Zehir olan kadehine doldur beni!

Yayınevine göndermeye hazırlandığım son romanımın girişine Kul Ahmet’in bu dizelerini koydum:

Söyle güzeller şahına
yüz süreydim dergahına
zehir olam kadehine
doldur beni doldur beni

Okunması için gönderdiğim bir arkadaş bunun “Zehir olam” değil, “Zehir olan” olması gerektiğini söyledi. Ancak internette her iki şekilde de yazıldığını ekledi. Bu sabah başka bir arkadaşa mesajla, “Sence bunlardan hangisi doğru?” diye sordum. Cevap netti: “Bunun sencesi bencesi yok. Kul Ahmet nasıl demişse öyledir: zehir olan!”
Arkadaşıma, “İnternette her ikisi de Kul Ahmet imzasıyla geçiyor,” dedim. “Dur bir dakika,” dedi, “türkücü bir arkadaşıma soracağım.” Ve sordu. O da “Zehir olan” doğrudur demiş ve eklemiş: “Bunun için mi beni sabah sabah uykudan uyandırdın?” Arkadaşıma, sen de ona beni de uyandıran var bunun için deseydin, dedim.
Neyse. Dönelim bu dizelerin güzelliğine:
Önce şiirin tümüne bir bakalım.

Seher yeli nazlı yâre
Bildir beni bildir beni
Düşmüşüm elden ayaktan
Kaldır beni kaldır beni

Söyle güzeller şahına
Yüz süreydim dergahına
Zehir olan kadehine
Doldur beni doldur beni

Kul Ahmed’im gönül versem
Bağrında gülünü dersem
Senden gayrı yar seversem
Öldür beni öldür beni

Bu dizeleri belki başka türkülerle, deyişlerle, nefeslerle karşılaştırarak daha kapsamlı bir irdeleme yapmak mümkündür. Doğrusu güzel de olur. Ama ben burada sadece yazının girişindeki “olam” mı “olan” mı sorusuna cevaplardan “olan” şeklini kabul edip ona bakmakla yetineceğim.
“Zehir olan kadehine doldur beni” dizesi en az iki türlü okunabilir: 1- Zehir dolu olan kadehine doldur beni, 2- O kadehine ki zehirdir doldur beni. İster öyle veya böyle, beni kadehine doldur, diyor.
Buradaki güzellik nereden kaynaklanıyor? Edebi hazzın sırrı nerede saklıdır? Birkaç yerde serpilerek saklanmıştır kanımca. Bu dizede gönül sahibi gönlünü kaptırana “öldür beni” diye sesleniyor. Bizim edebiyatta aşk yolunda ölmek, feda olmak, kurban olmak çok bilinen ve neredeyse kanıksanmış ve klişeleşmiş bir durumdur. Açıktır ki klişeleşmiş bir güzellik, ne kadar güzel olursa olsun, edebi haz yaratamaz. O zaman biraz daha kazımalı bu sözcük kümesini. Klişe ifadede, gönül kaptıran kendini feda eder, kendini öldürür, kurban eder kendini ve kurban olur. Bu türküde olduğu gibi:

Şah Hatayim eydir senindir ferman
Olursun her kulun yali derdine derman
Güzel Şah’ım sana bin canım kurban
Gel desem imdada yali gelmez mi dersin

