Paris’te Nazım’ı anarak-1991
1
Aşıklar Çeşmesi
o akşam sokaklara ilk vurduğumda
büyülü bir ışık koynunda
ilk o akşam Paris’e adım attığımda,
Aşıklar Meydanı’nda buldum kendimi
kendimi buldum büyülü bir fısıltı koynunda.
Paris Aşıklar Meydanı’nda insanlar,
insanlar, Paris meydanlarında aşıklar.
Paris Aşıklar Meydanı’nda gülüm
oturduk fıskiyeli havuzun taşlarına
meydanın ünlü palyaçosu karşıda
elinde kuklası
kuklanın elinde çellosu,
ikiz kardeş gibiler
siyah şapka, siyah smokin giymişler.
alnında Paris’in
ay vardı gülüm bir de dolunay
Aşıklar Meydanı’nda o an
bir de çello sesi vardı
bir de su sesi
bir de senin sesin
esiyordu yüzümde püfür püfür serin
gecenin ve çeşmenin kıyısında öyküydüler
öyküler burada gülüm şiir gibiler
şiir gibi dudaklarından
akıyordu Paris tenime gülüm
çatlıyordu ölüm.
2
Kolonel Fabian’daki Ev
sabah yağmur yağıyordu
daracık avlunun Arnavut taşlarında
iri taneli yağmur şakıyordu
ve avlunun girişinde
karanlık küçücük atölyesinde Mişel
– adını sormadım lakin Mişel olmalı-
ayakkabı onarıyordu…
hasır perdeyi çektiğimde
pencerem mutlulukla kabarıyordu
avluda çocuklar yoktu
ve genç güzel bir kadın elinde “pen”
şemsiyesiz dönüyordu tıpkı sen
yanaklarındaki alevlerden belli
yağmur sesinde dün gece
soluk soluğa sevişmiştir
yaşamı damla damla yudumlayıp
çığlıklarında tükenmiştir.
genç güzel bir kadın elinde “pen”
şemsiyesiz duruyordu tıpkı sen
bir basamakla çıkan kahverengi kapıda
sonra kapıyı açtı
telaşsız, yumuşak bir şarkı parmakları
boynunda kırmızı kurdele
pırıl pırıl kara bir kedi
evden fırladı sokağa
ve şaşkınlığını atamadan
geri koştu merdivenlere
genç güzel bu kadın
besbelli kahvaltı yapacak
bir bardak çay, yahut
bir fincan sütlü kahve içecek
sonra bir sigara yakar her halde
dudaklarındaki alevden belli
yağmur sesinde dün gece
soluk soluğa mosmor sevişmiştir
yıldızlı gözleri
ağlayıp akmıştır.
hasır perdeyi çektiğimde,
beyaz sisli bir Paris
doluştu ansızın odama
ölesiye sevdalı bir sabah burcunda
ölesiye mutlu anımda.
Stalingrad, Jöre sonrasında
Nasiyon hattında Kolonel Fabian
yüzyıllık evinde oturan
genç güzel bir kadın
yaşıyordu, yaşıyordu
ölesiye sevdalı bir sabah burcunda
ölesiye mutlu anında.
3
Paris İşçisine
seni görmedim seni
insan seliyle caddelerinde
tek adım
tek sözcük
tek haykırış olan seni
görmedim, görmedim seni
ihanet olmalı nedeni
4
Gün Batımında Sen
burada yazılar geceden yazılır
şarap sabahtan içilir burada
sözler dobra dobra söylenir
küfürler de öyle sevda da!
bir kadın,
masasındaki adamın
yüzüne ağlamıştı
– anlıyor gibiydim
anlıyor gibiydim sevgili
bilmediğim dilde
konuştuğu bu dili-
sorduğumda Bastil’li
adam gülmüştü
çirkin sırıtan Opera binası karşısında
dar sokaklar ortasında
burada zaman yitiyor
ölümle yaşam ortasındaki sınır bitiyor
göz gördüğünce yeşil, Versay
yeşil bir nehir gibi, yeşil bir yay,
ortaçağından avuçlarına iniyor
ve sessiz haykırışlıyla heykeller
bonkör gölgeleriyle duruyor
burada şarap sabahtan içilir
sözler dobra dobra söylenir
burada aşk
alabildiğine kanatlanır
yaşam kanıtlanır
ne bilsin bilmeyen adam
burada üçüncü Aleksandr,Nötr Dam
hangi gün batımını şiirlemiş
ve eğilip usulca Sen nehrini hecelemiş
Sen Mişel Köprüsü’nde
bir adam, bir de kadın
altın tozunda öpüştüler
rüzgarı, sevinci, acıyı bölüştüler
kayboldular ansızın
söyledikleriyle birlikte
ve bir fiskeyle izmaritim
uçtu Kanalın kollarına
sonra “parfümler Paris’te kokmaz” dediler
her yer sevda kokunca
Seine sen kokunca gülüm
her yer dipdiri yaşam kokunca
parfümün sözü mü olur…
5
Meltem, Yağmur ve Komün
yokuş yukarı, dizme taş sokak
kollarımda meltem dolaşarak
tırmandık.
