Lenin heykellerinin yıkılışı ve sana dairdir
1 Mayıs 1992- Scarborguh h.h.*
altın başaklar mevsimi bitmişti geçtiği yol diz boyu kardı sarı-siyah karpuz şişeli lambada tek fitilli alev yalpalayıp titriyordu tipi yeni inmiş vuruyordu, gecenin zulasında aç kurtlar uluyordu ve o biliyordu cam yok pencerede biliyordu tencerede, bir su kaynar, bir patates. bir su kaynıyordu yarım bardak yeterdi sabah tıraşına... akkavak, çınar, yeşil meşeler hep ölüp dirilmişler mevsim mevsimi anlatarak... yani sen daha doğmadan Paris'in "kutsal yüreği" parçalanmadan önce. gelip varırsın yeniden yeniden doğduğun sabahlara... unutmak mutluluktur belki yitirmenin bilincine varmak öte bir şeydir ölümden de! gülhatmi, ıhlamur bulut kokar saçları elleri fındık kınalı kestane rengindedir sevdiğim kızın gözleri söyledikleri yengiden yana türkülerdir türkülerdir, yeşermeden ve güneşi avuçlamadan yana... söyledikleri türküler tek ağızdan, döner rüzgarın kıyısında varacak kapı yok gibi hani çat kapı, varamaz. barut kokar sesi Finlandiya- Moskova yolu buzdur alev çemberinde... bu dağların çırılçıplak duruşu her kurşunun bir kuşu vuruşu boranlardan olsa diye düşünürüm ölüm haberi hep önceden gider çünkü güneşin doğuşundan da önce. gün doğduğunda yeşil tepelerin doruğunda seviştik çırılçıplak güneş örttü tenimizi pırıl pırıl aydınlık kutsadı bizi arsız kelebekler konacak çiçek yok gibi biri bir döşünde kanat vurur kır bitimsiz, yeşil uyur. unutmak işime geliyor yitirmenin bilincine varamam acıyı taşıyacak yürek kalmadı çünkü... kenarda kar diz boyuydu kapanan yolu açtılar sesler birbirine karıştılar ve sonra bükülmez bilekleri ve demiri ve suyu büktüler ve öyle bir şarkı diktiler ki göğsüne yeryüzünün biz bu uçtan duyduk siz o uçtan. onuru özgürlüğü kahkahayı böldüler altın başaklı tarlayı da açık alnımız gibi. açık alnımız gibi vurulmuştu ya, dibinde yer dibinin çekilen tırnakların ötesinde diş diş kanayan özlemin yani gece gündüz ilmik atardı bun ipeği... parmaklarım saçlarından uzak düşeli seni bilmem ama, ben çoktan gerilmişim dağdan dağa çığlığa! uçurumları boş sanma sevgili haykırışımı bir çığ gibi kopalı asırlar olmuş ben öleli yitirmenin acısı işlememeye dursun unutmak işime geliyor... ne diyordum? diz boyu kardı-çamurdu kurduklarında zırhlı birlikleri, piyadeleri düzenli düzensiz savaşçıları yeni yetmesi nişanlısı, evlisi partizanları, erleri el bir gidiyorlardı günebakan çiçekleri tank-mavzer ne yazar... çatık kaşların marşı çağlıyordu dünyanın emekçi yüreği çarpıyordu Sarı denizden Tuna'ya ulaştı sonra son sözcük Berlin'den Moskova'ya... kime anlatırım kime tek fitilli lambanın sarı siyah ışığında örülen o oya aya vurdu aya ayın ak yüzüne bir de ters yüzüne en karanlık, uçurumlu, en zamansız en kahırlı yüzüne... vurup da oturdu kime anlatırım kime ihanet dendi denmedi umurumda değil öyle bir umut kuruldu öyle bir umut vurulup yıkıldı ki anlatamam... anlatamam kaç asır karabulut kalır gözünün mavi kırlarında kaç asırlık yoldur gözünün iki kıyısı ulaşamam yıldızlarım tükenir elinde yol bulamam yorgun düşerim yaslanırım kirpiklerine sevgili anlatamam. anlatamam hangi kahpe yara işler kemiklerime hangi yılanın zehirli dişleri yüreğime sorma gitsin sevgili sorma yaralarım başını alıp gitsin gitsin nehirlerim, türkülerim rüzgarla oynaşan ak bulutlarım akıp gitsin alıp götürsün ne varsa bağrında saklı ne varsa satırında sorma Ural’dan Hazer'e kaç yol süzülür kaç kulaç çeker Aras’tan çıkarsan yola. botları yeni çıkarmış diz çöküp oturmuştuk tek şekerli kıtlama semaver çayı başkadır bir de el sarması sigara ve beyaz-pembe yanağındaki alazlanan sevinç yürekte öyle ki yaz boyu kış boyu anlatırız söylenmedik sözler kalır yine saklandık sonra ormanında gözlerinin sonra yıkıldı tümü omuzlarıma taşıyamam taşırım, inan taşırım! eğme başını bükme boynunu sakın ölürüm sakın kırma dizlerini taşırım vurulur makineli göğsüne göğsüne vurulur bilirim yaslan bana yaslan o yıllara koçum, yiğidim, güzelim, gülüm, gelinim düşme düşme ölürüm bir kabile değil uçtan uca yeryüzü ölürüm... sıra sıra ölüler, ölüler sıra sıra gülerek geçtiler kazakların kılıcından geçenler beyaz orduya, siyah orduya karşı koyanlar geçtiler kızıl mendil sarılı alınları ile -ak değildi mendil ilkin akşam üstü uğurlarken vermişti canım sevgili kar beyazı mendildi kanı emdi aç bebeğin ana döşünü emdiği gibi hani dudağın dudağımda dilin dişimde- sıra sıra ordular dağı taşı aştılar dağı taşı oydular iğne oya işleyip umudu kurdular öyle ağlamaklı sevinçli ki dünyayı böyle çocuksu bilmezdim. Paris'i hesaba katmazsan, bir de bizdekileri, bir de sizdekileri yani bir tek sevda genişliğindeki bu kıtada elli milyon cana mal oldu bir de yüz yıla! ölüler sıra sıra geçtiler diyordum ordular gülerek, ağlayarak, öfkeyle sordular olup bitenleri sordular ne şiirden söz etmek mümkün ne destandan ne yıldızdan ne coşkun akan ırmaktan ne senden sevgili Mayakovski'ye ne söylemeli Lorca'ya, Lahuti'ye sonra Tanya'ya ah, ne söylemeli Nazım'a ne demeli Karankuş'a!...