Ama üzerinde durduğumuz dizede okur farklı bir istekle karşı karşıyadır. Burada sen beni öldür diyor! Bu söyleme tarzı klişeyi, kanıksanmışlığı yıkmakta ve defamilirizasyon (Viktor Sklovski; yabancılaştırma) gerçekleşmekte.  Yabancılaştırma eyleminde kanısksadığımız hisler alışageldiğimiz şeklinin dışında bize iletilmekte ve bu ise o söz kümesine sanatsal özellik kazandırarak okuyan/duyan kişi yanında sanatsal bir hazza yol açmakta. Ancak iş burada bitmiyor. Sanatsal hazzı yaratan başka bir sır daha var: burada sanatsal haz kanıksanan şarap içme eyleminin alışılagelmişin dışına taşınmasıyla oluşmakta. Klişeleşmiş eylemde kişi şarabı kadehe doldurur ve içer. Ya da başka birisi kadehi şarapla doldurur ve kişi onu içer. Şarabın hareketi şarap şişesinden kadehe ve kadehten içen kişiye doğrudur. Ancak Kul Ahmet diyor ki “Zehir olan kadehine doldur beni!” Burada hareket kadehten kişiye doğru değil, kişi kadehe doğru hareket ediyor. Böylece başka bir defamilirizasyon daha cereyan ediyor. Ancak okurken bir soru daha dikkatimizden kaçmıyor. O da şu ki daha belli değil “zehir olan kadeh” ile ne kastediliyor. Bir kadeh var. Sahibi ben değil sensin. Ancak kadeh zehirle mi doludur yoksa kadeh kendisi mi zehirdir belli değil. Şayet birincisi kastedilmişse o zaman beni bir şarap gibi sahip olduğun zehir dolu kadehe doldur, diye okumalıyız. Şah Hatayi’nin dediği gibi: “Ben doluyum ben doluya akarım!
Belki de öyle demiyor. Diyor ki zehir olan/zehirle dolu olan kadehinle beni doldur. Ya da sen kendin bir kadehsin ve zehirsin. Beni kadehine doldur, beni kendine doldur, beni kendinle doldur, beni al ve iç, bırak içeyim seni. Burada gönül veren gönül verdiğinde kendini yok olmaya çağırıyor. Aşk “benin” “sende” yok olması demek değil mi ki? Konu burada kapanmıyor. Zira zehir dolu olan/zehir olan kadeh, ki bir olasılıkla gönlünü kaptırdığı bireydir, kendisi de bu eylemde durum değiştirecek. Ya içindeki zehirle yok olacak: ikiz ölüm. Ya da “beni” içerek şifa bulacak. “Sen” şifa buldukça da “ben” de sende yaşayacak.
Tüm bunlar, yani kastedilen anlamların iç içe geçişi ve ön planda olan hislerin çok gerilerinde saklanışı ayrıca okurla metin arasında bir gerilim yaratmakta ve bu ise önemli edebi hazza yol açmakta.
Anadolu Alevilerinin bu derin aşk algısı ve açık ediş biçimi, söz ifadesindeki tuhaf güzellikler, Şah’a gidiş özlemi, vuslat özlemi, onda yok olma hasreti yüz yıllardır dillerde dolaşır, sinelerde dalgalanır. Bu hasret Kerbela’dan öncesinden kaynaklanır. Kerbela’da somutlaşır ve Nesimi ile, Hallaç’la ve diğerleriyle süre gelir. Akkoyunlu ve Safevi topraklarından sayılan Anadolu’nun önemli parçasında yaşayan Türklerin Şah İsmail’e gönderileri abes değil.
Şah Hatayi’den dinliyoruz:

Mehebbet bağında bir gül açıldı
Bir derdim var min dermana değişmem
Yüküm lal-i gevher mercan saçarım
Bir derdim var min dermana değişmem

Cemi quşlar dile geler yazım der
Gövel durnam Şam’dan geler güzüm der
Menim yaralarım duzum duzum der
Bir derdim var min dermana değişmem

Şah Xetayi’em mehebbete baxaram
Men doluyam men dolana akaram
Gözel pirim bir dert vermiş çekerem
Bir derdim var min dermana değişmem

Bu güzel deyişte klişenin dışına taşan özellikle iki dize var. Biri “Bir derdim var bin dermana değişmem!” Normalde derdi olan derman arar ama burada öyle bir dertten söz ediyor ki bin dermana yeğdir. Bu hiç kuşkusuz gönülde yer eden aşkın acısıdır. İkincisi ise “Benim yaralarım tuzum tuzum der!” Kanıksanan durum yaraya merhem sürülmesidir. Halbuki bu dizede okur farklı, alışılmamış bir durumla karşı karşıyadır. Burada yara kendisi dile gelmiş, tuz basılmasını istiyor yaraya! Tabi farklı okumak da mümkün: üzerine tuz basılmış yara tuzum tuzum diye haykırıyor. Bu son okuma kanımca çok zayıf bir okumadır çünkü “Bir derdim var bin dermana değişmem!”
Pir Sultan’dan duyuyoruz:

Dost elinden dolu içmiş gibiyim
üstü kan köpüklü meşe selviyim
ben bir yol oğluyum yol sefiliyim
ben de bu yayladan Şah’a giderim

Pir Sultan Abdal’ım dünya durulmaz
gitti giden ömür geri dönülmez
gözlerim de şah yolundan ayrılmaz
ben de bu yayladan Şah’a giderim

Ya da bu deyişte dinliyoruz:

Şah’a doğru giden kervan
çok ağladım güldür beni
düşmüşüm elden ayaktan
tut elimden kaldır beni

Tut elimden ferman eyle
gel bu derde derman eyle
götür yara kurban eyle
öldür derse öldür beni

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s