Aşkı Evin Zulasında Saklamalı: Ahmed Şamlu

Yazan: Haşim Hüsrevşahi

Böyle alçakça yaşanmalıysa 
arsızım eğer ömrümü bir fener gibi rüsvalıkla asmasam
çıkmaz sokağın kurumuş yüksek çamına!

Uluslar, yaşam mücadelesinde ayakta durabilmek, yarınlara varabilmek için kendi liderlerini, kahramanlarını hatta kurbanlarını yaratır. Bin yıllara yayılan İran tarihi zorlu dönemeçlerden, tehlikeli uçurumlardan, fırtınalardan geçerek günümüze gelebilmiştir. Bu zorun başarılmasının bir tek güvencesi vardı: İran’daki ulusların el ele tüm zorluklara göğüs gerip mücadelesi! Son yüzyıl süresince, yani 1905 İran Meşrutiyet devriminden 1979 Şubat Devrimine kadar ve sonrasında geçen sürede hiçbir yıl olmamıştır ki İran halkları özgürlük, bağımsızlık ve insan onuru için mücadele etmemiş olsun ve bu yolda kurban vermemiş olsun.  Mücadele her alanda devam edegelmiştir.

İran edebiyatının zengin geçmişi ve yüksek zirveleri anımsanırsa, bu sıra dağlara yeni zirveler eklemenin ötesinde, bir zirve olmanın zorluğu, biricikliği hemen anlaşılır. Ahmed Şamlu bu zirvelerden biridir.

Ahmed Şamlu sadece büyük devrimci bir şair, yenilikçi, yetkin bir yazar, halkçı bir gazeteci, seçkin bir çevirmen, bilinçli bir örgütleyici, inatçı bir araştırmacı değil; o aynı zamanda diğer insanların insan olmalarından onur duymalarına sebep gerçek bir insandı. Coşkun, bilinçli ve sevdalı akan bir nehirdi. Halkın yüreğinden kaynak alan ve onun kalbine geri akan bir nehirdi. Bu nedenle Ahmed Şamlu hakkında yazmak değil, yaratıcı yaşamının kısaltılmış listesini bile yapmak bu makalenin hacmini aşar, taşar. Bu zorluğu ve olanaksızlığı bildiğimizden, onun şiirlerine kısa bir bakış atmakla yetineceğim; ancak önce diğer alanlarda yaptıklarından bir özet vermeden geçemeyeceğim.

Yazınsal Gazeteci Şamlu

Şamlu İran’ın yazınsal gazetecilik tarihinde adını onurla kazıyabilmiş ender edebiyatçılardandır. Rıza Şah zindanlarında dudakları dikilen şair-gazeteci Ferruhi Yezdi’nin geleneğini sürdüren Şamlu aynı zamanda edebiyat dergilerinde editörlüğün nasıl olabileceğini çileler çekerek İran edebiyat çevresine göstermiştir. Ahmed Şamlu, ilk kez 1948 yılında Sohene No (Yeni Söz) adlı aylık dergiyi çıkardı. Bu derginin ancak beş sayısı yayımlanabildi. Ardından 1951 yılında Handeniha (Okunacaklar) dergisinin “solcu” editörü olarak işe başladı. Editör olarak çalıştığı dergilerden diğerleri şöyledir: Rozane (1950), Ateşbar (haftalık, 1953), Bamşad (1956), Aşina (1957), İttilaat Aylık (1958, 1960), Firdevsi (haftalık, 1960), Ketabe Hefte (Haftanın Kitabı) (1961, 1962), Baru (haftalık, 1966), Huşe (Başak, haftalık, 1967-1969), Ketabe Com’é (Cuma Kitabı) (haftalık, 1980, 36 sayı). Ancak onun en uzun ve verimli editörlük dönemi 1967 yılında Huşe (Başak) dergisinde olmuştur. Bu dönem İran’da birçoğuna, Rıza Beraheni’nin deyişiyle “şimdi kendilerini ilk baştan beri büyük yazar” sananlara –ki bunlara anadilleri Farsça olan önemli olacak olan yazarlar da dahildir- Farsçayı, doğru yazmayı ve edisyonu öğretti.

Bazı editörler masalarının altındaki çöp tenekesinin tarihsel işlevini bilmezler!” diyen Şamlu, başkasının yazısı da olsa, edebi ürünün yayımlanmasından sonra topluma ait olduğu bilinciyle hareket ederek tüm makaleleri, hele de çeviri yazılarını, titizlikle gözden geçirir ve usandırıcı bir süreç sonrasında basıma gönderirdi. Cep dergi formatında yayımlanan Haftanın Kitabı, çıktığı andan itibaren bütün edebiyat çevrelerinin, edebiyatseverlerin dikkatini çekti ve devrimci, çağdaş ve modern edebiyatın İran’a girişinde büyük rol oynadı. Birçok genç edebiyatçıya yön verdi. Yirmi dört sayıdan sonra yayını duran bu dergi, Şamlu’nun ikinci eşi Haeri Tusi’den boşanıp ardından 3 Nisan 1964’de Aida ile tanışması sonrasında yeniden yayımlanmaya başlar. Şamlu, bir yıl sonrasında yenilgiye uğratılan görkemli Şubat Devrimi’nden sonra aynı formatta bu kez Cuma Kitabı dergisini çıkarmaya çalıştıysa da kısa süre sonra kapatıldı. Huşe (Başak) dergisi Şamlu’nun en uzun süreyle baş editörlüğünü yaptığı dergidir. Şamlu’nun davetiyle 1978 yılında bir hafta boyunca süren Huşe Şiir Geceleri: Şairler Festivali, İran-Alman Kültür Derneği’nde (Goethe’de) hayata geçti. Bu benzersiz etkinlikte, yoğun halk kitlesinin katımlıyla unutulmaz ve tarihi bir anıya dönüşen şiir dolu gecelerde, genç yaşlı, hemen hemen bütün şairler kendi şiirlerini seslendirme fırsatı buldular. Okunan şiirler Huşe Şiir Geceleri adı altında yayımlandı.

