Behçet Necatigil Hepimizi Kandırmıştır!

1- Behçet Necatigil’in anma törenine konuşmacı olarak davet edildiğimde iki önemli soru zihnimde oluştu: Birincisi şu ki bir panelde gecikmiş bir bilgilendirme neye yarar? İkincisi ise şu; ben bu oturuma katılmasam ne olur? Sorularımın yanıtı çok ilginç bir şekilde “hiçbir şey!” oldu. Ancak soruyu yanıtlamamla konu kapanmadı, olmamak konusu zihnimi meşgul etmeye devam etti. Sonra da olmama’nın her iki türü yani var olduktan sonra var olmamak, ve de hepten olmamak şekilleri bana ilginç gelmeye başladı. Var olmanın kökenini (en azından süreğen dönüşüm kuramı dâhilinde) şimdilik bir kenara bırakırsak dahi, var olmuş olanın yok oluşunun birden fazla türü olabileceği gerçeğini bir kez daha düşünmeye başladım. Mesela, bu masanın üzerinde bu vazo önceden burada yok’tu, birsi buraya getirdi, var oldu. Şimdi birisi onu buradan alıp salonun dışarısına çıkarırsa masa coğrafyasında onun varlığından söz etmemiz mümkün olmasa da vazonun henüz var olduğuna inanmamız akıl dışılık değildir. Kaldı ki akıl dışı olması bile ve bizi bu yönde tehdit etse de bu konuda risk almamıza mani olamaz!

 Ama vazonun düşüp kırılması ve bir arkadaşın gelip onu süpürüp alıp götürmesi başka bir olaydır. Bu kırılma ile yok oluş ya da var olma topografyasından çıkış bir çeşit silinmedir! Hepten var olmamak konusu ise hepten ilginç bir durumdur. Bir şeyin dilimize geldikten sonra temelden olmadığını nasıl iddia edebiliriz? Öyleyse var olmanın bir de başka bir topografyası daha olmalıdır diye düşündüm! Var olma olasılığından uzaklaşma ve var olma coğrafyasından çıkış bir kere o vazo örneğinde olduğu gibi tümsel olabilir ya da bir tümün bir parçası şeklinde olabilir. Hatta vazo örneğinde bile vazoyu bu salonun bir parçası olarak var saydığımızda onun yitirilmesi bu odanın varlığının hem formalistik (şekilsel) hem de anlamsal ve içeriksel olarak değişmesi demektir, denebilir. Tam bu düşüncelerle boğuşurken Mevlana’nın Makalat’ında bu cümle dikkatimi çekti: “Altıparmak gerçi fazla olmak demektir ama bu fazlalık bir eksiliktir. Ahed kemal demektir Ahmed daha kemal makamına gelmiş değil. Buradaki “M” kalktığında tamamen kemal olur!” Tebrizli Şems de Makalatında buna benzer bir söz eder: “Kamil odur ki eksiklik ala!” Bu ne demek? Şu demek: Bazı ortadan kalkmalar eksiklik yaratır, bazı ortadan kalkmalar ise kemal yaratır. Birisi eksiltir, birisi artırır! Bir ortadan kalkmak var ki yere doğrudur, bir ortadan kalkmak var ki yükseklere doğrudur! Önceki vazo örneğimize dönelim ve ufak bir not daha düşelim: Vazonun odanın dışına taşınmış olması onun burada oluşunu, buradalığını siler ancak varlığını silmez, o hazırdan gayıba geçer! Fakat gayıplar var ki iz bırakır, gayıplar var ki hepten silinir. Birincisi nişan bırakır, ikincisi nişansız kalır. Mevlana’nın dediği gibi: “O gizli dilberden canın kokusunu alırsan / yüz dünyaya sığmazsın şayet bir nişan bulursan! Mühür gibi canlanırsın, ordusuz komutansan da / hem gayıbın mülkün alırsın hem gayıbı bileni bulursun!”

Ben gidince bir renk uçar
Albümlerinizden
Kendince bir ses erir havada” (B.N.)

