Höbek Güneşi’ne bakış!

Son okuduğum Haşim Hüsrevşahi kitabı, “Höbek Güneşi” ile ilgili bir şeyler yazmak geldi içimden haddim olmayarak, affola!

Höbek Güneşi-Şah İsmail’i okurken tarih bilgilerim güncellendi, güncelleme ile kalmayıp “Tarih tekerrürden ibarettir” düsturunun da ne denli doğru olduğu kanısını güçlendirdi. Günümüze o kadar değinildiğini görmek, doğal göndermeler şaşırttı beni. Evet, tarihi TV dizilerinden öğretme/öğrenme gibi bir gaflet içinde olan televizyon kanalları ve halkımıza bir ders gibi bu roman. Nedense okumaya başladıktan hemen sonra geçmişte izlediğim gerçekçi tiyatro oyunları üşüşüverdi zihnime. Ne güzel bir tiyatro oyunu olurdu ya da son yılların modasıyla tarihin çarpıtılmadığı bir TV dizisi.

Höbek Güneşi’ni okudukça o şiirsel dil aldı götürdü beni. Bu dil düşüncelerde öyle bir şevkle sürükledi ki, sürüklediği yetmiyor gibi aldı Şah İsmail’in yanına birlikte kılıç sallattırdı, şarabı yudumlattı, dize kurdurdu, şiir okuttu, bir destandı bu…

Şiir ve Şair üzerine söyleşi (kısaltılmış metin)

Söyleşi yapan: Muazzez Uslu[1]


Şiir yazmak eğitim, birikim ve keyif işi midir? Günlük geçim sıkıntısı yaşayan biri şiir yazabilir mi?

Şiir yazma özgürlüğü özel bir yaşam tarzını seçme özgürlüğüdür. Yaşamın içinde cereyan eden şiir, bu yaşam tarzını seçen ve yaşayan olgu olarak şiiri gören ve onu yaşayan kişi tarafından sözcüklerle ifadesini bulur. Şiir yazmak her zaman “şiiri yazmak”la aynı eylem biçimi olmayabilir. Birçok “şiir” diye yazılan dizeler aslında, yaşamın içinde cereyan edenin gereğince ifade edilememesinden ziyade tıpatıp yaşamın kendisi olması nedeniyle şiir olmaktan uzaklaşır. Şunu demek istiyorum; sanat bir yerde gerçekliğin estetik alanda ifade edilememesi ve o ölçüde de “eksik” kalmasıyla mükemmele yaklaşır ve yaklaşmaz. “Bu bir pipo değil” ifadesiyle de şiire ve şiir yazma eylemine yaklaşmak mümkündür! Gerçekliğin olduğu gibi ve şiirsel estetikten ve gereklerden uzak ifadesi, düz yazının ve daha çok da röportaj janrının alanına girer.

Tüm bunları göz önünde tutarak diyebilirim ki şiir yazanın geçim derdi, onu bu bakış açısından ve yaşamdaki keşiflerini kendine özgü biçimleri ve estetik özellikleri ile ifade etmesinden alı koymaz. Elbette ki şiir yazmak bir eğitim meselesidir: içsel dünyanın eğitimi, bakış açısının eğitimi, toplumsal duyarlılık eğitimi, uygarlık açısından eğitim, insanı ve doğayı görme ve duyumsama eğitimi. Mağarada kalmayı tercih eden biri şiir dünyasına girmese daha yeğdir. Zaten giremez de! Zira şiir bir bakıma insanın dört ayak üzerinden kalkıp iki ayak üzerinde durabilmesi, zihninin ve yüreğinin ayaklanmasıdır. Bu ayaklanma gerçek bir ayaklanmadır, bir başı kaldırmak, başkaldırmak ve isyandır. Ve şiir işte tüm bunların da eğitimidir. Ama bu eğitim ilkokul, üniversite ve kısacası mektep eğitimi de değil. Hiç kuşku yok ki şair çok okumalı: diğer şairleri, doğayı, insanı, toplumu okumalı ve hissetmeli, içselleştirmeli. Kişi keyif için şiir yazmaz ama şiirden estetik keyif alır.

saçlarında gül

Photo credit: London Borough of Hammersmith and Fulham, Mariana in the South, John William Waterhouse (1849–1917)

Güle güle 2023! Hoş geldin 2024…

Sermaye düzeninin yıkılıp insanca bir düzenin kurulduğu, her çeşit sömürünün, yoksulluğun, yobazlığın, ırkçılığın yok olup, savaşların köklerinin kuruduğu, doğanın, hayvanların ve elbette ki insanların mutlu olduğu, sağlıklı, huzurlu bir yaşam, eşitliğin ve mutluluğun şarkılarının söylendiği nice yıllar diliyorum. H.H.

