Kâbusta Bir Yaşam

  1. Yarı ölü bir adam! O adam, yurdunu terk etmek zorunda bırakılmadan tam yedi sene önce, şahlık rejiminin en korkunç hapishanesinde, iki çarpı iki, karanlık, nemli, penceresiz bir hücrede yarı ölü hale getirildi. İşkenceler başlamadan on sene önce yazmıştı Beyel’in Yas Tutanları’nı[1]. Yarı ölü olarak hapishaneden dışarı atılınca eli kalem tutmadı bir süre. Öfkeli ve küskündü. Ama buna rağmen Şubat Devrimi yenilmesin diye çok çabaladı. Ancak Devrim yenildi. Giderek ölü yanı yeniden dirilmeye yüz tutan adamın peşine bu kez Devrim Muhafızları takıldı. Bütün ailesi ölümle tehdit edildi. En yakın dostu idam edildi. Evden kaçtı. Karanlık bir ahırı andıran bir çatı arasında saklandı. Tam bir yıl. Şimdi bıyığı, saçı, sakalı kesilmiş, bir terzihaneye getirilmiş, saklanıyor. Terzihane karanlıktır. Görünmesin diye ışık yakmaz. Gözleri alışmış mutlak karanlığa. Kapı derzinden sızan ışıkla yetiniyor. Yazıyor. Duruyor. Tekrar yazıyor. Odanın duvarındaki delikten iki göz onu dikizliyor. Gözlerini o iki gözden alarak karanlıkta tekrar yazıyor. Yazmazsa, yarı diri yanı da ölecek. Terzihanedeki kadınların kahkahasını duyuyor. Onlar gülmezlerdi pek. Ama gülüyorlar. Rahşende’yle dilenci annenin de kahkahası var. Dilenci Anne’nin sesini duyuyor: “Torba dik! Torba dikmek uğurludur, bitince iyi haber alırsın.”[2] Kadınların alt kattan yükselen küfürlü konuşmalarına alışık. Yere uzanıyor. Kulağını ahırı andıran odanın tabanına dayıyor. Bir kadın sesini açık açık duyuyor: “Ağlayın, şifa bulun!” Hatırlıyor. Bunu Nene Hanım, hastaların boynuna zincir bağlayıp ve zincirin bir ucunu türbenin düğmelerine tutuşturduktan sonra söylemişti. Hastalar yere uzanarak ağlamaya başlayınca, Fatıma Nene de abdest almış, gidip kapının önünde durmuş ve yüksek sesle söylemeye başlamıştı: “Ya Hazret, ya İmam! Beyel’in hastalarına şifa ver!” Yarı ölü adamın kulakları yerde, gözleri bu ahırın bir köşesinde onu dikizleyen iki gözde. Köşedeki gözler ona yaklaşıyor. Daha da.

Yorum bırakın