Çevirmen Şamlu

Onlarca kısa öykü, senaryo, oyun ve çocuk masalı yazan, TV programları yöneten Ahmed Şamlu’nun çeviri alanında da etkin varlığı kendini her zaman hissettirmiştir. Bu çevirilerin özet listesini vermekle yetineceğim.

Çamurda Altın (Sigmud Moritz, 1953), Kalbi Taştan Adam (Morio Kai, 1953) adlı eserler ve kendisinin birkaç öyküsü 1953 yılındaŞah’ın gizli polisi SAVAK’ın şairin evine yaptığı baskın sonucunda yok edilir. Şamlu bu baskında kaçmayı başarsa da iki yıl sonra İttilaat gazetesinin basımevinde yakalanarak 14 ay süreyle hapsedilir. Pas (H. Le Perié ve Leon Morin, 1954), Papaz (Beatrix Beck, 1954), Yalınayaklar (Zaharia Stancu, 1957), On Üçüncü Ağaç (André Gide, 1962), Siziyev ve Ölüm (Robert Merle, 1963), 81490 (Albert Chambon, 1965), Georgia’lı Çocuk (Babamın Masalları, Erksine Caldwell, 1966), Kanlı Düğün (F. Garcia Lorca, 1968) Süleyman’ın Şarkılar Şarkısı (1968),  Çin’den kısa öyküler ve masallar (1972), Ölüm Benim Mesleğim (Robert Merle, 1973), Beleşçiler (G. Çiki, 1973), Sonusz Sokak Gibi (dünya şairlerinden seçmeler, 1973), Geçmiş Devrandan Bir Asker (E.A.Poe, F. Kafka, S. Lagerlof. toplu öykü, 1974), Küçük Prens (Antoin de Saint Exupéry, 1979), Bırak Konuşalım (Türkiye’de Konuşmak İstiyorum, Domitila Barrios de Chungara, 1980), Haikular (1981), Doktor Schweitzer Gecedir Artık (Gilbert Cesbron, 1982), Siyahi (toplu şiir, Langston Hughes, 1983), Seçme Şiirlerin tercüme ve seslendirilmesi (M. Beagle, 1983) Durgun Tuna (Mikhail Sholochov, 1987-1995), Seçme Şiirler (Langston Hughes ve Octavia Paz, 1991), Aorora (kendi şiirleri, Fransıcaya, 1994), Süleyman’ın Şarkılar Şarkısı (yeniden çeviri, 1993) Kılkamış Destanı (yeniden tercüme 1993-1998), birçok çocuk masalı ve oyun.

Araştırmacı Şamlu

Yüzlerce araştırma ve derleme yazısı olan Şamlu’nun ilk eseri Unutulmuş Şarkı Sözleri (derleme, 1947) olmuş; ancak Sokak Kitabı’nın yazmaya koyulması onun edebiyatta nerede ve nasıl durduğunun kuşaktan kuşağa aktarılacak parlak bir örnektir. Halk dilindeki sözcüklerin (deyimlerin) değişik ağızlarda ve yörelerde ne anlama geldiğini saptamaya başlaması 1950’lerdeki çalışmalarına dayanır. Bu denli büyük bir çalışma uygar ülkelerde bir enstitü ya da akademisyenler grubu tarafından yürütülür; ancak diktatörlüğün ve sömürünün hüküm sürdüğü İran’da halkın yanında yer alan yazarlar sadece roman, şiir, edebi çeviri ile uğraşmakla kalmaz, aynı zamanda siyasi mücadele verdiği gibi bu denli önemli araştırmalara da tek başına girmek zorunda kalırlar. Sosyalist bir aydın olan Şamlu’nun Sokak Kitabı için tuttuğu ilk fişleri 1953 SAVAK baskınında el konup yok edilir. Ama o “pusula” tutmaya devam eder. Ancak bu kez de bütün notlar ayrıldığı ikinci eşi Haeri Tusi’nin yanında kalarak kayıplara karışır. Üçüncü kez 1965 yılında eşi Aida ile işe koyulur ve ölünceye kadar bu dev projeden uzaklaşmaz. 1971 yılında İran Dil Kurumu’na bu eserin araştırmalarını yürütmek için davet edilir. 1976 yılında Kolombia Üniversitesi yardım teklif eder. Ancak o kendi bildiği yoldan yürümeye devam ederek ilk cildini 1978 yılında yayımlar. Şu ana kadar 18 cildi yayımlanmış olan bu eserin yayımına ve yazımına eşi Aida devam etmektedir. 1992 yılında bu kitaba ait masallar İsveç diline çevirtilerek yayımlanmıştır.

