kendine yalan söylemiş olacaksın

Sirus’un odasına gelene kadar dudaklarında aynı gülümsemeyi taşıdı. Kapıyı tıklattı ve ardından kulak kabarttı. Aralarındaki tek ortak nokta belki de Beethoven ve Mozart’a olan ilgileriydi. Yanıt beklemeden içeri girdi. “Ne kadar tembelsiniz Küçükbey! Daha elbiselerinizi giymemişsiniz!”

“Aceleniz mi var?”

“Bırak elbiseyi şimdi, yemeğin soğuyacak.”

Sirus, yemek tepsisini Mandana’dan alarak duvar kenarındaki yer minderine çöktü. Yemeye başlamadan: “Teşekkürler! Affedersin ben bu bornozla…”

Mandana, “Boş ver şimdi bunları, özür vakti değil,” dedi ve ardından, köşedeki bardan bir kadeh şarap getirdi. Kendine doldurduğu kırmızı şaraptan bir yudum aldı. Kadehi Sirus’a uzatırken nazlanarak içini çekti: “Hmmmm, ne kadar hoş bir koku seçmişsin!”

“Tanımadın mı?”

“Yooo!”

“Senin hediyen!”

“Ciddi? Aferin bana!”

Mandana, bir kahkaha atarak Sirus’un karşısındaki mindere oturdu.

Mandana, “sanki kıtlıktan çıkmış,” diye düşündü, “Küçükbeyimizin yemek yeme tarzı bile değişiyor. Kaşık çatal, bay bayan, nezaket kuralları bitiyor mu? Caddelerde yanan lastiklerin dumanı, bu eve çok hızlı sızmaya başlamış anlaşılan. Her şey açıkça ortaya konmalı. Küçükbeyin nazıyla oynayacak değilim. Canım Mişel! Nasıl da bekliyordur beni!”

“Sirus bak! Aşağıda yapılacak konuşmalardan önce, ikimiz konuşalım istiyorum; görüşünü herkesten önce ben duymak istiyorum. Hem de açıkça.”

“Ne hakkında?”

“Ne hakkında mı? Avustralya’nın köstebekleri hakkında!”

“Bu akşam köstebekler hakkında oturum mu var?”

Mandana, evet bayım köstebekler hakkında. Herkes bir delik peşinde. Karanlık bir tünel arıyor, pisliklerini saklayıp yarınlarını kurtarmak için. Bir avuç zavallının bir iki binayı ateşe vermesi, güçlüleri köstebeğe dönüştürdü bayım, demek isterdi ama şımarık bir eda ile “Siruuuuuus! Lütfeeeen! Alay etmeyi bırak!” dedi.

Sirus ciddi bir tavır takınmıştı: “Mandana, ne düşündüğümü biliyorsun, neden soruyorsun ki?” Çatalı ağzına götürdü.

“Belki fikir değiştirmişsindir görüşmeyeli, habersiz kalmak istemiyorum!”

Şaraptan küçük bir yudum aldı: “Hayır, hiçbir şey değişmiş değil Mandana. Biz arkadaşız ve öyle de kalacağız. Sen başka türlü mü düşünüyorsun?”

“Fakat babacığım, Paşababan böyle düşünmüyorlar!”

“Ama yaşam bizim yaşamımız!”

Mandana kadehini, İsfahan işlemeli bakır tepsiye bıraktı: “Sirus, bırak bu lafları! Bu dünyada kaç kişinin yaşamı kendi elinde sanıyorsun? Papacana bak! Tüm yaşamı, ufak bir depremle altüst oldu. Şimdi de göç etme telaşında! Annenin, Paşababanın bile, yaşamları kendi elleriyle mi biçimleniyor sanıyorsun?”

“Yaşam bizim yaşamımız Mandana! Böyle olmalı. Yani bizim kararımızla biçimlenmeli, onlara uyarak değil. Ona buna boyun eğmenin adını karar vermek koymayalım lütfen!”

“Onlara karşı durmak mı istiyorsun? Hem ‘onlar’ dediklerinin kim? Farkında mısın?”

Bu sorunun yanıtını, uzun zamandır düşünüyordu. Kafasını patlatacak kadar ağır bir soruydu. General Timur Han’ın evinin düzenine karşı koyma düşüncesi, içini kemirip boşaltıyordu. Güçlenecek yerde gücünü yitiriyordu, dolacak yerde boşalıyor, eksiliyordu sanki. Timur Han’a karşı koyma duygusu, yıllanmış bir ağacın gövdesini yiyip bitiren kurtlar gibiydi. Mandana bunu anlayamazdı. Behmen belki. Hayır! Anlayabilmesi için, onun da General Babası olmalıydı.

 “Gerekli ise evet!”

Mandana, şaşkınlığını gizleyemedi: “Aa! Daha neler? Ne demek gerekli ise? Ne de olsa, onların senden bir beklentileri var…”

“Evet. İşte bundan dolayı seninle arkadaş olduğumuzu, evliliğimizin mümkün olmayacağını söyleyeceğim.”

“Neden mümkün olmasın?”

“Çünkü, bizi evlendirerek kendi sermayelerini kurtarmak istiyorlar.”

“Olsun… Bunda ne kötülük var ki?”

“Mandana! Seni anlayamıyorum. Ne oldu sana böyle? Ne demek ne kötülük var? Ayağını bu evden dışarı atarsan görürsün ne demek olduğunu!”