insan selinde, ucuz çanta
ve ucuz çamaşır ortasında
özlem ve unutkanlık akıyor
yağmur inceden inceye çiseliyor.
kaykaylı bir genç
tıpkı bir yılan
gibi zikzak aşağı kayan
fotoğraf için poz verip donan
anıları seven bir ihtiyar
Sakre-kör merdivenlerinde, ah
yeşil park ve gri Paris’e karşın
zamanın obur belleğine emiliyor
yağmur inceden inceye çiseliyor.
Meltem dudaklarımda
ellerimde meltem
göğsümde acı bir sancı
bir sözcük
hani bin sekiz yüzlerden gelen
bu tepelerde dayanan
ve bu duvarın dibinde ölen
bir sözcük
sağır kalabalığında Sakre-Kör
yitik zaman belleğinde kör uyuyor
yağmur inceden inceye çiseliyor
belki o gün Rayştak’taki kalabalığa da
çisiyordu yağmur
belki de oluk oluk vuruyordu omuzlarına
ve pırıl pırıl çizmelerine
daha vardı Paris’e inmelerine
ve Zafer Takı’ndan geçmelerine.
daha vardı Paris’e akmasına
doğuya vuracak azgın selin
hani sonra Moskova
sonra Berlin duvarlarında dayanan
sonra emilip yiten selin
özgürlüğün pususuna yatan
bu gün alkışlarla yeniden hortlanan selin
daha vardı akmasına.
gözlerim mumlar kadar kanatlanıyor
ve kilisenin bu daracık mor- sarı yeşil camları kadar görüyor
ve yüzyılların sesi
soluğunun kulağımda dönmesi gibi
bakire heykellerin tozlu kollarında ölüyor
yağmur inceden inceye çiseliyor.
adını bilmedim
sormadım adını
meltem olmalıydı
ressamlar meydanında adını bilmediğim usta bir ressamın
yarattığı renkler gibi
dalıp dalıp saçına, fırçası
çekik gözlü bu kadının
ve gözlüğünün teline bu zenci adamın
düşündüğü gibi,
ressam vuruyor melteme
çekik gözüyle kadın gülüyor
yağmur inceden inceye çiseliyor
yağmur inceden inceye çiseliyordu
şemsiyeyi açıp kapatıyordu
ansızın duydum sesini
Mon-Martr merdivenlerinden, duydum
meltem sesine karışan sesini
dallara asılı tanıklar gibi
duvara çakılı adlar gibi
tarihin yargısından yankılanan
“usta” diyen sesini
“mutluluğun resmini yapabilir misin?” diyen sesini
üşüdüm, üşüdüm
asırlar öncesine yutulmuş gibi uzak düştüm
üşüdüm
bir yudum sıcak kahve
bir sigara dedim çöktüm
eski beyaz metal masaya
meltem yüzümü okşuyordu
yağmur inceden inceye çiseliyordu.
biliyorum
yüz yıl sonrasındaki ressam,
Mon-Martr’ın bile çizemediğini çizecek
ve başka sözcükler bulacak olan o adam,
aşkı,
ve bu tepelerdeki yenilginin
Leningrad’daki tekrarını çizecek
ve apaydın bir yüzle bize verecek
o gün ne olacaksa olacak
belki yağmur çiseleyecek
belki lapa lapa kar yağacak
belki de her taraf aydınlık
sere serpe güneş olacak
meltem yine kollarımızda.
6
Lüvr’ün Duvarındaki Sen
binlerce göz sınırından geçtik
yüzlerce karanlık ve aydınlık
merdiven çıkıp indik
tanımadığımız evlere
yüzlerce manastıra, saraya girdik.
yoksulluğu ve görkemi izledik
sonra Denon
kırmızı dördüncü salon
salonun bir köşesinde
küçücük çerçeve içinde
seni gördük
alışık bakışların
yinelenmiş zaman perdesinde
küçücük çerçeve içinde
seni gördük
ve resmini çektik
sonra
sayısız yeşil, sayısız kurak
binlerce kilise, papaz
binlerce karanlık bağnaz
kral gördük, ölüm gördük
sonra
Sully yollarında aradık
asırlar öncesi yurdumun
emekçi ellerini bulduk
sonra sıkıldık, sıkıldık
acı çektik
kavga ettik
Müze de Lüvr’ü gezdik
sonra cam piramitlerin önüne geldik
binlerce bilemediğimiz insandık
yan yana dolaşarak
her zerremizi başka yüz yılda bırakarak
dağıldık sonra
köstebek yolu metrolara…
6 1/2
velhasıl, canım sevgilim
“bir bardakla ayyaşıyım” şimdi Paris’in