Şair Şamlu

Ahmed Şamlu, “Şiir ninni değil borazan olmalı!” der. Bu kısacık cümle onun şiire olan temel bakışını özetlemektedir. Bu bakış nereden kaynaklanıyor? Bunu anlamak için genç Ahmed ile birlikte subay olan babasının peşine takılarak onun görevi gereği dolaştığı İran’ın dört bir yanını dolaşıp görmeliyiz. İran’da var olan değişik kültürlerle karşı karşıya kalmalı, iç içe girmeliyiz. Yoksulluğun, açlığın, sefaletin, cehaletin rengini görmeli, tadını tatmalıyız. Diktatörlüğün, zorbalığın, egemen aymazlığın ve baskının sıradan halkın ve emekçilerin yaşamları üzerindeki yıkıcı, yok edici etkilerini görmenin ötesinde, hissetmeliyiz. Totaliter rejimin egemen olduğu toplumdaki bodur düşünceler, bodur arzular, budanmış hasretleri tanımalıyız. Çocuk Ahmed, doğru dürüst gidemediği resmi okullarda alamadığı resmi eğitimin yerine bu denli canlı ve kalıcı bir eğitim almakta olduğunu belki bilmiyordu.

Ahmed Şamlu 12 Aralık 1926 yılında, Tahran’da Safi Ali Şah Caddesi, 134 nolu evde doğdu. Annesi Kevkeb Iraki, babası Hayder Şamlu’dur. Okul öncesi yıllarında Reşt, Someyrem, İsfahan, Abade ve Şiraz kentlerini dolaşmıştı bile. İlkokula yoksul Haş, Zahidan ve Meşhed’de gitti. O yıllarda folklorik kültüre ait notlarını tutmaya başladı. Orta öğrenimini Bircend, Meşhed ve Tahran’da devam etti. Ortaokula başladığında Almancaya duyduğu ilgiden dolayı Endüstri Meslek Lisesi’ni seçti. Lise son sınıfına geçerken Gorgan ve Türkmen Sahra’yı da dolaştı ve Gorgan’da lise son sınıftayken siyasi faaliyetlerle tanıştı. Nazi Almanya yanlısı olarak 1942 yılında Tahran’da tutuklanarak Reşt’teki Sovyet Birliği Hapishanesine atıldı. İki yıl sonra serbest bırakılınca ailesi ile birlikte Azerbaycan’ın Uurmya kentine geçti. Pişeveri liderliğindeki Azerbaycan Demokrat Fırkası’nın Azerbaycan’da özerk Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’ni ilan etmesiyle, halk devrim gerillaları evlerini basarak Şah’ın jandarma subayı olan babasıyla birlikte onu da tutuklar ve idam mangası önüne getirirler. İdam edilmekten kurtularak Tahran’a geldiklerinde Ahmed Şamlu 22 yaşındayken resmi eğitimine son verir ve hemen ardından ilk evliliğini yapar. O yıllarda İran’ın komünist partisi olan Tude Partisi ile tanışır. Kendi yanında Fransızca ve Rusça öğrenmeye başlar ve bu her iki dile hakim olur.

1951 yılında Handeniha dergisinde “solcu” editör olarak çalışıyorken 23’ün Şiiri ve Kat’name (Manifesto) adlı toplu şiiri yayımlandıktan hemen sonra Macaristan elçiliği onu kültür danışmanı olarak işe alır. Manifesto onun dünya görüşü ve şiirindeki temel yön ve yörüngesini gösteriyorsa da temel değişikliğin oluşması için 1958 yılında yayımlanan Taze Hava adlı toplu şiirlerini beklememiz gerekecek.

"Nazlı! bahar güldü erguvan açtı
                             evde, pencere altında yaşlı yasemin çiçeklendi.
                             tahminleri bırak!
                             uğursuz ölümle boğuşma!
                             olmak olmamaktan daha iyidir, 
                             hele ki baharsa..."
 Nazlı konuşmadı
                             dimdik
öfke dişlerini sıktı ve gitti.
"Nazlı! konuş!
                             susku kuşu, korkunç bir ölüme
                             yuvada kuluçkaya yatmıştır!"
 Nazlı konuşmadı
                             güneş gibi
karanlıktan doğdu
ve kana gömüldü de gitti....
Nazlı konuşmadı
Nazlı yıldızdı
bir an bu karanlıkta parladı
                                          gitti...
 Nazlı konuşmadı
Nazlı menekşe idi
çiçek açtı ve
müjde verdi "kış kırıldı!" diye 
gitti.
(Nazlı'nın ölümü[1], Taze Hava)