2- Bu kısa girişteki silinmekle ilgili iki konuyu ön plana çıkarmak istiyorum. Biri silinmek ve buradalık, diğeri ise silinmek ve eser ve iz! (buradalık sözcüğünü ben ilk kez 1999 yılında, Yaralarım Aşktandır’ın ön sözünde kullandım. Bu sözcüğü türettikten sonra, kullanma iznini Türkçe hocamız Emin Özdemir’den aldım ve kullanmaya başladım) “Burada hazır/var olma olayını Arapçadaki “huzur”u (gerçi Türkçede huzursözcüğü genel olarak dinginlik anlamında kullanılır) ve “hazır”ı kullanarak ifade etmek istersek cisimsel (nesnel) var olmaktan öteye geçemeyiz. Halbuki nesnel var olmanın dışındaki var olma olgusu, yine Arapça sözcük olan “mevcudiyetin” geçerliliği “huzur” ve “hazır” ile açıklanmıyor. Ancak bu varlık, bu mevcudiyet, izlerin ve eserlerin -ki eser aynı zamanda iz sözcüğünün bir ikizi ve daha doğrusu İngilizcedeki trace sözcüğünün işlevsel ikizidir- ortaya çıkışıyla algılanır. Çok az miktarda var olana eser miktar deriz. Bu, maddenin iz bırakacak en az ölçütüdür, trace de aynı şekilde. Türkçede eser öğe, İngilizcedetrace elements. İz sürmek de aynıdır. İz bırakmak da! Öyleyse buradalıkla biz bir bakıma izlerin de peşindeyiz! İz ne kadar az yada ne kadar silik olursa olsun varlık coğrafyasının dışında değildir. Eser ve trace birçok ortak anlamsal ve çağrışımsal alana sahiptir ve tözel buradalık ve öznel buradalık sahalarını da kapsarlar. Daha doğrusu buradalık aynı zamanda eser ve trace’in bir topografik ve non-topografik ifadesini de içerir. Bu noktada -non-topografik (ki yersiz-yurtsuzluğu da içerir) Dasein’a işaret eder. Buradalık kanımca Dasein‘in bizim dilimizdeki karşılığıdır. Demek buradalık yani hem nesnel hem de öznel olarak “ben”in var olduğu coğrafyada hazır olarak var olmaktır. Bunu zihinsel olarak tözel ideler topografyasında da algılamak olasıdır. O zaman öne çıkarmak istediğim bana ilginç gelen ikinci alana bakabiliriz; silinmek ve iz konusuna. Önce silinmek konusunu irdeleyelim. Bir silinmek var ki (var ki diyorum!) objelerin dünyasında cereyan eder: vazonun salondan alınıp dışarıya çıkarılması ile “silinmesi, vazonun düşüp kırılarak silinmesi. Birinin ölümü ve yaşamdan silinmesi. Sevgilinin gitmesi, ayrılması ve silinmesi. Bir demet yaseminin buradan gelip geçmesi ve silinmesi. Bu olayların kağıt üzerinde yazılması ve silinmesi! Bu silinmelerin hepsinin ardında bir iz var. Bu iz tanıktır. Bu tanıklık ne artırır ne eksiltir. Ama bir silinme var ki sürekli artırır bu silinme sanatta, edebiyatta ve kaçınılmaz olarak da dilde cereyan eder. Gerçi bir bakıma bütün olaylar dilin içinde cereyan etmektedir ama üzerinde durmak istediğim, sadece dilin içinde olası olan silinmedir. Silinmekle artan ile, yukarıda sözünü ettiğim eksilerek kemale ve mükemmele varmak omuz omuza yürür. Artıran silinmek hangi tür silinmedir? Hangi yok oluş, hangi eksiklik mükemmele yaklaştırır? Biz bugün bu anma töreninde neyi konuşuyoruz? Bir silinmeyi konuşuyoruz. O silinme ki bizde durmadan bir buradalık olarak artmakta ve bizi artırmakta ve kendisi de bizim sayımızca, yazılar sayısınca ve konuşulanlar sayısınca artmaktadır. Konuşulanlar onun tam olarak ne olduğunun hakkını vermek içindir. Ama hep eksik getirmekte bu konuşmalar. Bu eksiklik onun mükemmeline yanaşma ve yaklaşma dinamiğini oluşturur. Siz silinmiş olanı bir kez daha edebi dilin içine çekebilirsiniz ve onu yeniden silebilirsiniz. Sildiğinizi yeniden çağırabilirsiniz. Bu silinme, yaratan kimsenin yarattığı sürece, süreğen ve kesintisiz olarak dilin içinde dirilmelerdir ve onun varoluşluğu ancak dilin içinde mümkün olur. Edebiyat ve kültürel yaratım içinde cereyan eden silmeler bir eksiklik yaratır ve bu eksiklik sürekli yaratmanın ve ilerlemenin kaynağı olur. Sürekli mükemmele varmak isteği ve sürekli mükemmele göre eksik getirme, az getirme ilerlemenin bir dinamiği olmuştur.