Belki ben
o günden
çok daha evvel,
köprü başında sallanarak
bir sabah vakti gölgemi asfalta salacağım.
Belki ben
o günden
çok daha sonra ,
matruş çenemde ak bir sakalın izi
sağ kalacağım…
Ve ben
o günden
çok daha sonra:
sağ kalırsam eğer,
şehrin meydan kenarlarında yaslanıp
duvarlara
son kavgadan benim gibi sağ kalan
ihtiyarlara,
bayram akşamlarında keman
çalacağım…
Etrafta mükemmel bir gecenin
ışıklı kaldırımları
Ve yeni şarkılar söyleyen
yeni insanların
adımları… (Nazım Hikmet)

beni namazsız verin toprağa!

1/06/2022

Şiirsel Düzyazı konusuna kısa bir not

14 Kasım Mozaik Edebiyat Grubu’nun (MEG) “Şiir dili ve Şiirde Ses bağlamında günümüz İran kadın şairlerin şiirlerine bir bakış” başlığıyla düzenlenen edebiyat söyleşi toplantısına konuşmacı olarak katılma şansım oldu. Söyleşinin sonunda, değerli dostlardan biri şiir gibi yazılan düzyazıyı adlandırma ve onun özellikleri bağlamında ne düşündüğümü sordu.

Bu soruyu T.S. Elliot ve Wittgenstein’dan verdiğim iki örnekle kısaca yanıtlamıştım. Burada düşüncelerimi biraz daha açarak aktarmak istiyorum. Önce Eliot’tan verdiğim örneğe bakalım. Elliot der ki: “… Dize (verse) ile düzyazı (prose) ayırımı açıksa da şiir (poetry) ile düzyazı (prose) arasındaki ayırım siliktir, belirsizdir.”

Başka bir yazımda da değindiğim gibi Elliot’ın ünlü Hysteria adlı kısa şiirsel düzyazı metni onun bu görüşüne tipik bir örnek olarak ele alınabilir:

As she laughed I was aware of becoming involved in her laughter and being part of it…” ile başlayan metni Türkçeye şöyle çevirdim:

O gülünce kahkahasına bulaştığımın ve onun bir parçası olduğumun farkındaydım, ta ki dişleri bir manga talimi ustalığıyla sadece rastgele yıldızlar gibi parlayana değin. Ben kısa iç çekişlerle içe çekilmiştim, her kısacık toparlanmada soluyarak, onun gırtlağının karanlık mağaralarında kayboldum, görünmeyen adalelerin seğirmeleriyle yaralı. //…//” (ç: h.h.)

İkinci örnek Wittgenstein’ın Tractatus Logico-Philosophicus’tan: Almancasını okumak maksadımızı gösterdiğinden çevirisine gerek görmüyorum:

“1- Die Welt ist alles, was der Fall ist

2- Was der Fall ist, die Tatsache, ist das…”

Bu iki örnekte dikkat çeken birkaç özellik var. Bu özellikler, Elliot’un deyişi ile örneklerdeki düzyazılar ile şiir metinleri arasındaki sınırı “silikleştiriyor”:

1- Her iki metin metaforik ögelerden yararlanmıştır (Elliot’ın metni daha çok)

2- Her iki metin şiirde rastlayabildiğimiz “uyaklar” ve onların içsel melodisinden yararlanmıştır.

3- Her iki metin sessel yinelenmelere dayalı müzikaliteden yararlanmıştır. (Witgenstein’ın metni daha çok)

4- Her iki metinde anlam yer yer geri plana itilse de esasen ön plandadır.

Birçok kuramsal önermeye göre şiirde esasen hisler ön plana çıkarılıp anlam geri palan itilirken ve metnin içinde adeta saklanırken düzyazı da anlam ön plana çıkarılır. Düzyazı metinleri olan fakat şiirin araçlarından yararlanan yukarıdaki metinlere de “şiirsel düzyazı” denebilir. Wittgenstein kendisi bu konuda şöyle der: “Felsefe sadece şiirsel kompozisyonda yazılmalıdır!”

Şiirsel düzyazıya bir örnek daha eklemek istiyorum. Aşağıdaki metinde metaforik anlatım, uyak, sessel yinelenmeler, devrik cümle gibi şiirin araçlarından yararlanılmıştır. Ayrıca metnin ikinci paragrafı “metinlerarasılık[1]” açısından da örneklenebilir:

Şafak sökerken kardeşler iki ayrı yola koyuldular. İsmail ve İbrahim, Erdebil’e kaderlerinin kapılarını açmaya; diğeri Akkoyunlu Rüstem’le vuruşmaya. İbrahim suskun. Kuran’ı anadili Türkçeye çevirten Şah Uzun Hasan’ın gözünün nuru, kızı Halime Begüm Aga Alemşah Hatun, elinde Kuran, Erdebil’de tan yerinin kızılını omuzlarına alarak yola vuran üç oğlunun yolunu bekler. İsmail’i ve İbrahim’i çevreleyip ateş çemberinden kaçırıp çıkaran yedi halife, yedi şahindi, yedi mürit!