CİA’nin kanlı askeri darbesinin gerçekleştirdiği 1953 yılında onun Demirler ve Duygu adlı toplu şiir kitabı basımevindeyken toplatılıp yakılır. Bu kitabın ilk baskısına ait tek örneğin Sirus Tahbaz’da olduğu biliniyor. Ertesi yıl yeniden tutuklanarak hapsedilir. Yirmi aylık hapishane döneminde ileride çalışmalarına başlayacağı Sokak Kitabı’na ait fişleri tutmaya başlar. Serbest kalınca sokak diliyle anlatımı kullandığı Anabalığın Ölümü (Merge Şamahi) adlı ilk uzun şiirini yayımlar. Ayna Behçesi (1960) yayımlandıktan sonra Firdevsi Dergisi’nin baş editörü olur. Şamlu ikinci eşi Tusi Haeri’den 1961 yılında ayrılır ve Sokak Kitabı’na ait notlar da dahil her şeyi terk eder. 3 Nisan 1962 Ahmed Şamlu’nun duygusal yaşamında dönüm noktasını oluşturur. Bu tarihte üçüncü eşi olacak Aida ile tanışır. Haftanın Kitabı yeniden yayımlanır. Aida’nın yardımıyla Sokak Kitabı fişleri yeniden yazılıp düzene sokulur. Nisan 1964’te Aida ile evlenerek Hazer kıyısında Dehşirgan’da ikamet etmeye başlar. Aida Aynada ve Anlar ve Hep 1965 yılında ise Aida: Ağaç, Hançer ve Hatıra ve ardından Semender Yağmurda adlı toplu şiirleri yayımlanır. Şamlu aynı yıl İran Yazarlar Birliği üyesi olur. 1969 yılında Huşe dergisi Şah’ın gizli polisi SAVAK tarafından kapatılır. Dünyanın birçok kentinde şiir gecelerine, konferanslara katılan Ahmed Şamlu, Nazım Hikmet’in şiiriyle tanışıyorsa da 1976 yılında Prinston Üniversitesi ve Pen Club’ın ortak davetlisi olarak bir konferans için Amerika’da bulunduğunda Avrupa, Asya ve Afrika’dan Adonis, Elbayati ve Yaşar Kemal ile tanışma fırsatı olur. 1988 yılında Almanya’daki İkinci Uluslararası Edebiyat Kongresinde Aziz Nesin’le tanışır. Şamlu bu kongrede “Ben Ortak Acıyım, Bağır Beni!” başlıklı konuşmasını yapar.

İran’ın yeni şiirinin babası Nima Yuşic’ten sonra Şamlu, Ak Şiir akımını başlatmıştır. Vezinden uzaklaşarak içsel uyaklar ve müziğe dayalı Şamlu şiiri Farsça şiirine yeni bir bakış getirirken, birçok şairin şiirini derinden etkilemiştir. Onun diğer toplu şiirleri şöyledir: Siste Çiçek Açma (1970), İbrahim Ateşte (1973), Kapılar ve Çin Duvarı (1973), Havadan ve Aynadan (1974), Tabakta Balta (1977), Caizesiz Methiyeler (1992, İsveç’te, 1999 İran), Eşikte (1997), Mahan’ın Dur Duraksızlık Öyküsü (2000)

Şamlu bir yandan Eluard, Rilke, Aragon, Neruda ve Mayokovski gibi ustaları çevirirken onların şiirinden etkilenmiş ve İran’da yeni bir akımın öncülüğünü yapmışsa da kendi deyişiyle, onun şiirinin yönünü tamamıyla değiştiren ve yeni yörüngeye oturtan Nazım Hikmet olmuştur. Sosyalist bir şair olarak Şamlu, halkının dertlerini şiirlerinde dile getirmenin en dürüst yolunun gerçekliğin şiirde dolaysız anlatımından ve şiir dışındaki gerekçeliğe gönderilerden geçtiğine inanmıştır.

- ne yaparsın arzusuz ey dost?
- hüzünle söyleşirim içimdeki ölüyle
 hava durgundur
yıllar olmuştur cıvıltılı kuşlar göç edeli.
bu birikintinin acı suyu
benim bahanesiz gözyaşımdan değil midir?
 -  neye ağlarsın?
-  bilmiyorum.  tüm kışlar bendedir.
 ne denli yabancılar gibi koysa da omuzlarına başını
yine tanıdıktır hüzün

(Ne yaparsın arzusuz ey dost, Mahan’ın Dur Duraksızlık Öyküsü, 1993)

Onun şiire yaklaşımını şiirden uzaklaşma sanarak saldıranları o, “Eski Mezarların Bekçilerine” adlı şiirinde şöyle yanıtlar:

 ne Feridun'um ben
              ne Vladmir
                             noktalar gibi kurşun koyan
tarihinin kesiti olan 
tümcenin sonuna-
ne dönerim ben
ne ölürüm.
çünkü ben (ki Elif Bamdad'ım
ve kendimin yabancısını pek uzak olmayan bir zamanda toprağa düşürmüşüm
ulu bir kestane misali bir çölün dört yolunda,
ve kendimin yabancısını pek uzak olmayan bir zamanda toprağa düşürmüşüm
Vladmir'in toprağa düşürdüğü kendisi gibi)-
sizin gibi tantanalı mecmualar pezevenklerinin kumar masasında
şiirimin asını vururum.
zira siz ey Nima'nın aptal alaycıları
ve siz ey
Vladmir gibilerin katili
bu kez gem vurulmaz bir şairin savaşına gelmişsiniz
oysa, toz toprak çökmüş divanların yolunda
oynayıp zıplamada
ve o ki unutulmuş ölüm
bir kez
şeker gibi erimiştir kalbinde…
- size soruyorum ey hercai şiirlerin saygın yaltakları!-
şayet o, tüm tarih maddeleri yerine çenenize bir tekme atsa
ne yapabilirsiniz ki ona?”