Bir eksiklik kalan fotoğraflarda
Ama gene olurum
Aranızda” (B.N.)

3- Dilde ve sadece dilde cereyan edebilen üçüncü tür bir silinmenin hikâyesini size aktarmakla yetineceğim: Mansur Hallaç Bağdat’ta idam edilmeden önce zindana atılır. Aynı akşam onu görmeye gelenler onu zindanda görmezler. Ertesi günü gelirler ne Hallaç’ı bulurlar ne de zindanı. Üçüncü gece gelirler ki hem zindan yerli yerinde ve Hallaç zindanın içindedir. Sorarlar bu ne haldir diye. Hallaç şöyle yanıtlar: İlk gece ben Hazret’e gitmiştim ondan yoktum. İkinci gece Hazret bana gelmişti. Ondan ne beni bulabildiniz ne zindanı!

4- Türkçede bir deyim var. “Varla yok arası”. Bu nedir? Bu gerçek nesnel ve somut hayatta var olması mümkün olmayan bir durumdur. Zira bir şey, bir canlı ya vardır ya da yok, diyebiliriz. Hiçbir şey varla yok arasında değil. Ama Türkçe bizim bu görüşümüze kalın bir yanlış ve iptal çizgisi çeker. Demek bir üçüncü zon, alan, coğrafya var ki “var” ile “yok” arasındadır. Berzah sadece idealar içinde vardır. Türkçe bize bu deyimle muazzam bir kapı aralamıştır. Edebiyat işte bu varla yok arasındaki müthiş alanda cereyan eder ve orada yaşayabilir. O zaman biz de bu konuşmayı bu berzaha atalım. Varla yok arasında dursun. Behçet Necatigil’in yanında!

5-

Ben gidince bir renk uçar
Albümlerinizden
Kendince bir ses erir havada

Bir eksiklik kalan fotoğraflarda
Ama gene olurum
Aranızda

Sizinle kendimi sayarak
Ben de varım hâlâ boşlukta
Bir dayanak aramalarınızda

Behçet Necatigil edebi yaratıcılığıyla bizi kandırmıştır. O bu yaşamdan silinmekle bizi kandırmıştır. Yıllardır onun yazdıkları, yarattıkları üzerine konuşulur. Ama sürekli onu anlatarak eksik getirilir. Onu tam da silindiği noktada yeniden canlandırmaya, edebiyyet dilindeki yerine, kendi topografyasındaki yerine koyma çabası sergilenir. Salondan çıkan vazoyu masanın üzerine getiremediğimizi itiraf eder vazonun duruşunu ve o duruşundaki iletileri, içindekileri, biçimini, rengini ve taşıdığı çiçeklerin kokusunu anlatıp dururuz. Neden? Behçet Necatigil bizi, hepimizi kandırmıştır? Edebiyat ve Türkçe var olduğu sürece onu konuşacağız ve o bizimle olacak. Bıraktığı o silinmez esereler ve izlerle!

(Panel konuşması, 17 Nisan 2010, Kastamonu)

Behçet Necatigil Hepimizi Kandırmıştır!” için bir yorum

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s