbete gidiyorlardı
ve cinayetin acıtan isteği
ellerinde kabarıyordu
 
bazen bir kıvılcım, küçücük bir kıvılcım
bu cansız sessiz topluluğu
ansızın içten parçalıyordu
onlar birbirine saldırıyorlardı
adamlar birbirinin gırtlağını
bıçaklarla yarıyorlardı
ve kan yatağı ortasında
ergenleşmemiş kızlarla
yatıyorlardı
 
onlar kendi korkularında boğulmuşlardı
ve günahkârlığın korkunç duyusu
kör ve küt ruhlarını
felç etmişti
 
idam törenlerinde hep
urgan
bir mahkumun kasılan gözlerini
yuvasından dışarı fırlatırken onlar
kendilerine dalarlardı
ve yorgun ihtiyar sinirleri
şehvetli bir düşle gerilirdi
 
ama alanların çevresinde hep
bu küçük canileri görürdün
durmuşlar
ve dalmışlar
su fıskiyelerinin süreğen dökülüşüne
 
belki hâlâ
ezilmiş gözlerin ardında, derinliğinde donmuşluğun
güçsüz çabalamalarıyla
su şarkılarının arınlığına inanmak isteyen
yarı canlı karmaşık bir şey
arda kalmıştı
 
belki; fakat ne de sonsuz bir boşluk!
güneş ölmüştü
ve kimse bilmiyordu
yüreklerden uçup kaçan
o üzgün güvercinin adı
inançtır …
 
ah, ey mahpus ses
acaba senin umutsuzluğunun görkemi asla
bu tiksinesi gecenin bir yönünden
ışığa doğru bir yol açmayacak mı?
 
ah, ey mahpus ses
ey seslerin en son sesi…

(F.F: Yeryüzü ayetleri; Yaralarım aşktandır, Ç: h.h.)

furuğ'dan resimler-1

Furuğ’dan bir tablo

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s