Şamlu, Abai’nin ölümüne yazdığı uzun ağıta düştüğü dipnotta şöyle der: “Abâi Türkmen bir lise öğretmenidir.  1940’ların ortalarında kurşunlanarak katledilmiştir.  Devrimcilerin bir oyunu sahnelemeyi düşündükleri gece, vali yasak emri çıkarmıştı. Kışla da olaya karışmış ve iş çığırından çıkmıştır. Çatışma büyümüş ve Abâi işte bu çatışmada katledilmiştir…

“sisli yaylalarda
gidiş geliş kızları!
ar
   çiğ
      ağırbaşlılık
                    sürü  kızları!-
Abâi'nin yarasından
hanginizin göğsüne kan damlamıştır?
memeleriniz, hanginiz 
ergenlik ilkbaharında gül açmıştır?
dudaklarınız, hanginiz
dudaklarınız hanginiz
              -söyleyin-
hevesinde gizlice bir öpüşün ıtırını saçmıştır?”

(Taze Hava, Türkmen Çölü, Yukarı Oba)

Şamlu şiiri bir rivayet şiiridir. Tarihine tanıklık şiiridir. Onun şiiri, ezilmiş, susturulmuş halkın uslanmaz haykırışıdır. İster Şah zamanında, isterse görkemli Şubat 1979 Devrimi’nin yenilgisinden sonraki dönemde o her zaman özgürlüğün, emeğin ve insan onurunun şiirini söylemiş ve estetik kaygılar onu kendine biçtiği, belki de halkının ona biçtiği bu görevden alıkoymamıştır. İlkin 1992 yılında İsveç’te yayımlanan Caizesiz Methiyeler’de yer alan Oyunun Sonu şiiri, onun İran’daki egemenliğe nasıl baktığını ortaya koyar:

“Sevdalılar hayal kırıklığıyla geçtiler
kendi zamansız şarkılarından utanarak
ve sokaklar mırıltısız kaldı ve ayak sesi olmadan.
askerler yenik geçtiler
yorgun, 
teşrih kısrakları üzerinde
ve alaşağı edeb gururun renksiz pelteleri
süngülerinde.
 
İlençli yolun her tozu sana kargış yağdırırken
sana ne yararı
kainata böbürlenmenin?
sana ne yararı
bahçenin ve ağacın, 
sen ki yaseminlerle
orak diliyle konuştun?
 Ayak attığın yerde 
          otlar
 yeşermekten durur
çünkü sen
toprağın ve suyun takvasına 
asla
     inanmadın.
 Eyvah! 
kaderimiz bizim
senin askerlerinin inançsız marşıydı
fahişeler kalesinin fethinden
dönüyorlardı.
 Kal bakalım cehennem senden ne yapar
karalara bürünmüş analar 
-güneşin ve rüzgarın bu en güzel evlatlarının ağıt yakanlar-
çünkü daha baş kaldırmadılar
seccadelerinden.”

(16 Ocak 1978, Londra)

Sansüre ve baskıya karşı İran Yazarlar Birliği’nde mücadelesine devam ederken beş kişilik danışma grubunda yer alarak ünlü 134’lüler bildirisine imza atar. İran edebiyat tarihine ve İran Yazarlar Birliği’nin tarihine altın harflerle yazılan ve “Biz Yazarız!” diye başlayan bu bildiri her türlü baskıyı, sansürü, zorbalığı ve gericiliği en sert dille kınamıştır. Arthur Miller aracılığıyla Prag’da dünya yazarlarına okunduğunda kimse bu bildirinin İran’daki egemen güçler arasında ne denli öfke ve kin yarattığını bilmiyordu belki de… Ardından bu bildiriye imza atanlardan birçoğu sorguya çekildi. Bir iki kişi imzasını geri çekti. Muahmmed Muhtari ve M. Puyende kaçırılarak katledildi, Mansur Kuşan ve Rıza Beraheni yurt dışına çıkmak zorunda kaldı. Ve Şamlu ise Yazarlar Birliğinin “Halk özgür değilken yazar özgür olamaz,” ilkesini şiirlerinde dile getirmeye devam etti:

ağzını kokluyorlar
seni seviyorum demiş olmayasın sakın 
yüreğini kokluyorlar
                             garip bir devrandır sevgili
ve aşkı
devrik yol direkleri yanında
kırbaçlıyorlar
                             aşkı evin zulasında saklamalı
 soğukların bu eğri büğrü çıkmazında
ateşi
şarkıyı ve şiiri yakarak
                             canlı tutmaktalar.
düşünmeye yeltenme
                             garip bir devrandır sevgili
geceleri kapıyı çalan
ışıkları öldürmeye gelmiştir
                             aydınlığı evin zulasında saklamalı
 işte kasaplardır
geçitlere yerleşen
kanlı çomak ve satırlarla
                             garip bir devrandır sevgili
ve gülüşleri dudaklara dikiyorlar
ve şarkıyı ağızlara
                             şevki evin zulasında saklamalı
 kanarya közlemesi
papatya ve yasemen alevlerinde
                             garip bir devrandır sevgili
yengili iblis sarhoş
bizim ağıtımızın şenliğine oturmuş sofraya
                             Tanrıyı evin zulasında saklamalı

(Bu Çıkmazda, 1997)

benim omuzlarımda bir güvercin var senin ağzından su içer
benim omuzlarımda bir güvercin var boğazımı tazeler
benim omuzlarımda bir güvercin var ağırbaşlı ve iyi
benimle aydınlıktan söz eder
ve insandan-tüm Tanrıların Tanrıçası olan-
ben insanla yıldız dolu sonsuzlukta yürüyorum

(artık yalnız değilim, Taze  Hava)

