hep öyle bak

dağ karanfilleri topladım dudaklarından                 saçından tarçın rüzgarı      

öyle koyuldum yola: bunu yaz!

ellerin küçüktü yüzüme bastırıp ağlarken                              

yavrusunu çağıran dişi atmacalar dönüyordu sesinde                         düşüyordum bulutlarından

kokunu saklayan bir çarşaf gibi kal üstümde                          beni üzerine ört ya da

bana atkı örmedin daha             

diyorum istersen serçe besleriz dilinin ucunda     

pazar sabahları evimizin balkonuna bir yıldız bir şiir bir de senin sevmelerini dizeriz         

öyle bir curcuna yani

sokağımız birden kaybolunca gözünde öyle gülüyorsun ki güneş çarpıyor balıklarımın sırtına

her sağanaklı düşümde gerilmiş kanatlarının ebemkuşağı

seni sevmek başka bir masaldır                               

ilk okulunda kollarının ilk dersim                    bunu da yaz!

mağrur bir sipahi dayanır kapısına küskün saatlerinin                 hep unutkan çocuk

ateşi derinden yakarsın kuyularının melikler masalında         ipi kes öyle düşeyim

bundandır mahallenin delikanlıları senin adımlarınla tespih çeker

senin hırsız bakışlarınla arılar kelebekler

boynun taze buğday başaklarını sürer dudaklarıma

ben ölünce hep öyle bak

bir yanım boştu çünkü sana yıkıldığımda

obamı yakıp çıkınımı boşaltırken bir yanım boştu

geceler hep böyle sessiz miydi böyle kahır çiçekleriyle kara?

taze ekmek pişiriyorsun bize

kurşun kalem veriyorsun elime

yanlışlarımı dişil dilinle siliyorsun

çocuklar doğarken gülüşlerinde bir sırım ipek olurum

seninle oynamaya yürek ya da![1]

seni sevmek başka bir masaldır

yazılarına duvar olurum istersen

hep öyle bak


haşim hüsrevşahi


[1] Köyümüz Hüsrevşah yöresinden bir koşmacadan: “ördeği bağlamaya ipek gerek, yar ile oynamaya yürek gerek.”

Yorum bırakın