Sirus, doyduğunu ima ederek gümüş yemek tepsisini önünden aldı ve bir kenara bıraktı. Mandana, sesini yükseltmiş olan Sirus’un tersine sesini kıstı: “Şimdilik sen de bu evdesin Küçükbey!”

“Şimdilik Mandana! Ya yarın?”

Mandana, onu duymamış gibi sözünü sürdürdü: “Bu evde yiyorsun, yatıyorsun… veeee kim bilir yatağına kimleri atıyorsun! sen sanıyor musun ki ben dışarıda neler olup bittiğini bilmiyorum?”

“Hiç sanmıyorum!”

“Ben de biliyorum Sayın Emir Ali Han Bey!”

Mandana Sirus’a, onun sülaleden gelen aristokrat yanını belirten künyesiyle ilk kez hitap ediyordu. Söylemekle kalmıyor, bastıra bastıra ve alaycı bir şekilde, kirli, ıslak bir bezi taşa vurur gibi suratına çarpıyordu. Sesi hafifçe titriyordu: “Ben de biliyorum! Yoksulluk, felaket, evsizlik barksızlık dışarıyı kasıp kavuruyor…”

“Ve buna rağmen boyun eğmek istiyorsun, benden de aynı şeyi yapmamı istiyorsun!”

“Ben boyun eğmedim. Kendi yolumu seçtim. Açlıkla, felaketle yaşamak istemiyorum. Param varken, olanaklarım varken neden kullanmayacakmışım? Babam Erdelan Bey’in parasıyla dünyanın en iyi üniversitesine gidebilirim, en itibarlı sanat kulüplerine üye olabilirim, galerileri gezip istediklerimi satın alabilirim, istediğim her şeyi elde edebilirim… Neden yapmayacakmışım? Bu kahrolası ülkede, kaç kişi benim sahip olduğum olanaklara sahip? Ha? Bu olanaklar kaç kişiye verildi de o geri çevirdi? Hayır Doktor Bey! Ben boyun eğmedim!”

Sirus, gecenin karanlığını odadan ayıran perdelerle örtülü pencereyi gösterir gibi kolunu uzattı: “Çocuklar çamurda, pislikte solucanlar gibi kıvranırlarken sen, kulüpleri, galerileri nasıl düşünürsün, nasıl böyle konuşabilirsin Mandana?”

Mandana alayla gülümsedi: “Bırak benim nasıl düşünüp konuştuğumu! Kendin nasıl böyle yaşayabiliyorsun?”

Sirus, yeni bir söz duymuş gibiydi: “Ne demek istiyorsun? Nasıl yaşıyormuşum ki ben?”

“Ne demek istediğim çok açık! Çamurlarda kıvranan solucanları, karnını doyurup şarabını yudumladıktan sonra düşünmeye başladın!”

En zayıf noktasına, en güçlü darbe indirilmişti. Mandana’nın karşısında yenilme düşüncesi, bu darbeden duyduğu acıdan daha çok acıttı canını. Usul bir sesle, “Seni üzmek istemedim Mandana! Sadece, evlenemeyeceğimizi söylemek istedim. O kadar,” dedi.

“Karı koca olmayacağımızı biliyorum. Fakat düşün! Milyonlarca dolar! İstediğimiz her şeye sahip olabiliriz. Ve sen bu olanaklarını, o baldırı çıplak solucanların yolunda kullanabilirsin!”

Eve gelmeden önce, Behmen’in söyledikleri Sirus’un kafasında şimşek gibi çaktı: ‘Paraya ihtiyacımız var!’

Mandana, Sirus’un daldığını görünce usulca ona doğru süzüldü. Elini tuttu ve kışkırtıcı bir sesle, “Karı koca olmamız şart değil! Sadece kâğıt üzerinde,” diye fısıldadı. Sıcak soluğu, Sirus’un yüzünde esti. Sirus’un elini, kaygan, ince elbisesinin altında dikleşen göğsüne bastırarak sözünü sürdürdü: “Baba Erdelan diyor ki, şayet bu işe ‘Evet’ demezsem, tek bir sent bile koklatmayacakmış… Mişel’i de unutmamı istiyor!”

Mandana’nın teninin sıcaklığını genç adamın tenine yayan el, genç kızın göğsünden usulca uzaklaştı: “Hayır Mandana! Kendime yalan söyleyemem!”

Mandana, dizlerinin üzerinde doğruldu. Sirus’un ellerini yeniden uzun ince parmaklarının arasına aldı ve ona doğru yaklaştı. Sıcak solukları, genç adamın yüzünde yeniden esmeye başladı. Sirus’un bornozu omuzlarından kaydı. Mandana bu kez, Sirus’un yüzünü ellerinin arasına aldı ve dudaklarını onunkine yaklaştırdı. Boğuk bir sesle, “Bu evde soluduğun ve sokaktaki baldırı çıplakları düşündüğün sürece kendine yalan söylemiş olacaksın! Senin yaşamın baştan sona yalan Doktor Emir Ali Han Batmancı! Sen bu eve aitsin! Bu evdeki oyunların oyuncususun! Yakanı, bu alış veriş halkasından insancıl düşlerinle kurtaramazsın!” diye mırıldandı ve odayı terk etti.

(Azalya, roman, arkadaş yayınları, 2011, h.h.)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s