Şamlu şiirinin diğer bir yanı daha var. Şamlu’nun Aida ile tanışması, şairin duygu dünyasında yeni ve sürekli bir coşkuya yol açmıştır. Bu aşk, onun Farsça sevda şiirlerine en güzel birkaç şiiri armağan etmesine neden olmuştur:

dudakların şiir inceliğinde
en şehvetli öpücükleri utangaçlılıkla öyle dönüştürür ki
mağaralardaki canlılar ondan yararlanarak
insan olurlar
ve yanakların iki eğimli oyukla 
senin gururunu  yönlendirir ve benim yazgımı.
ben ki 
tan yerinin beklentisinde
silahlanmaksızın 
geceye katlanmışım
ve alnı açık bir kız oğlan kızlığı
alışverişin fahişeler evinden
sevecenliğe getirmişim. 
 
hiç kimse kendi ölümüne böyle korkunç kalkmadı
benim  yaşama oturduğum gibi 
 
ve gözlerin ateşin sırrıdır
ve aşkın 
insanlığın yengisi
kadere karşı koşarken.

dağlar ilk taşlarla başlar 
ve insan ilk acılarla
bende acımasız bir mahpus vardı
zincirlerinin şarkılarına alışmayan
ben senin ilk bakışınla başlatıldım

 ellerin barıştır
ve yardıma koşan arkadaşlar,
düşmanlık
unutulsun diye
alnın boylu bir aynadır
ışıldayan ve yüksek
yedili kız kardeşlerin baktıkları
kendi güzelliklerine varmak için,
çırpınan iki kuş göğsünde şakır,
yazın hangi yoldan gelecek
susamışlık
suları kandıran yapsın?
görünesin diye aynada 
uzun bir yaşam boyu bakmışım ona

….

(Aida Aynada)

Şamlu, bir dağdı; kovuklarına ne de çok sığınanlar oldu. Zirvelerine yılların karı yağıyordu ve o hastalıklarına aldırmadan çalışıyor, çabalıyor ve yaratıyordu. O, İran edebiyatında bir dağdı. Sevinçli, umutlu aydınlığın doğduğu zirveydi. O, usanmadan, bıkmadan dünyanın dört bir yanından davetlere katılarak verdiği konferanslarla, şiir gecelerinde okuduğu şiirlerle İran halkının sesini, İran edebiyatının sesini bütün dünyaya duyurmayı sürdürüyordu. 1995 yılında,  Durgun Tuan’nın çevirisini sona getirdiğinde Kanada’daki İranlı Yazarlar Birliğinin onun adına ve onuruna düzenlediği toplantıya bir mesaj göndermişti. Mesajını ayakta alkışladık hepimiz. Yolun sonuna geldiğini bildiriyordu adeta; ama hâlâ uslanamaz, hâlâ dik başlı ve hâlâ cesur! Kendi sesiyle “eşikte” adlı şiirini dinledik.

dik durmalı ve inmeli
tokmaksız kapının eşiğine
zamanında gelmişsen kapıcı bekler seni 
eğer zamansızsan
yanıt almaz kapı çalışın.
 
kapı kısadır
alçakgönüllü olmalı öyleyse.
….
ne ruhlar, ne hayaletler, ne avuçlarında kâfurlarıyla kutsanmışlar
ne yumruklarında ateşli öküz kafalı ifritler
ne püsküllü çıngıraklı huni şapkasıyla iftira edilmiş şeytan
ne çelişen mutlakların yasasız macunu.-
orada 
              bir tek sen
                             salt varlıksın,
salt varlık,
kendi yokluğunda devam edersin 
çünkü yokluğun senin
                                  mucizenin kökten varlığıdır.
kaçınmazlık eşiğinden geçişin
ziftsi damlanın damlayışıdır karanlığın dipsizinde:
"-  yazık
              keşke keşke
                             bir yargı yargı yargı
                                           olsa  olsa  olsa
                                                                   imiş!"-

elveda! (böyle der şair Bamdad[2])
oynayarak geçerim zorunluluğun eşiğinden 
şen ve şâkir.
dıştan içe geldim:
görünümden
görmeye görene.-
ne bir ot görünümünde ne kelebek ne taş görünümünde ne okyanus.-
ben "biz" görünümünde doğmuşum
                             görkemli insan görünümünde
otların ilkbaharında kelebeklerin ebemkuşağı seyrine oturayım diye
dağın gururunu kavrayayım diye ve işiteyim diye denizlerin heybetini
kendi koşullarımı tanıyayım ve dünyaya kendi gayretimce kararımca
                                                                                                     anlam vereyim diye,
böylesi işler zira
ağacın ve kuşun ve kayanın ve şelalenin
                                                          gücünü aşar.
insan doğmak, somutlanışıydı görevin:
sevmek ve sevilmek gücü
işitmek gücü
görmek ve söylemek gücü
üzülmek ve sevinmek gücü
yüreğin genişliğince gülmek gücü ve canın çırasıyla ağlamak gücü
gururla boynunu dimdik tutma gücü alçakgönüllülüğün görkemli zirvesinde       
emaneti omuzlarında taşımanın ulu gücü
ve yalnızlığa katlanmanın hüzünlü gücü
yalnızlık
yalnızlık
 çırılçıplak yalnızlık .
 
insan,
görevin çetinliğidir.
 
bağlı kollarım serbest değillerdi her manzarayı bağrıma basayım
her şarkıyı her ırmağı ve her kuşu
her dolunayı her ağacı ve her öteki insanı.
 
yaşama fırsatını eli bağlı ağzı kapalı geçtim 
eli bağlı ağzı kapalı geçtik
ve dünyayı sadece
şirret duvarının dar görüşlü deliklerinden gördük 
ve şimdi
işte tokmaksız bodur kapı karşıda 
işte bekleyen kapıcının işaretleri!-
yazmış olduğum o dar geçide
elvedaya              
              dönüp bakıyorum:
zaman kısaydı ve yolculuk usandırıcı
fakat biricikti eksiksiz.
 canıma değsin, şükürler olsun!-
(böyle der yorgun Bamdad.)

