güneş batarken o kuş kırgın bir rüzgar taşıyordu ağzında
dallar üşüdüğünde bir masal vardı kanatları altında
öpülmedik yer bırakmamıştı oysa çılgın sesinde
delik deşik bir gerilla gibi salınıyordu o dalda!
sözcükler var yeni kuşanır ayaklanmaya
sözcükler var yaralı, kanlı, paramparça
sözcükler var tarla sessizliğinde günebakan
sözcükler var cehennem eşiğinde ayakta!
baharat çarşısı koynunda uğultulu bir kadına çalardı
saçlarını rüzgara vermeye gülsün kuşlar kanardı
büyülü çeşmelere eğilmiş tek başına ebedi
atlılar nefes tutardı atlar kişnemez yangınlı ormanda
o hikayenin sonu bir avluda başladı
iki gözyaşının karıştığı yerde kaf dağında
kanadının rengini ateş tanrıçaları vermişti
ağlayan kuş sürüsü baş ucunda!
bakıldığında öte yanı görünürdü göğsünün
dilinin ucunda köz
dilinin ucunda anlatılmamış bin bir gece
bağışladığı göçtü, sığınmaydı mağaralarında
dağa karşı durduğunda dağın yüreği çırpınırdı
denize karşı durduğunda fırtına
sabaha karşı durduğunda
sis çökerdi sokaklara kendi masalında
ateşe atılan bir tek İbrahim değildi
kuyuya atılan bir tek Yusuf!
sevdasını ezberleten bir tek Zeliha değildi
o kuş öyle uçtu, öyle kondu öyle öldü
o kuş tepetaklak, kırgın bir rüzgar ağzında!
(h.h.)