Diğer cengâverler Sultan Ali’nin peşinden çektiler kılıçlarını, ya Hu deyip çağırdılar. Atlarını naralar atarak mahmuz vurup dehlediler. Omuz omuza. Atlar nefes nefese… Atlılar ses sese… ‘Velleyli iza as’ase, vessobhi iza teneffese!’[2] Sultan Ali bu ayetleri mırıldanırken atların toynakları çarptıkça yolun taşlarına kıvılcımlar saçıyordu kara toprağa… Şafak sökmek üzereydi. Bu küçük fakat inanmış atlı grubu gözleri alaca karanlığın perdesini delerek ilerliyordu. ‘Yemin olsun!’ diye mırıldanıyordu Sultan Ali bu kez. ‘Yemin olsun bu atlara, sabah vakti saldıranlara, yemin olsun bu kıvılcımlara…’[3]Ve aniden bağırdı: ‘Yemin olsun bu kıvılcımlara!’

Ve bu ateş beklenmedik bir anda vurdu İbe Sultan’ın atlılarının kalbine. Yıl 1494 idi.

(Höbek Güneşi: Şah İsmail, roman, Haşim Hüsrevşahi, Totem Yayınları, 2022)

——————————————–

[1]Intertexuality.

[2]Kuran. 81. Sure, 17. ve 18. ayetler: Yemin olsun dönen geceye ve yemin olsun ışıyan sehere!

[3]Kuran’daki Adiyat suresine işaret edilmiştir. “Dörtnala giderken atların nallarından ateş yaktılar, seher vakti düşmana vurdular, tozu dumana kattılar, düşmanı çembere aldılar… Bu düşmana dalanlara yemin ederim ki…”

bırak beni!

bırak beni

ey gövdeme saplanan çılgınlık

ey sabah kahvesindeki ölüm kokusu

şimdi kendimi terk etmişken şimdi

ey gece uykusundaki tenin kokusu

ey yerde can vermiş saç telleri

ey Tahran’ın güneşli bir sabahındaki boş yatak,

dilimi gırtlağımdan sökmüşüm dilimi

ey ekmeğin acımasız kokusu

ey yağmur altındaki Veli-ye Asr Meydanı

ey eve varmanın telaşı

ey ölülerin peş peşe kucağı

kendi yüksekliğimden tepetaklak olmuşum kendi yüksekliğimden

ey parça parça yerin diplerine gönderdiğim kalbim

geri dön çarpıntının karmakarışık sınırlarına

sözcükler arasındaki süreğen sallantıma

bağrımda kana belenecek çiftimin kokusuna geri dön

çokça dil ortasında şiirimin can verişine

senin yok oluşunun sersem şarapnellerinin altında benim can verişime

dünyayı acı yapan dalgaların eteklerine geri dön

belleğime ki olayların üzerinden sıçrar

senin üzerinden sıçrar

ve karanlığın bağrına düşer

unutkanlığın ortasına bırak beni

yıkılışın kaygılı dur duraksızlığına

ve söz vermelerin ve adların ve günlerin amansız ölümüne

bozuğum

ve beni kundaklayan şehit çocuğum değil

halk değil

içimdeki avare kadındır ki bilmiyor kesilen başıyla neylesin

yere damlayan erkeğiyle neylesin

ve onu terk etmeyen yaşamla neylesin

ateşin içinde yaptığım evden bul beni

sarı şalımdan

başıboş bacaklarımdan ve tenimin kesiklerinden

ve belleğimi yıkamış berbatlığımın dalgalarından

geçen günlerimin acımasız sevdalısı ol

görkemli bir heykel

ki terk edilmiş meydanından gönül koparmaz

gölgesinden

yıkıcı ellerinden gönül koparmaz

ve ömür boyu alazlanan bir kadın onun belleğinden taşar

heykellerin uzun ömürleriyle hoş ol

ve benim yarı gülüş ve yarı ağlayışımın birbirinden kaçışıyla

kumar masasında canımı unutup bırakan kendinle

beni dünyanın uzak duvarlarına çarpan fırtınalarla

ve kaçınılmaz olarak güneye doğru akan tenimle

geçen günlerimin acımasız sevdalısı ol

bırak beni

kuşkunun kenarına

ve sonunda beni denizin derinlerine götürecek

taştan bacaklarıma güven.

Çeviri: H.H.

Aida Amidi. 14 Ocak 1982 Doğumlu. Şair, Yazar. İran Yazarlar Birliği Yönetim kurulu üyesi. 2022 toplum hareketinde yer aldığı için tutuklandı, Evin Hapishanesi’nden teminat karşılığı serbest bırakıldı. Eserleri: Süleymaniye keşifleri, Sözcüklerin Yenilmiş Ordusu, Güzelliğimi Kapı Arkasına Bırakıyorum.