(Eşikte,1997)

Ertesi yıl bir kez daha beyninde iskemik atak gelişir. Ameliyatlar peş peşe devam eder. Aynı zamanda diabet hastası olan Şamlu’nun 1996 yılında sağ bacağı dizinden kesilir. Ancak o, tek bacağıyla tarihi yürüyüşüne aynı güç ve azimle devam eder. Sokak Kitabı’nın 1. ve 2. ciltlerini yayımlar. 1999 yılında beş cilt daha yayımlanır. O yıl İsveç’te Stig Dagerman Ödülü ona verilir. Azer Mahlucian onun adına ödülü kabul eder. O ise Kereç’teki evinde ölüme karşı direnir: Garcia Lorca’nın üç eserini çevirerek yayımlar: Bernarda Alba’nın Evi, İrma ve Kanlı Düğün (yeni çeviri). İran halkının onurlu evladı, “ben tüm ölülerdim, öten ve suskun tüm kuşların ölüsü” diyen Şamlu son günlerinde bile insan sevgisini ve insan için özgürlüğün şiirini söylemekten geri durmadı:

ben kitleyle elbirim
zincirlerini kırmaya kalkışıncaya değin
dudakları kıyısından gülünceye değin
içi eriyince
ve büyücünün sakalına tükürünceye değin.
 benim kardeşim yoktur,
asla kardeşim olmamıştır
"evet" diyen:
bir namert ki 
evet desin ve
lanetli ekmeği kabul etsin.

(Ben kitle ile elbirim, Caizesiz Methiyeler)

Sorgucular, edebiyatını ve insanın onuru Ahmed Şamlu’yu rahat bırakmazlar, baskılarını bir gün bile azaltmazlar:

böyledir ve böyleydi
ki sözlükleri de
              sorguçlara bıraktılar
anlamı olan her sözcüğe
                             pranga vursunlar
ve yaysız sözcükleri
                             şairlere bıraksınlar diye.
 ve sözcükler
              suçluya suçsuza
                             bölündüler.
özgür ve anlamsız
siyasi ve anlamsız
imgesel ve anlamsız
haksız ve anlamsız.-
ve şairler
en yaysız  sözlerden
                             öyle günah sözler yarattılar ki;
usanmış sorguçlar
                             başka tedbir düşündüler
artık
konuşmak
              cinayetin ta kendisidir.

(Caizesiz Methiyeler)

O, baştakileri muhatap alarak yazmaya devam eder. Biliyordu karadan öte renk yoktur artık!

insanın insandan korkmasına sebepsin
kokuşmuş o putu yapan 
beni karşısında zayıflıkla dize getiren sensin.
acılarla doldurmuşsun canımı
ve ben seni sevmişim
kollarımla ve şarkılarımla.
 
en korkunç düşmanımsın benim
ve ben seni övmüşüm,
acılar çekmişim ne yazık
ve seni
övmüşüm.

(sen sebepsin, Caizesiz Methiyeler)

Onun şiirlerinden seçkiler hazırlayarak yayınlayacağım zaman[3] Şamlu’yu evinden aradığımda ilkin Aida ile konuştum. Şamlu’nun hasta olması nedeniyle kendisiyle konuşabilmek için birkaç kez aramak zorunda kaldım. O, şiirinin Türkiye’de yayımlanacağını duyunca aydınlık bir sesle, “Ben Türkiye’yi severim. Nazım’ı severim,” dedi ve devamında Türk şiiri hakkındaki görüşlerini aktararak kitabın çıkışına tam desteğini verdi. Ancak kitabı ona ulaştıramadık. İran’ın büyük şairi 23 Temmuz Pazar günü akşam saat dokuz sularında hayata gözlerini yumdu ve tüm özgürlük yanlılarını, edebiyat severleri ve edebiyatçıları yasa boğdu. Onun yol yoldaşı Rıza Beraheni, Şamlu şiirinden hazırladığım kitaba 1998 yılında yazdığı ön sözde şöyle diyordu:

Göründüğü kadarı ile bizim ülkemiz, kahramanlık mertebesine ulaşmak için bin bir tehlikeyi göze alan sadece Rüstem ve İsfendiyar ülkesi değil. Aynı zamanda Deh-Hoda, Ahmed Kesrevi ve Ahmed Şamlu gibi kültürel Herkuleslerin de yurdudur: Tek başına kaç milletli bir folklorik hayalin peşine takılmak ve takdir edici ve alçak gönüllülükle ve aynı zamanda istek ve hevesle öğrenmek ve not almak. Bu bakımdan Şamlu, gerçi bugünkü anlamı ile bilgin (scientist) değildir, ancak Abu Reyhan Biruni ile karşılaştırılabilir ve şayet cinsiyetini değiştirirse masalcı Şehrzad’dır. Bu adamlar -Firdevsi, Abu Reyhan, İbniSina, Sohreverdi, Deh-Hoda, Şamlu- bir boy diğerlerinden daha yüksektirler. Bu uğraş,  büyük tarihlerin ve kendi uluslarının öykülerini ve hayali rivayetlerini yazanların ve antik dönemlerin peygamberlerinin, Yunanl’ı Hommer, Tus’lu Firdevsi, Abulfadıl Beyhaki, Mesudi Moraveculdahab, İtalyan Dante, İngiliz Jefri Chusser ve Shakespear uğraşlarındandır. Bu büyük kültürel kahramanlar, düz yazı, şiir ve tarih dili ve öykü ve masal ve tekerlemeler dilinde, kendi uluslarının gizli ve saklı kalmış dünyalarını kendi içlerinden bir parça yaptılar ve şayet onların gayretleri ve fedakârlıkları olamamış olsaydı, bugün dünya kültürünün büyük bir bölümü unutkanlık okyanusunda batıp boğulmuştu. Ve belki de birçok şey batıp gitmiştir ve bizim hiç bir zaman onlardan haberimiz olmayacak. Kimileri, yüz sağlam bacakları da olsa, tek bacaklı bu adamın ayak tozuna varamaz. Böylesi birisi, kendisi ile rekabet etme iddiası olanlara alay gülüşü bile atmama da haklıdır. Sen, dünyayı, “ipek gibi”, şahdamarı ve omuz ve boyun ve göğüsle yukarıya kaldırırken, adalar, yarım adalar ve hatta gürleyen denizler ve kasırgalar nasıl sana varabilir?

 Bizim yoksul ve masum halkımız, bu adamın yorgun gözlerinden öpmelidir ki bu kadar çoğu, tek başına toplamıştır, önce bu kapı o kapı -ve nasıl kahpeliklerle tanrım- çalmış, basımını üstlensinler diye ve sonunda bu sonuca varmıştır, yalnızdır, kendi iki eli ve eşinin okşayan iki eliyle; işinin aşkı ile, eşinin ona olan aşkı ile ve onun eşine olan aşkı ile yalnız.”

Beraheni, Şamlu’nun ölüm haberini alınca kaleme aldığı makalede ise şöyle der: “Onu ölümü bütün manzarayı alıp götürdü.”

 dünya
ne adaletli idi ne de güzel
biz adım atmadan önce sahneye.
 
adaleti düşündük elde etmeden 
ve güzellik
vücuda geldi

(Eşikte, 1997)

Bazı çiçekler var ki bahçeden çekildiklerinde, yoklukları var oldukları zamanki kadar kendini bütün bahçede gösterir. Özgürlüğün edebiyattaki gür sesi ve İran Yazarlar Birliği’nin güçlü dayanağı olarak Şamlu’nun yokluğunun ağırlığı hepimizin kalbinde ve omuzlarında kendini hissettirmektedir. Ama o, koca bir dağın, ezilen kitlenin dili olarak sonsuza kadar İran halkının yanında ve edebiyatında yansımaya devam edecektir.

rapor

boşunalığın hamalları
katlanmanın zor sınırlarını kırdılar.
                                           - tekbir, kardeşler![4]
birlikten dem vuranlar
inançsızlık gırtlaklarıyla
iman şarkıları söylediler.
                                           - tekbir, kardeşler!                                         
goncanın çocukları
cehennemin efsanesini denediler.
                                           - tekbir, kardeşler!
 
***
inanamayan gözlerimizle
felakete katlandık,
kimse kardeş diye çağırmadı bizi
ve yüreklendirmek için kimse tekbir getirmedi.
 
yalnızlığa katlanmışız ve suskuya,
ve çarparız
derinlerinde 
külün.

(Caizesiz Methiyeler, 1992)


[1] Şair, kendi sesi ile okuduğu bu şiirde Nazlı yerine Vartan’ı kullanmayı yeğlemiştir. Vartan Salaxanyan, Tudeh Partisi gizli askeri kolu üyesiydi (Ç.N.) Şair şöyle der: “Vartan Salaxanyan, 18 Ağustos 1953 darbesinden sonra yakalandı, başka bir mücadeleci, Şuşteri ile birlikte işkence altında vahşice katledildi… Ben onu hapishanede görmüştüm… Şiir, önce sansüre takılmasın diye, “Nazlı’nın Ölümü” adını aldı; ancak bu şiir tüm Vartan’ları kapsayarak özel bir mücadeleci insanın şiiri durumundan çıktı.” A. Şamlu, Şairin notları, “Tüm Eserler”, birinci cilt, s: 600-601

[2] Bamdad: A. Şamlu’nun mahlesidir: Elif Bamdad. Bamdad, Farsçada sabahın erken saatleri, tan ağardıktan sonraki aydınlığın başlangıcıdır.  Elif ise Farsça abece’nin ilk harfi A’nın okunuşudur ve Türkçe’de olduğu gibi, ayakta duran, dik, boylu, filinta anlamında da kullanılır. Elif dikine çizilen kısa bir çizgi olarak yazılır.

[3] Bana Aydınlıktan Söz Et, Adam Yayınları, 2000

[4] Tekbir, kardeşler: Devrimden bir süre sonra İslamcılar toplantılarda konuşulanları kabul ettiklerini ve desteklediklerini göstermek için tekbir getirirlerdi (ve hâlâ da öyle). Biri bağırır : “tekbir kardeşler!” ve cemaat “Allah-u ekber, Humeyni lider!” diye yanıtlar.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s